ABD’nin Kaliforniya eyaleti üç yıldır
ağır bir kuraklıkla karşı karşıya. Bu nedenle, 1 Haziran 2022
itibarıyla su
kullanımına sınırlamalar getirildi. Sulak alanlardaki kuruma tehlike
sınırını aşmış durumda.
Kaliforniya bir ülke olsa, Hindistan ve
İngiltere’nin önünde yer alarak dünyanın
5. büyük ekonomisi olabilecek bir eyalet. Böyle bir ekonomi,
susuzluk nedeniyle tarım
ekonomisinde son derece ciddi sorunlar ile karşı karşıya. Kaliforniya’nın
bazı göllerinde ve nehirlerinde bazı balık türlerinin yok olmak üzere olduğuna
dair haberler okumaktayız.
İklim değişikliği dünyanın farklı bölgelerinde
farklı koşullarda hissediliyor. Dünyanın bazı bölgelerinde aşırı soğuklar
yaşanırken, başka bölgelerinde aşırı sıcaklar yaşanıyor. Ancak, sorunun temelinde
küresel ısınma var. Zira, küresel ortalama sıcaklık yükseliyor.
Küresel ısınmaya karşı tedbirler kapsamında amaç,
endüstri devrimlerinden önceki küresel ortalama sıcaklığa göre artışı 1.5°C
ile sınırlı tutabilmek. Bazı bilimsel çalışmalar artışı bu sınırda
tutmanın çok
zor olduğunu anlatıyor.
Isınmanın yarattığı olumsuz sonuçlardan önemli biri
mercan resiflerinde görülüyor. Mercan resifleri, çok
hücreli deniz canlılarının 1/3’ine ev sahipliği yapıyor. Çalışmalar,
1980’den bu yana mercan resiflerinin %30’u ila %50’si arasındaki bir bölümünün sulardaki
ısı artışı nedeniyle yok olduğunu ortaya koyuyor. Yani, deniz canlılarının
önemli bir bölümünün yaşam kaynağı yok oluyor.
Çevreyle ilgili her sorunu küresel iklim değişikliğiyle
ilişkilendirmek ne kadar mümkün? Bunun cevabı iklimle ilgili bilim insanlarında.
Ancak, okuduklarımdan anladığım, cevabın çok karmaşık olduğu.
İklim değişikliği ve etkileriyle ilgili
bilimsel çalışmalar Birleşmiş Milletler de dahil olmak üzere çok sayıda
bilimsel nitelikli ulusal ve uluslararası kurum tarafından raporlanıyor.
İklim değişikliğinin en önemli etkilerinden
biri kuzey kutbundaki buzulların erimesi olarak karşımıza çıkıyor. Erimenin bir
sonucu olarak, kuzey kutbunun sahip olduğu petrol ve doğal gaz rezervleri
üzerinde Norveç, Rusya, İsveç, Finlandiya, İzlanda, ABD, Kanada ve Grönland’ın
sahibi olarak Danimarka hak
iddia ediyor. İklim değişikliğinin ana nedeni olan fosil bazlı
enerji kaynaklarını denizin derinliklerinden ekonomik çıkar elde etmek için çıkarmanın
peşindeler.
Buzullardaki erimeyi yeni öğrenmedi dünya. The
New York Times gazetesinin 1900 yılından itibaren konuyla ilgili haberlerinde bir
gezinti yaptım. Bugünün haberlerine en yakın benzerlik taşıyan haberlerden
birine 30 Mayıs 1947 tarihinde rastladım. Benim bulduğumdan daha kapsamlı
haberler de belki vardır. Ama, 30 Mayıs 1947 tarihli haberi anlamlı ve “güncel”
buldum.
Stokholm Üniversitesi’nden coğrafyacı Hans
Ahlmann kuzey kutbundaki buzulların eriyor olduğunu ve bunun ciddi
bir uluslararası sorun olduğunu belirtiyor. 1900’den itibaren kuzey kutbundaki ortalama
hava sıcaklığının 10°F arttığını dile getiriyor. Buzulların erimesiyle deniz
seviyelerinin yükseleceğini anlatıyor. Deniz seviyelerindeki yükselmenin aynı
hızla devam etmesi halinde yıkıcı etkiler taşıyacağını ve düşük rakımlı
ülkelerin kıyılarının sular altında kalacağını vurguluyor.
Ahlmann, Batı Afrika bölgesindeki bazı küçük
göllerin yok olduğunu, biraz daha büyük olanların ise kurumakta olduğunu
anlatıyor. Viktoria Gölü gibi kıyıları Uganda, Kenya ve Tanzanya’da yer alan
büyüklükteki bir gölün seviye kaybı yaşadığını dile getiriyor. Konuyla ilgili
uluslararası bir kurumun oluşturulması gerektiğini “acil” uyarısı ile
belirtiyor.
Kuzey kutbuna kıyısı olan Spitsbergen
açıklarında, 1910’da sadece 3 ay deniz araçlarıyla gezilebiliyorken, 1947’de süre
10 aya çıkmış. Yani, denizin buzulla kaplı olduğu süre azalmış.
Ahlmann’ın anlattıklarını herhangi bir başka bilim
insanının ağzından 2022 itibarıyla alıntılanmış gibi yazsak, öyle zannediyorum
ki kimse 30 Mayıs 1947 tarihli bir gazete haberinin tarihinin değiştirildiğini
anlamazdı. Haberin içeriğinin bilimsel veriler dışında 2022’ye ait bir iklim
değişikliği haberinden hiç farkı yok.
Fosil bazlı enerji kaynakları ile kazanç elde
eden bazı şirketlerin küresel iklim değişikliğinden 1970’lerde haberleri
olduğunu ispatlı olarak çeşitli
kaynaklardan öğreniyoruz. Çok daha önce de haberleri olmuş olabilir.
Dünya, iklim değişikliği ile mücadele etmeye
çalışıyor. Mücadele etmek isteyen kuruluşların önünde engeller var. Bu
engellerin başında iklimle ilgili düzenlemelere karşı lobi
faaliyetleri yürüten fosil bazlı enerji kaynakları ile çalışan enerji
şirketleri var. ABD’de, hisse senedi piyasasının ilk 5’inde yer alan enerji
şirketlerinin lobi faaliyetlerine yılda harcadıkları para $200 milyon
düzeyinde.
Toplumsal bilinç çevre konusunda hayati öneme
sahip. ABD vatandaşlarının 2/3’si hükümetin iklim konusunda daha fazla çaba
harcaması gerektiğini düşünüyor.
Bu genel düşüncenin altına inildiğinde, ideoloji ve sınıf farklılıkları ile
karşılaşılıyor. Demokratlar ve Cumhuriyetçiler hem parti kadroları, hem de
seçmenleri itibarıyla iklim değişikliği konusuna çok farklı bakıyorlar. İklim
değişikliğinin insan faaliyetlerinden kaynaklanan bir sonuç olup olmadığı
sorusuna Demokratlar %72 ile insan faaliyetleri kaynaklı derken,
Cumhuriyetçiler sadece %22 oranı ile insan faaliyetleri kaynaklı diyor.
İktisadın
ve sosyolojinin bakış açısından çevre konusunun sınıfsal sorun boyutu ile ele
alınmasının büyük önemi var. Zira, uluslararası düzeyde fakir ülkeler
zenginlerin çöpünü ekonomik gerekçelerle satın
alıyor. Ulusal düzeyde, çevreye ve insan sağlığına zararlı tesisler genelde
azınlıkların ve/veya düşük gelir gruplarının yaşadıkları semtlerde kuruluyor. Los
Angeles’in Latin Amerikalılar’ı barındıran semtleri bu durumun
örneklerinden. Toplum, bu yaşadıklarına “çevresel
ırkçılık” olarak bakıyor.
Türkiye, son yıllarda sayısız çevre felaketi
ile karşı karşıya kaldı. Marmara Denizi’nde müsilaj, Akdeniz’in ve Ege’nin talan
edilen kıyı şeritleri, Ergene
Nehri, v.s. Çevre, dünyanın pek çok yerinde olduğu gibi Türkiye’de
de ekonomik düzene bakış açısının aynası. Ancak, bazı ülkeler ağır da olsa
toplumsal bilinci belli bir seviyeye taşımayı başarmış durumda.
Türkiye’de iklim değişikliği ile ilgili bir
bakanlık var: Türkiye Cumhuriyeti Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği
Bakanlığı. Bakanlığın teşkilat şemasına girince, İklim Değişikliği Başkanlığı
başlığı ile bir bağlantı çıkıyor karşınıza. İklim değişikliğine karşı Türkiye’nin
neler yapmakta olduğunu öğrenmek istiyorsunuz. Basıyorsunuz bağlantıya ve
karşınıza yine teşkilat şeması
çıkıyor. Bakanlığın adında iklim değişikliği geçiyor mu? Geçiyor. İklim
değişikliğinden sorumlu bir başkanlık var mı? Var. İçinde ne var? Boş!
Özel not: Bu yazı, çevre uzmanı bir doğa
bilimcisi ya da bir çevre ekonomisti tarafından yazılmadı. Çevre konusunun
hiçbir alanında uzmanlığım yok. Ancak, bir dünya vatandaşı olarak çevre ile
ilgili duyarlılık taşımak zorundayım. Toplumsal bilince öncelikle kendimi
bilinçlendirerek katkı sunmak zorundayım. Bu yazı, bu bilinci yakalamaya ve
canlı tutmaya çalışan biri tarafından yazılmıştır. Nehirlerin, balıkların,
ağaçların, yoksul insanların, kuşların toplumsal bilinçsizliğe tahammülü ve
zamanı kalmadı.
Not: Bu yazı, 07.06.2022 tarihinde yazılmış ve daha sonra PolitikYol sitesinde yayınlanmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder