Ana içeriğe atla

Marshall Lerner Koşulu ve J Eğrisi

Son aylarda, kurlardaki yükselişin ihracat üzerinde yapacağı olumlu etkiden sıkça söz ediliyor. Türk Lirası’nın yabancı paralar karşısında hızla değer kaybetmesinin Türkiye’nin ihracatına çok olumlu katkı yapacağı dile getiriliyor.

Kurlarda görülen yükselişlerin ihracat üzerinde olumlu etkiler yapacağı doğrudur. Ancak, ihracatın sağlayacağı kaynak girişini net olarak görebilmek için ithalat cephesine de bakmak zorundayız. Yani, ihracat artışının bir ülkenin üretim yapısı nedeniyle ithalatı ivmeleyip ivmelemediğini görmek zorundayız. Aksi takdirde, yabancı para cinsinden gelir tarafına bakarken, bu geliri elde etmenin üretim yapısı nedeniyle yol açma olasılığı olan gider tarafına bakmamış oluruz.

Her ne kadar ithalat, gelişmiş ülke ekonomilerinde bir kaynak çıkışıysa da, gelişmekte olan ülkelerde büyümenin fonksiyonu olabilmektedir. Diğer bir ifadeyle, gelişmekte olan pek çok ülkenin üretim yapıları nedeniyle ithalat yapmadan büyümeye geçemediği vakalar bulunmaktadır.

İhracatın yegane belirleyicisi kur mudur? Net olarak cevabı verelim ki hayır. Özellikle, içinde bulunduğumuz Covid-19 salgını sürecinde ülkelerin ekonomilerini önemli ölçekte kapattıkları ve bu konuda belirsizliklerin yaşandığı bir ortamda, iktisatta Marshall Lerner Koşulu olarak bilinen kurala başvurmak durumundayız.

Marshall Lerner Koşulu ile ilgili aşağıdaki yazıyı 2015 yılının Ekim ayında yazmışım. O günlerin değerlendirmelerine bakalım ve sonra bugünün rakamlarına odaklanalım.

“Birbirini hiç tanımayan iki iktisatçının talep esnekliği üzerine yaptığı çalışmalar sonucunda Marshall Lerner Koşulu adında bir kavram girer teorik iktisadın literatürüne. 1842-1924 yılları arasında yaşamış olan Alfred Marshall ile 1903-1982 yılları arasında yaşamış olan Abba Lerner'ın adlarına ithaf edilir iki ayrı çalışmanın oluşturduğu teori. Marshall Lerner Koşulu, ekonometrik çalışma yapmaya ve teorinin ele aldığı değişkenleri testlere tabi tutmaya son derece uygun bir teorik alt yapı sunmaktadır.

Teori, talep elastikiyeti kavramıyla ödemeler dengesi arasındaki bağı kuruyor. Bir ülkenin para biriminin değer kaybetmesi sonucunda ortaya çıkan yeni dış ticaret dengelerinin ödemeler dengesi üzerindeki olumlu sonuçlarını ithalatın ve ihracatın uyardığı talebin fiyat elastikiyetlerine bağlıyor. Elastikiyet kavramını da uzun ve kısa vadeli olarak analiz ediyor.

Talebin fiyat elastikiyeti, fiyatta meydana gelen yüzdesel değişimin talep miktarında meydana getirdiği yüzdesel değişimi ifade eder. Elastikiyetin 1 değerine eşit olması, fiyattaki değişimin aynı oranda talep değişimine neden olduğunu gösterir. Değerin sıfır olması, fiyattaki değişim oranı karşısında talepte hiçbir değişimin meydana gelmemesi olarak tanımlanabilecek olan inelastik bir durumu anlatır. Yani, talebin fiyat karşısında hiç esnemediği bir sonuca işaret eder. Fiyatı ne olursa olsun, tüketimi zorunlu olan mal ve hizmet gruplarının talep elastikiyeti sıfırdır. Diğer bir uç durum, elastikiyet değerinin sonsuz olmasıdır. Bu durum, fiyata karşı son derece hassas olan bir mal veya hizmet talebini ifade eder. Fiyattaki en ufak bir artış karşısında talep miktarı sıfıra düşer.

Türkiye, değeri düşen Türk Lirası karşısında ihracat kaynaklı talebin artacağını konuştu uzunca bir süre. Bir ülkenin para biriminin değer kaybı, o ülkenin mal ve hizmetlerinin fiyatlarının ithalat yapan ülke nezdinde düşmesi anlamına gelir. Diğer bir ifadeyle, mal ya da hizmeti ihraç etmek isteyen ülkenin enflasyon oranı, ithalat yapan ülkenin enflasyon oranı karşısında kendi para biriminin uğradığı değer kaybı sonucunda ithalat yapan ülke için daha avantajlı bir fiyat sunabilir. Böylece, ihracat yapan konumundaki ülkenin pek çok ülkeye mal ve hizmet satma şansı artar. Genel kural bu ama elastikiyet kavramı çerçevesinde düşünüldüğünde acaba böyle bir sonuç çıkabilir mi? Örneğin, Türk Lirası'nın son bir yılda yaşadığı değer kaybına rağmen Türkiye'nin ihracatı neden artmadı ve tam tersine, düştü? Gelin, pratikte olan bitenin teorik alt yapısına inelim.

Marshall Lerner koşulu diyor ki, bir ülkenin para biriminde meydana değer kaybının ödemeler dengesi üzerinde olumlu etkiler yapabilmesi için ihracatın talep elastikiyeti ile ithalatın talep elastikiyeti toplamının birden büyük bir değere sahip olması gerekir. Kurdaki değişimin yarattığı fiyat etkisinin sadece ihracatta ya da ithalatta olumlu ya da olumsuz sonuç vermesi ödemeler dengesi üzerinde görülecek olumlu ya da olumsuz sonuç için tek başına yeterli değildir. Ancak, bir ülkenin para biriminin değerindeki değişimin ihracat ve ithalat üzerindeki etkilerinin karşılaştırması kur değişimlerinin ödemeler dengesi üzerindeki sonuçları hakkında bir sonuca varmayı sağlayabilir.

Marhall Lerner Koşulu, bir ülkenin üretim yapısının ödemeler dengesi üzerindeki etkileri açısından ne kadar önemli olduğunu vurguluyor. Neden mi? Türkiye'ye bakalım.

TCMB'nin internet sayfasından Mayıs-Ağustos 2014 arasındaki USD/TL satış kurlarına göz atınca yaklaşık 2.10 seviyelerini görüyoruz. Yine aynı sayfadan, Mayıs-Ağustos 2015 satış kurlarına bakınca 2.70 civarını görüyoruz. Elimizdeki son ödemeler dengesi verileri ise Ağustos 2015'e ait. Kurlarda, Mayıs-Ağustos dönemine kabaca bakma nedeni, Ağustos'taki ödemeler dengesi sonuçları için kurun ihracat ve ithalat rakamlarını etkilediği bir süreci, yani kur geçişkenliğini, kabaca görebilmek.

Ocak-Ağustos 2014 döneminin toplam ihracatı $109.3 milyar iken, ihracatı $149.5 milyar imiş. 2015 yılının aynı döneminde ise toplam ihracat $95.6'ya düşerken, ithalat $133.5 milyara düşmüş. Kurda kabaca yaşanan %28'lik artışa rağmen ihracat %12.5 civarında düşerken, ithalat %10.75 civarında düşmüş. Yani, Türk Lirası'nın değer kaybı, genel kurala göre ihracatı artırmalıyken ve ithalatı düşürmeliyken, bu kural çalışmamış.

İktisadın kurallarının değiştiğine dair görüşlere şahit oluyorum. Yukarıdaki paragrafta, kural dışı gibi gözüken sonuca rağmen bu görüşlere katılmıyorum. Sosyal bilimlerde, denklemin içinde insan olduğu ve insan ya da toplum psikolojisi sadece bir kurala göre çalışmadığı için, psikolojinin değişen unsurlarına göre varsayımlar geliştirmek zorunda kalınıyor. Bu nedenle, sosyal bilimlerde Pi sayısı, Boltzmann ya da Planck sabiti ya da Avogadro sayısı yok. Bunların yerine, varsayımlarla koşulları sabitlemeye çalışıyoruz. Ceteris paribus kavramını da bu nedenle sıkça kullanmaktayız.

Dönelim Marshall Lerner'a. İhracatın ve ithalatın talep elastikiyeti toplamı neden 1'den büyük olmalı? Çünkü, döviz kurundaki yükselişin ihracat ve ithalattaki etkileri birbirine zıt olmazsa ödemeler dengesi üzerinde olumlu bir sonuç elde edilemez. Kurdaki yükseliş sonucu USD karşısında değer kaybeden Türk Lirası, Türk mal ve hizmetlerinin değerini düşürdüğünde ihracat kaynaklı talep canlanmazsa, yani ihracatın talep elastikiyeti 1'in üzerinde olmazsa, ihracat artmayacaktır. O halde, artamayan ihracatın ödemeler dengesine yapamayacağı katkıyı ithalat tarafından beklemek gerekir. Yükselen kur nedeniyle değeri düşen Türk Lirası ile ithalat yapmanın maliyeti artacağı için ithalat kaynaklı talebin elastik olması beklenir ki ihracatın artışı yoluyla yapamadığı katkıyı (talep elastikiyeti olmadığı için) ithalattaki düşüş yapabilsin. İşte bu nedenle, ihracat ve ithalatın talep elastikiyetinin toplamının 1'i geçmesi durumunda kurdaki yükselişin ödemeler dengesi üzerinde uzun dönemde olumlu etkiler yapacağını söyler Marhall Lerner Kuralı.

Marshall Lerner, ihracatın ve ithalatın talep elastikiyetinin toplamının 1'i geçmesi için bir süreye ihtiyaç olduğunu da söyler. Zira, önceden yapılmış mal ve hizmet alımı ve satımı sözleşmelerinin sona ermesi gerekmektedir. Yeni fiyat dengelerine dayalı sözleşmeler zamanla devreye girecektir. Ayrıca, ülkelerin üretim koşullarında meydana gelen değişikliklerin de zamana yayılacağını ifade eder. Dolayısıyla, kurdaki yükselişin ödemeler dengesi üzerindeki etkisinin kısa vadede olumsuz olarak karşımıza çıkabileceğini, ancak uzun vadede bir "J" harfi şeklinde yukarıya doğru kıvrılarak cari açıktan cari fazlaya yöneleceğini anlatır. Ancak, ihracatın ve ithalatın talep elastikiyetinin toplamının 1'den büyük olması halinde!

Türkiye'de kur yükseldi. İhracatın artması beklenirdi. Demek ki, küresel ekonominin koşulları Türkiye'nin ihraç ettiği mal ve hizmetlerin talep elastikiyetini düşürdü. Nitekim, en büyük ticari partnerimiz olan Avrupa'da talep yetersizliği sorunu mevcut. İthalatta ise, beklenen bir düşüş gerçekleşti ama ihracattaki düşüşten daha düşük bir oranda düşüş kaydetmiş. Tehlike arz eden bir durum! Demek ki, ithalatın talep elastikiyeti de ödemeler dengesi üzerinde olumlu etki yapacak düzeyde değil. Acaba sorun, Türkiye'nin katma değeri düşük ürünlerle ihracat yapmasından ve kendi tüketimi açısından elastikiyeti düşük olan ürünleri ithal etmesinden kaynaklanıyor olmasın? Almanya, çok güçlü Euro ile dahi ihracat performansını kaybetmemişti.”

Yukarıdaki yazıda anlatılanlar, Ekim 2015’in koşullarına dayanıyor. Bugün, Covid-19 sürecinin ekonomileri kapatabildiği bir dünyadayız. Yani, dış talebin yetersiz kalma halinin ve ihtimalinin 2015’ten çok daha güçlü olduğu bir ortamdayız. Ayrıca, ticaret savaşlarının baskıladığı küresel ticaret koşulları 2015’ten kısa bir süre sonra yayılmaya başlamıştı.

2014’ten bu yana kurların gelişimine aşağıdaki tabloda bakalım.

USD/TL          Artış (%)

2 Ocak 2014               2.18                

2 Ocak 2015               2.35                   7.8

4 Ocak 2016               2.95                 25.5

2 Ocak 2017               3.54                 20.0

2 Ocak 2018               3.77                   6.5

2 Ocak 2019               5.34                 41.6

2 Ocak 2020               5.96                 11.6

3 Kasım 2020             8.42                 41.3

USD/TL kurundaki gelişmeler karşısında, T.C. Ticaret Bakanlığı tarafından yayınlanan Ocak-Ekim dönemine 2019 ve 2020 için bakalım.

(Milyar USD)                                     Ocak-Ekim 2019        Ocak-Ekim 2020        Değişim (%)

İhracat                                                149.2                          135.7                           -9.08

İthalat                                                 172.1                          175.9                          2.24

İhr./ith. Karşılama Oranı (%)                86.7                            77.1  

 

2018 başından 2019 başına kadar USD/TL kurunda TCMB verilerine göre %41.6’lık bir artış var. 2019 başından 2020 başına kadar ise %11.6’lık bir artış söz konusu ve 2020’nin başından yaklaşık olarak bugüne kadar kabaca %40’ın üzerinde bir artış söz konusu. Yani, kurda önemli boyutta bir yükseliş söz konusu.

Ocak-Ekim 2019 dönemi ile Ocak-Ekim 2020 dönemi karşılaştırıldığında ise ihracatın %9.08 oranında gerilemesine karşın, ithalatın %2.24 oranında arttığını görüyoruz. Yani, 2019 ve 2020’nin aynı dönemleri karşılaştırıldığında, yaşanan koşullara bağlı gelişmeler görmekteyiz. 2020 yılı içinde çok sayıda ithal ürüne kısıtlama getirildiğinin de altını çizmek gerekiyor.

Verileri daha geri götürdüğümüzde, yine her dönemin kendi özel koşullarını düşünerek analiz yapmak durumundayız.

(Milyar USD)              2015                2016                2017                2018

İhracat                        151.0               149.2               164.5               177.2              

İthalat                          213.7               202.2               238.7               231.2   

Veriler, sürekli dış ticaret açığı verildiğini gösteriyor. 2015-2017 döneminde ihracat %8.95 oranında artarken, ithalat %11.75 oranında artıyor. 2015-2019 döneminde ise ihracat %19.77 artarken, ithalat %1.53 oranında düşüyor. 2016’da 15 Temmuz darbe girişiminin, 2018’de de sert kur atağının yaşandığının altını özellikle çizmek gerekiyor. Şunu da belirtmek gerekiyor ki, bu verilerin ortaya konmuş olması dış ticarette hacminde yegane belirleyici unsurun kur olmadığını anlatıyor. İhracatın ithalat ile bağının akademik çalışmalara konu edilmesi, Türkiye’nin sanayi yapısında ileri-geri bağ etkilerinin nasıl çalıştığının modellenmesi başlıca araştırma konuları.

Özetle, ana fikir şu: dış ticaret sadece kur etkisi altında değil ve bunu Marshall Lerner Koşulu anlatıyor. Türkiye, reel olarak aşırı değerli Türk Lirası ile yıllar itibarıyla sanayide yapısal bir bozulma yaşadı. Ancak, yapısal bozulmanın etkilerini düzeltmeden, yani ekonometrik modellemelerle yapıyı iyi anlamadan sert yükselen kurun maliyetleri verilerle ortada. Yabancı para cinsinden borçluluğu yüksek bir Türkiye var ortada. Kamu kesimi borçlanmasının para birimi kompozisyonunda da yabancı paraya kayma söz konusu. Bu durumda, yanlış para politikası uygulamalarıyla önce borcun Türk Lirası maliyetini artırmak ve ardından sert faiz artırımına rağmen sıkılaşma sağlayamamak ağır bir bedel ortaya koyuyor.

Yıllardır yapısal reformlar konuşuluyor ama herhangi bir gelişme yok o cephede. Ekonomik koşulların zorlayıcı olduğu dönemlerde de yapısal reform yapmak mümkün değil. Onun da bir maliyeti var çünkü.


Not: kur artışının sıkılaşma sağlayamadığına dair görüşlerimi bir önceki yazıda ayrıca dile getirmiştim. O yazının bağlantısı: https://arda-tunca.blogspot.com/2020/11/parasal-sklastrma-onlemleri.html

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre