Ana içeriğe atla

Ege'den Bahara

Vivaldi'nin Dört Mevsimler'inde baharı anlattığı notalar müthiştir. Müziği kış ortasında bile dinleseniz, baharı yine de hissedersiniz. Papatyalarla dolu bir çayırda, güneşin altında yürüyor gibi hissederim kendimi Dört Mevsimler'in baharını dinlerken. Doğa uyanır, insan da uyanır doğanın bir parçası olmak vasfıyla baharda. Herşeyi bir kenara itip, doğanın ellerine bırakmak istersiniz kendinizi. Tüm benliğiniz kendini salıvermek ister. Gevşer, yumuşar, sarhoş gibi hissettirir insana kendini. Etrafınızda uçuşan kelebeklerin hafifliği sarar sanki bedeninizi.

Isınmaya yüz tutan havanın tatlı bir serinliği de vardır baharda. Süt liman bir denizin ara ara çarşaf gibi görünen, ara ara balık sırtı pulları gibi görünen sathını yararak gelen bir sandalı izleyip, Kuzey Ege'de çakıl taşlarıyla dolu bir kıyıda uzanıp, denizi, tepeleri izlemenin tadının ne büyük bir hasret olduğunu anlarsınız baharda. Doğanın kutsal uyanışıyla bütünleşip, içine karışmak istersiniz o büyük uyanışın. Dört buçuk milyar yıllık devinimin küçücük bir parçası olmak şansının derinliklerine salarsınız kendinizi.

Bir sandalın kenarına oturup, denizin balık pullu yüzeyindeki çırpıntılarına vuran güneş ışınlarının gözünüzü kamaştırmasıyla tatlı bir uyku askıntı olur, sürüye sürüye atar sizi taşlıkların üzerine uzanmaya. O an, dünyayla ve doğayla bütünleşip, bir o kadar da koparsınız dünyadan. Hiçbir şey ama hiçbir şey yoktur aklınızda dünyaya dair. Beyniniz boşalır ama düşünmeyi yine de durduramazsınız. O anı Nazım süsler:

Denizin üstünde ala bulut,
Yüzünde gümüş gemi,
İçinde sarı balık,
Dibinde mavi yosun.

Kıyıda bir çıplak adam durmuş düşünür.
Bulut mu olsam, gemi mi yoksa?
Balık mı olsam, yosun mu yoksa?

Ne o, ne o, ne o...

Deniz olunmalı oğlum.
Bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.

Doğaya da deniz üstünden karışmak güzel be oğlum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Berlin 1978

Çocukluk yaşlarındaydım ama herşeyi hatırlıyorum. Brandenburg’un önünde, bomboş bir Unter Den Linden Caddesi. Her yer bembeyaz. Berlin karla kaplı. Dondurucu bir soğuk var. Evdeki konuşmaları hatırlıyorum. İtalya’ya mı gitsek? Evet ama İtalya’ya her zaman gidilir. 1968’de, öğrenci iken BASF’te staj yaparken Mannheim’dan Berlin’e gittiğini ve çok enteresan şeyler gördüğünü anlatıyor babam. Ya duvar bir gün yıkılırsa? Bir daha görme şansı bulamayacağımız şeyleri görelim; tarihe tanıklık edelim. “Boşverin şimdi İtalya’yı, Demokratik Almanya adında bir ülke de, bugün orada olan duvar da kalmayacak bir gün” diyor babam bizi Berlin’e götürmek için ısrarlı olurken. İtalya yerinde duruyor nasılsa. Karar veriliyor ve bir kaplumbağa Volkswagen ile Regensburg’tan Berlin’e yola çıkıyoruz. Babam, gördüğümüz herşeyi anlatmaya meraklı ve istekli olduğu için, biz de dinliyoruz kendisini. Yaşıma göre konuların ağır gelip gelmeyeceğini düşünmeden anlatıyor. Gördüklerim ve dinlediklerimden etkileniyo