Ana içeriğe atla

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor.

“Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır.

A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, ekonomilerin kendi kendine istikrara dönebilme şansları kalmamıştır. Krizin etkisiyle, hem kamu borçlanmaları artmış, hem de merkez bankalarının niceliksel gevşeme politikalarıyla merkez bankalarının bilançoları ciddi oranda büyümüştür.

2020 yılında yaşanan salgın ile beraber halihazırda aşılmış olan belirli limitlerin bir başka seviyeye atladığı istatistiki verilerle analiz edilebilir durumdadır. Yüksek borçluluk, yüksek oranlı olarak yükselmeye devam eden borçluluk noktasındadır. Bu nedenle, mali baskınlık konusunu önümüzdeki dönemlerde, gelişmekte olan ülkeler için gündeme almak ve tartışmak zorunda kalacağız.

Artan kamu açıkları, kamu borcunun yönetimini ve krizden çıkışın bir yolu olarak görülen niceliksel gevşemeye dayalı para politikası uygulamalarını aynı başlık altında değerlendirmeyi zorunlu kılmaktadır.

2008 krizi sonrasında, gelişmiş ülkelerin büyüyen kamu açıkları ve para politikası cephesinde sıfıra ve hatta negatif düzeylere indirilmiş faiz oranları ve niceliksel gevşeme uygulamaları, faiz oranlarının artırılması sürecine dönüldüğünde mali baskınlık kavramının gündeme gelip gelmeyeceğinin değerlendirilmesine neden olmuştur.

Mali baskınlık, bir merkez bankasının yükselen enflasyon oranını kontrol altına almak amacıyla reel faiz oranını yükseltmesine rağmen yerel para biriminin uluslararası para birimleri karşısında değer kaybetmesi halidir.

Mali baskınlık durumunun geçerli olmadığı ekonomilerde, reel faiz oranının artırılması yerli para biriminin değer kazanmasıyla sonuçlanır. Ancak, yüksek kamu borcunun servis edilememesi olasılığını yüksek olarak değerlendiren uluslararası yatırımcılar reel faiz oranının artmasıyla beraber kamu borcunun servis edilememesi olasılığının arttığını düşünerek ilgili ülkenin riskini taşımaktan kaçınırlar. Yani, portföy seçimlerini kamu borcu yüksek olan ve reel faiz oranını artırarak kamu borcunu ödenemez duruma getirebileceğini düşündükleri ülkeden sermaye çıkışı gerçekleştirmek yönünde kullanırlar. Süreç, reel faiz oranını artırarak ülke para biriminin değerini artırmaya ve enflasyon oranını kontrol altına almaya çalışan merkez bankasının enflasyon hedeflemesini gerçekleştirememesiyle devam eder. Nitekim, kısa bir süre önce Türkiye’nin de içine düşme aşamasına geldiği böyle bir süreç söz konusu olmuştur.

Mali baskınlık durumunun söz konusu olduğu ülkelerde enflasyonu kontrol altında tutmak için para politikası kullanılamaz. Zira, yukarıda açıklanan nedenlerle para politikası işlevini yitirmiştir. Bu şartlar altında, enflasyonu kontrol etmenin ve fiyat istikrarını sağlamanın yolu maliye politikalarını kullanmaktır.

Mali baskınlığın geçerli olduğu bir ekonomide, faiz artışıyla ortaya çıkan kur yükseklişini iki unsur belirler: kamu borcunun servis edilememe olasığının seviyesi ve uluslararası yatırımcının riskten kaçınma isteğinin derecesi. Her iki unsur ile ilgili olasılık ve derece hesaplamaları matematiksel ve ekonometrik modellere göre yapılabilir. Bu noktada, ülke borcunun milli gelire oranı, borcun para birimi kompozisyonu ve vadesi borcun servis edilememe olasılığını ve yatırımcının riskten kaçınma derecesini etkileyen önemli etmenlerdir.

Gelişmiş olan ülkelerde mali baskınlığın ortaya çıkma olasılığı düşüktür. 2008 krizinden sonra, gelişmiş olan ülkelerin kamu borçları milli gelire oranları ititbariyle önemli ölçüde artmıştır. Ancak, bu ülkelerin borçlarını ödeyememeleri gibi bir piyasa algısı yoktur ve Fed haricinde hiçbir gelişmiş ülke merkez bankası zaten faiz artırımı sürecine girebilmiş değildir.

Mali baskınlık, enflasyon hedeflemesi uygulayan merkez bankalarının asla karşı karşıya kalmak istemeyeceği bir durumdur. Ayrıca enflasyon hedeflemesi, başarılı olma koşulları gereği gelişmekte olan ülkelerden çok, gelişmiş ülkelerde sağlıklı çalışabilmektedir. Bu nedenle, mali baskınlık riskiyle karşı karşıya kalabilecek bir ülkenin para politikası yoluyla enflasyon hedeflemesi uygulaması başarılı bir sonuç veremez.

Gelişmekte olan ülkeler içinde mali baskınlık sorununa maruz kalmış ve bir vaka çalışması sunabilme özelliğine sahip olmuş ülke Brezilya'dır. Brezilya, 2002-2003 yıllarında mali baskınlık sorunuyla karşı karşıya kaldı. Önümüzdeki dönemlerde, bu konu başlığı altında hangi ülkeleri takip edebileceğimizi izliyor olmamız gerekecek.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Marshall Lerner Koşulu ve J Eğrisi

Son aylarda, kurlardaki yükselişin ihracat üzerinde yapacağı olumlu etkiden sıkça söz ediliyor. Türk Lirası’nın yabancı paralar karşısında hızla değer kaybetmesinin Türkiye’nin ihracatına çok olumlu katkı yapacağı dile getiriliyor. Kurlarda görülen yükselişlerin ihracat üzerinde olumlu etkiler yapacağı doğrudur. Ancak, ihracatın sağlayacağı kaynak girişini net olarak görebilmek için ithalat cephesine de bakmak zorundayız. Yani, ihracat artışının bir ülkenin üretim yapısı nedeniyle ithalatı ivmeleyip ivmelemediğini görmek zorundayız. Aksi takdirde, yabancı para cinsinden gelir tarafına bakarken, bu geliri elde etmenin üretim yapısı nedeniyle yol açma olasılığı olan gider tarafına bakmamış oluruz. Her ne kadar ithalat, gelişmiş ülke ekonomilerinde bir kaynak çıkışıysa da, gelişmekte olan ülkelerde büyümenin fonksiyonu olabilmektedir. Diğer bir ifadeyle, gelişmekte olan pek çok ülkenin üretim yapıları nedeniyle ithalat yapmadan büyümeye geçemediği vakalar bulunmaktadır. İhracatın ye