1960’ların sonlarında ve 1970’lerin başlarında
doğan ve ekonomi ve siyaset ile ilgilenenler için önemli bir isimdi Gorbaçov.
Bu neslin üniversiteyi bitirenleri hayata atılırken “Winds of Change”
şarkısını dinlemekte, Berlin
Duvarı’nın yıkıldığına tanıklık etmekte, haritaların değiştiğini
izlemekteydi. Dünya büyük bir süratle değişiyordu.
1922 doğumlu Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri
Birliği’nin (SSCB) son başkanı Gorbaçov 6 yıl 9 ay süren başkanlık görevinden 25
Aralık 1991’de istifa
ederken, dünya tarihinin bir devrini kapatıyordu ama aynı zamanda bir
yenisini açıyordu. İstifasıyla beraber SSCB adında bir ülke kalmıyor ve
SSCB’nin dağılmasıyla 15 tane yeni ülke kuruluyordu. 1952’de ABD’nin Moskova
büyükelçiliğine atanmış George Kennan’a göre tarihin en büyük
kansız devrimi gerçekleşmişti. Bu devrim, Soğuk Savaş yıllarına da
nokta koyuyordu.
1985’te SSCB’nin başına geçen Gorbaçov, son
derece olumsuz ekonomik koşullarda olan bir ülke devralmıştı. Ekonomi durma
noktasında idi ve yolsuzluk büyük bir sorundu. Halk, ihtiyaç duyduğu tüketim
mallarına ulaşamaz haldeydi. Toplumsal yaşamın her alanını Komünist Parti’nin
kontrol ettiği bir ülke vardı. Gorbaçov, reform taraftarıydı. Hiçbir şeyin
eskisi gibi devam etme şansı yoktu.
Ekonomide yeniden yapılanma ve siyasette ve
kamusal alanda şeffaflaşmanın gerekliliğine inanıyordu. Düşüncelerini iki
kavram üzerine oturttu ve değişim rüzgârlarına yelken açtı: Perestroika
ve Glasnost.
Perestroika, yeniden yapılanma anlamına
geliyordu. Glasnost ise açılma. Perestroika ekonomik değişimi, Glasnost
demokratikleşmeyi temsil ediyordu.
Gorbaçov, SSCB’nin içinde bulunduğu
tıkanmışlığı görüyor ve reform amaçları taşıyordu ama nasıl reformlar? Amacı,
SSCB’nin komünist temellerine ilişkin reform düzenlemeleri mi yapmaktı, yoksa
batı tarzı bir serbest piyasa ekonomisine geçmek mi? Komünist temellere ilişkin
reform düzenlemeleri yapmaya girişirken yaşanan gelişmelerle süreç kontrolünden
mi çıkmıştı? Öyleyse, neden? SSCB, bu kontrolden çıkma hali nedeniyle mi
dağılmıştı? Gorbaçov, komünist rejim içinde reform yapmaya çalışırken,
fikirleri zamanla serbest piyasa ekonomisinin uygulanmasının gerektiği yönünde
mi değişmişti?
Yukarıdaki soruların çok sayıda yorumlu cevabı
bulunuyor. Yıllar içinde, sorulara cevap arayan çok sayıda politika analizi
yazısı yazıldı. Bu yazıda, bu cevapları tartışma olanağımız bulunmuyor. Ancak,
Gorbaçov’un görevinin başlangıcındaki amacının demode kalmış bir sistemi
reformlarla ayağa kaldırmak olduğunu biliyoruz. Bunu yaparken mutsuz ettiği
kesimlerin baskısı sonucu istifa etmek zorunda kaldıysa da, sadece neredeyse 7
yıllık iktidarıyla tarihe damgasını vurdu. Reform amaçlayan Gorbaçov’un SSCB’ye
son vermek gibi bir niyeti yoktu. Ancak tarihin akışı SSCB’nin dağılması ile
sonuçlandı. SSCB sonrasında kurulan Rusya, serbest piyasa ekonomisi ile yoluna
devam etti.
Bugün yaşanan Rusya-Ukrayna savaşının
nedenlerinden birinin de Gorbaçov olduğu düşünülebilir. Putin, SSCB’nin
yıkılmasından ve Rusya’nın NATO ile çevrelenmesinden Gorbaçov’u sorumlu
tutuyor. Putin’e
göre SSCB’nin dağılması 20. yüzyılın en büyük jeopolitik faciasıydı
ve milyonlarca Rus için gerçek bir trajediydi.
Gorbaçov politik hükümlüleri serbest bırakmış,
yasaklanmış kitapların ve filmlerin okunabilmesini, izlenebilmesini mümkün
kılmıştı. Kendi döneminde ABD başkanı olan Reagan ile silah kontrollerine
ilişkin antlaşma imzalamıştı. Yolsuzlukların üzerine giderek çok sayıda
bürokratı yerinden etmişti. SSCB’nin Afganistan’ı işgalini eleştirdiği için
1980’de sürgüne gönderilen Andrei D.
Sakharov’u serbest bırakmıştı. SSCB’yi Afganistan’dan çekmişti. Putin’in
Rusya’sı ise demokrasiden, şeffaflıktan kopmuş durumda. Putin’in Rusya’sının
batı ile ilişkileri Soğuk Savaş yıllarındakinden dahi daha kötü.
Gorbaçov, 1990’da
Nobel Barış Ödülü’nün sahibi oldu. Ödülden kazandığı parayla Novaya
Gazeta adlı bir gazete yayınlamaya başladı.
Perestroika ve Glasnost ile başlayan dalga
Polonya, Çekoslovakya, Demokratik Almanya, Yugoslavya, Romanya, Bulgaristan,
Macaristan ve Arnavutluk’a da sıçrayarak Demir Perde’yi ortadan kaldırdı.
Gorbaçov SSCB’yi yıkmak istemedi. Üzerinde hala
tartışmalar var ama bugüne kadar okuduklarım ve tanıklık ettiklerim Gorbaçov’un
başlangıçta komünist bir rejimi sağlamlaştırmak için yeniden yapılanma ve
açılma sağlamaya yönelik planlar yapmış olduğu tezini güçlü kılıyor. Ancak,
ekonomide attığı bazı adımların katı komünist rejimi piyasa yönünde yumuşattığı
gerçeği de var. Buna rağmen ekonomide başarılı olamadı. İstifasına neden olan
süreç, halk nezdinde ekonomiyi ayağa kaldıramaması ile gelişti.
Gözden kaçırmamak gerekir ki, Gorbaçov’un
Perestroika ve Glasnost ile açılım sağlamaya çalıştığı dönemde, karşı cephede de
kendisini yenilemekte olan bir kapitalizm vardı. Kapitalist dünya, 1970’lerin
başında Bretton
Woods düzeninden çıkmıştı ve ABD başkanı Reagan ve İngiltere
başbakanı Thetcher önderliğinde şekil ve içerik değiştiriyordu. Diğer bir
ifadeyle, Gorbaçov’un SSCB’ye yaşattığı etkili ve köklü değişimin bir başka
türü kapitalist dünyada yaşanmaktaydı. Gorbaçov’un başlattığı reform
hareketinin kontrolü dışına çıkmasında ve tüm Demir Perde ülkelerine
yayılmasında kapitalizmin içinde bulunduğu değişim süreci de önemli ölçüde
etkili oldu. Demir Perde’nin çökmesiyle yeni açılacak pazarların sağlayacağı
yüksek kar marjları kapitalizmin yaşadığı değişimi ivmelendirecekti.
Benim de içinde yer aldığım nesil yukarıda
anlatılan değişimlerin başlangıcında hayata atıldı. Dünya bir kardeşlik
gezegenine dönüşecekti. Bir yandan ulus-devlet kavramının yok olacağı ve
ulusların çökeceğinden ve insanlığın kapitalizm
dışında bir başka sistemi denemeyeceğinden söz ediliyordu. Diğer
yandan, medeniyetler
çatışması kavramı ortaya atılıyordu. Bu satırların yazarı, o
yıllarda Türkiye’nin bu medeniyetler çatışmasının bir parçası olacağını
düşünmekteydi. Çünkü Türkiye, din tandanslı ve akıldan yoksun bir
milliyetçiliğin pençelerinde sıkışmaya doğru ilerlemekteydi.
Geçilen süreçleri başta kapitalizm kazanıyor
gibi gözüktü. Ancak, bugün insanlık bir buhrandan geçiyor. Süreçler, ülkeler
arasında ve ülkeler içinde sınıfsal eşitsizlikleri beraberinde getirdi. 1929’un
Büyük Depresyon’undan sonraki en büyük kriz olan 2008’in Büyük
Resesyon’u Gorbaçov’un reformlarının kontrolünden çıkmasına neden olan kapitalist
dalganın bir sonucu oldu. Demokrasiler hasar aldı. Eşitsizlikler, ekonomik
zorluklar otokratik rejimlere yol verdi. Oysa, şekil ve içerik değiştiren
kapitalizmin insan doğasına uygunluğundan söz edilmekteydi. Ancak, bu süreç o
kadar hatalı yönetildi ki, insanlık bugün buhrandan geçecek noktaya geldi.
1990’larda yaşanan değişimleri yukarıda adı
geçen ülkelerin çoğunda yerinde gördüm. Birçoğunu da değişimin akla dahi gelmediği
günlerde, 1970’lerde gördüm. Değişim içinde gördüğüm bu ülkeler kapitalizme
açılırken, hangi sanayilerde hangi tedarik zincirlerinin nasıl kurulabileceğini
anlamaya çalıştığım bir işim vardı. Lise yıllarımdan itibaren heyecanla
izlediğim 32. Gün
programlarında anlatılanların tam ortasındaydım. Bir yerlerde bu düzenin de
tıkanacağına dair şüphelerimle ve onlarca soru ile tarihe tanıklık etmenin
keyfini yaşıyordum. 2020’ler çok uzaktı zira. Bu nedenle biraz keyif
alabilirdim. İklim krizi de bağıra çağıra geliyordu. Bunu da iş yaşamının
içinde görmekteydim. Avrupa Birliği’nin hızla büyümesi ve özellikle Euro
Bölgesi’nin iktisat teorisine aykırı bir şekilde kurgulanması şüpheleri ve soru
işaretlerini artırıyordu. Kapitalizm, yeni pazarları kimseye kaptırmamalıydı.
Gorbaçov veda etti. Bir tarih göç etti. Benim
neslim için anlamı büyük ve derin bir lider figürüydü. Şöyle yapsaydı, böyle
olurdu gibi analizler yerine, ne olduysa onu anlamaya çalışmak ve geleceğe
bakmak bana daha anlamlı geliyor.
Hoşça kal gençlik.
Not: Bu yazı, 01.09.2022 tarihinde yazılmış ve
daha sonra PolitikYol sitesinde yayınlanmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder