Ana içeriğe atla

Kayıtlar

2022 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Bir Zamanlar Beyoğlu

Bir zamanlar güzel bir şehirdi İstanbul. Tadı çıkarılacak büyülü bir kentti. Tadını almaya başladığım yaşlarda geçmişini merak ettim. Siyah beyaz fotoğraflarına baktım. Duvarlarıma astım o fotoğrafları. Beyoğlu, İstanbul’un içinde ayrı bir İstanbul’du. Farklıydı havası. Sinemalarına, pastanelerine, meyhanelerine, barlarına yetiştim Beyoğlu’nun. Buluşma noktası denince, başka bir yer neredeyse hiç gelmezdi aklımıza gençlikte. 1990’ların başlarında, neredeyse hergün Beyoğlu’na giderdim. Hatta, bana ait olduğu yönünde sürekli etrafıma takıldığım Tünel’e yaklaşırken solda kalan Arda Tunca Han’a. Beyoğlu’nun trafiğe açık olan zamanını gördüm ilk olarak. 1950’lerin, 60’ların tramvaylı Beyoğlu’sunu görmemiştim. Sonradan yapılan tramvay hattı, gerçek bir Beyoğlu değildi. Nostalji havası katmak için yapılmış bir şeydi. Bizden öncesi de vardı Beyoğlu’nun. Eğlencesi, hüznü, farklı renkleri ve kültürleriyle hep çekmişti İstabullular’ı Beyoğlu. Kimler gelmiş, kimler geçmişti Beyoğlu’ndan? B

Hayatın Başında Yönetim Dersleri

İş yaşamımın başlarındaydım. “Bir gün yönetici olursam, böyle bir yönetici olmalıyım” diyebildiğim için çok şanslı olduğumun bilincindeydim. Sontara adlı markanın Avrupa pazarı kendisinden soruluyordu. Benim işim, kendisine asistanlık yapmaktı. Sontara’nın farklı endüstrilerde kullanımı nasıl mümkün? Gitmek istediğimiz ülkelerde tedarik zincirleri yeteri kadar olgun mu? Üretimin aşamalarında Sontara’yı kullanabilecek teknolojik yeterlilik hangi ülkelerde var? Yoksa, neler yapmak gerekiyor? Bu gibi çok sayıda soruya cevap üretmekti işim. 40’lı yaşlarının başındaydı Anne Tucker. Ben Cenevre’ye gittiğimde, 4-5 yıldır Cenevre’de yaşıyordu. ABD’nin Tennessee eyaletinin Nashville kasabasındandı. Son derece disiplinli ve prensipliydi. Aynı zamanda güler yüzlü. Kendisiyle çalıştığım yıllar, bana iş hayatımın prensiplerini armağan etti. Hemen hemen 900 kişiydik DuPont’un Avrupa merkezinde. Tek Türk bendim bu kalabalığın içinde. Bir hayli iddialı kriterlerden geçerek seçilmiştim taşıdığım

Ege'den Bahara

Vivaldi'nin Dört Mevsimler'inde baharı anlattığı notalar müthiştir. Müziği kış ortasında bile dinleseniz, baharı yine de hissedersiniz. Papatyalarla dolu bir çayırda, güneşin altında yürüyor gibi hissederim kendimi Dört Mevsimler'in baharını dinlerken. Doğa uyanır, insan da uyanır doğanın bir parçası olmak vasfıyla baharda. Herşeyi bir kenara itip, doğanın ellerine bırakmak istersiniz kendinizi. Tüm benliğiniz kendini salıvermek ister. Gevşer, yumuşar, sarhoş gibi hissettirir insana kendini. Etrafınızda uçuşan kelebeklerin hafifliği sarar sanki bedeninizi. Isınmaya yüz tutan havanın tatlı bir serinliği de vardır baharda. Süt liman bir denizin ara ara çarşaf gibi görünen, ara ara balık sırtı pulları gibi görünen sathını yararak gelen bir sandalı izleyip, Kuzey Ege'de çakıl taşlarıyla dolu bir kıyıda uzanıp, denizi, tepeleri izlemenin tadının ne büyük bir hasret olduğunu anlarsınız baharda. Doğanın kutsal uyanışıyla bütünleşip, içine karışmak istersiniz o büyük uyanışın

Rusya için Çin Faktörü

Dünya kamuoyunun Ukrayna ile ilgili sıkça sorduğu bir soru var: Çin, Rusya’ya batı dünyasının ekonomik yaptırımları karşısında destek olabilir mi? Sorunun gündemde artan bir ağırlık kazanması, kısmen ABD’nin Rusya’nın enerji kaynaklarını ithal etmeyeceğini açıklamasıyla gerçekleşti. ABD, Rusya’nın ürettiği petrolün %5’ini satın alıyor. Yani, ABD’nin ithalat yasağının Rusya için önemli bir ekonomik etkisi söz konusu değil. Batı dünyası, Rusya üzerinde geniş ekonomik yaptırımlar uygulamaya çalışıyorsa da, Putin’in savaşta geri adım atmadığını izliyoruz. Ancak, Rus Halkı için ağırlaşan ve ağırlaşacak ekonomik koşullar söz konusu. Rusya üzerindeki yaptırımların en önemlisi, Rusya’nın küresel bankacılık sisteminin dışına atılmış olması. Rusya, enerji kaynakları ihracatı ile elde ettiği geliri ihtiyacı olan ürünleri ithal etmek için harcıyor. Rus ekonomisinin ithalat yapmadan yaşama şansı yok. İthalatının 1/3’ü tüketim mallarından oluşurken, kalan kısmı sermaye malı ve ara malından o

Değişen Dünya, Değişen Yaşam Tarzları

Fiyakalı ekranların önünde endeksler, döviz, altın, borsa, v.s. fiyatları, grafikler. Dünya değişti, Türkiye de değişti. Sezonluk çamaşır, çorap alışverişleri topluca Mahmutpaşa'dan yapılırdı bir zamanlar. Galleria ile başlayan AVM furyası yoktu eskiden. İstanbul'un Maslak, Gayrettepe, Esentepe gibi semtlerinde gökdelenler yükselmiyordu henüz. Hepsi 1980'lerden sonra dikilmeye başlandı. Geleneksel işler yerinde duruyordu ama ortalıkta konuşulanlar hep hisse senedi, döviz swapları, türev ürünler, forex falan oldu. Süratle adapte oldu Türkiye bu bol endeksli, grafikli aleme. Oysa, geleneksel işler devam ediyor ve o işlerin geleneksel müşterileri de eskiden gelen bu geleneksel işyerlerine alışverişe gidiyorlar. Osmanlı'dan kalma hanlarla dolu Mahmutpaşa'nın ara sokakları. Hepsi bakımsız, hepsi köhne. Dökülüyorlar adeta. Bir dehlize giriyor insan sanki o hanların koridorlarında dolanırken. Hafifçe ittirilince, insanın içini kıyan bir gıcırtıyla açılıyor ağır ahşap k

Pazar Yeri Sosyolojisi

Antik Yunan'da, halkın toplanma yerine agora denirdi. Alışverişin her türlüsü gerçekleşirdi agoralarda. Mal alışverişi, politik fikirlerin tartışılması, sanatın paylaşılması gibi faaliyetlerle toplumun sosyal yaşamı paylaştığı yerlerdi agoralar. Hangi antik Yunan kentini gezseniz, en görkemli yerlerin tiyatro alanlarının yanında agoralar olduğunu görürsünüz. Agora, sosyolojik bir anlam ifade eder. Toplumsal yaşama ışık tutar. Agoraların biraz değişime uğramış halinin bugünün pazar yerleri olduğu düşünülebilir. Köy ve kasaba pazarlarını, şehirlerdeki semt pazarlarına göre daha bir agora havasında düşünmek mümkün. Şehirler çok anonimleşmiş durumda. Yerel ya da uluslararası marka zincirlerinin alışveriş merkezlerinde ya da kocaman binalarda yarattıkları alışveriş mekanlarında kimseyi tanımadan, endüstrileşmiş ekonomiyi hissederek alışveriş yapıyoruz. Ama, bir köy pazarından çay ya da kahve içmeden ayrılmıyoruz. Bir de cigara ikramları. Agora, köy ya da kasaba pazarı sosyolojik

Üç kuruşluk Leş Kargaları

Kurumuş çamurun dalga dalga izleri küçücük ellerinin üzerini karartmış. Tırnaklarının içi kir dolu. Simsiyah. Otobüs durağındaki reklam panosunun metal direğine tutunuyor. Küçücük elleri gözüküyor sadece. Panonun arkasından çıkıveriyor bir anda. Şirin mi şirin, güleç mi güleç. Elinde 3 tane peçete poşeti var. Durakta bekleyenlere uzatıp satmaya çalışıyor. Göz göze geliyoruz. Nereden geldi, nerede yaşıyor, ailesi nerede, akşama ne yiyeceğini biliyor mu, nerede ve hangi koşullarda uyuyor? Tahmin ettiğim cevabı içimi burkan soruları birkaç saniye içinde geçiriyorum aklımdan. Yaklaşıyor bana. Konuşamıyor. Suriyeli olduğunu anlıyorum. Bir miktar para çıkarıp veriyorum. Mendil poşetlerinin üçünü birden vermeye kalkıyor bana. İçim daha bir kötü oluyor. Küçücük bir çocuğun karşılıksız para kabul etmemesi gerektiğini kendisine düşündürmem için peçeteleri almak zorundayım ama peçeteleri alırken içim acıyor aynı anda. Diğer yandan, çok sinirleniyorum. Doyumsuz, iğrenç, paranın çığırından çıkard

Uluslararası İlişkilerin Değiştirdiği Boyut: İmparatorluklar Çağına Dönüş

Uluslararası gündemde Rusya, Ukrayna, Çin, Tayvan var. Bu konular bir anda ortaya çıkmadı. Yakın geçmişe giderek kendime bazı hatırlatmalar yaptım. Türkiye’nin Suriye’de bir Rus uçağını düşürdüğü günlerdi. Türkiye-Rusya ekonomik ilişkilerini CNBC'den Hadley Gamble'a 25 Kasım 2015’te özetlemiştim . Ukrayna’ya da ufak bir dokunuş yapmıştım. Rusya, Ukrayna üzerinden geçen doğalgaz boru hatlarındaki akışı arada bir kesiyordu. Hadley Gamble ile yayından önce konuşurken "we were globalizing, but now polarizing (globalleşiyorduk ama şimdi kutuplaşıyoruz)" dediğimi notlarımdan hatırladım. Suriye konusunun ısınmaya başladığı günlerde ortaya çıkan ABD-AB-NATO eksenine karşı beliren Rusya-Çin-İran ekseni hakkında 2011’de, Bloomberg HT'de Didem Arslanoğlu ile bir yayında dünyanın çok sevimsiz bir uluslararası ilişkiler sürecine girdiğini ve soğuk savaşı konuşacağımızı dile getirmiştim. Ardından, "3. Dünya Savaşı'nı da mı konuşacağız acaba?" gibi mübalağalı b

Kişisel ve Kitlesel Başarı

Başarılı olmak için çalışmak gerekir. Zeka, doğuştan kazanılmış bir özelliktir. Akıl ise bilgi, öğrenme ve tecrübe ile kazanılır. Çok zeki doğularak, çok çalışarak çok akıllı olunabilir. Kişi, zekasını, çalışkanlığını ve aklını kullanarak yaşamda hedefleriyle uyumlu noktalara ulaşabilir. Ancak, tüm bunlar kişisel başarı ile ilgili konular. Kişisel başarı, kişinin hedefleriyle kıyaslanarak belirlendiği için kitlesel başarının kriterleri gibi toplumda ya da uluslararası alanda genel kabul görmüş kavramlara ve verilere sahip değildir. Diğer bir ifadeyle, kişisel başarının kriterlerini daha subjektif, kitlesel başarınınkini ise daha objektif olarak düşünmemiz mümkündür. Kişisel ve kitlesel başarının subjektiflik ve objektiflik kavramları çerçevesinde tartışılması da mümkün olabilir. Ancak, yaygın olan anlayış çerçevesindeki bakış açılarını ele alarak konuyu irdelemekteyim. Kişisel başarı, öncelikle ahlaklı olmayı zorunlu kılıyor. İçinde ahlakın olmadığı herhangi bir çaba başarı ile son