Popülizm, kutuplaşmadır. Bir tanıma göre politika, bugün
imkansız görünenin ileride doğal hale getirilmesi sanatıdır.
ABD başkanlık seçimlerinin sonucu henüz bilinmiyor. Ancak,
Biden’ın kazanma olasılığı güçleniyor. ABD seçimleri, ABD’nin dünya
ekonomisindeki konumu ve uluslararası ilişkilerde, tüm dünyaya yayılmış olması
nedeniyle her ülke tarafından dikkatle takip ediliyor. 2020 seçimlerinin özel
bir önemi var: “en” nitelemesiyle hatırlanacak pek çok yönü bulunuyor. Bu çerçevede,
Amerikan seçimlerine bir ülkenin tolum psikolojisi, sosyolojik değişimleri, popülizmin
getirdiği kutuplaşma kültürü ile siyasi değişim süreçleri gibi açılardan bakmak
mümkün. Bu konu başlıklarının ABD’yi Trump iktidarında 2016’dan bu yana
getirdiği nokta, hem Amerikan toplumunda, hem de dünyada artan kutuplaşma
eğilimleri ve demokrasinin zayıflaması.
Amerikan toplumu bu seçimlere öylesine ilgi gösterdi ki,
1908 yılından bu yana en yüksek katılımlı seçim gerçekleşti. Bu, toplumdaki
kutuplaşmanın bir sonu olarak bireylerin tepkilerini ortaya koymak konusunda
artan motivasyonlarını gösteriyor. Toplumsal dalgalanmaların çok düşük
düzeylerde olduğu ülkelerde kimin iktidara geldiği önemini büyük ölçüde
yitirdiği içindir ki seçimlere katılım oranları genelde düşük kalır. Toplumsal
gerilimler, halkın siyasete katılımını her zaman arttırır.
Amerikan toplumu içindeki kutuplaşma Trump döneminde
oluştu. Toplumun içinde, geçmişten gelen ama zaman içinde yok edilmiş olan
Afrikalı Amerikalı düşmanlığı Trump döneminde yeniden alevlendi. Polisiye
güçlerin Afrikalı Amerikalı Amerikan vatandaşlarına yönelik ağır şiddete başvurdukları
zamanlardan geçildi.
Trump döneminin küresel boyutlu olumsuz etkilerinden söz
edince ilk aklıma gelenler şunlar:
· Asya Pasifik’te Obama döneminde imzaları atılan bir ticaret anlaşmasını iktidara gelir gelmez yok etti.
· ABD’nin Çin ile ticaretindeki açığı kapatacağını dile getirdi ama masada uzlaşmaya çalışmak yerine ticaret savaşlarını başlattı. Çin’in fikri mülkiyet haklarına saygı göstermeyen yaklaşımları elbette ki kabul edilemez ama uzlaşma kültürünü geliştirmek her toplumun ve genel olarak dünya barışı adına he ülkenin hedefi olmalıdır.
· Küresel iklim değişikliğinin olmadığını söyledi. Böylece, bilimin ortaya koyduğu tüm verileri bir kenara koydu. Nitekim ABD, küresel karbon salınımını azaltmaya yönelik Paris Antlaşması'ndan bu hafta resmi olarak çıktı. Benzer bir yaklaşımı Covid-19 salgınının yayılmaya başladığı günlerde de ortaya koydu ve ABD’nin Covid-19 salgınını ele alış yaklaşımının bir üçüncü dünya ülkesininkine benzetilmesine neden oldu.
· Küreselleşmeyi reddetti. Hatta, her ülkeye kendi çıkarlarını düşünmekten başka bir şeyin peşinde olmamaları gerektiğinden söz etti.
· Seçimlerden önce, seçim sonuçlarını ancak kendisinin seçimi kazanması halinde kabul edeceğini söyledi. Kendi seçmenine sandıklara gidin dedi ve Covid-19 salgını nedeniyle posta yolu ile oy kullanılmasının tercih edilmesini tavsiye eden Biden tarafını, posta ile kullanılacak oyların seçim hilesine yol açacağı değerlendirmesiyle peşin olarak suçlayıcı bir tavır aldı.
Trump ve kendi ülkesine getirdiği anlayış, büyük ölçüde
2008’de başlayan Büyük Resesyon döneminin bir ürünü. Sonuçları ağır toplumsal
olaylar toplumları yerele ve korumacı önlemlere yönlendiriyor. Yerel unsurları
önemseyen, öne çıkaran, yabancı unsurları dışlayan söylemler popülizmi ve
kutuplaşmayı besliyor. 1800’lerin sonlarında görülen küreselleşmenin iki dünya
savaşı ve 1929 Buhranı ile sonuçlanmasını 1900’lerin sonlarında ortaya çıkan
küreselleşmenin 2008 ile zayıflaması arasında benzerlikler söz konusu.
Trump döneminde Amerikan ekonomisi olumlu bir performans
gösterdi ama küresel ekonomiye hasar verdi. Küreselleşmenin zayıfladığı bir
süreç oluştu. Trump’ın yeniden seçilmesi, bu sürecin devamını getirecek ve
dünyanın ağır hasarlı mutabakat kültürünü daha da zayıflatacak.
Biden’ın iktidara gelmesi halinde, Amerikan toplumunun iç
sertliklerini zamanla yumuşatacağı bir süreç başlayacaktır. Bu durumun
uluslararası ilişkilere yansıması da kuvvetle muhtemeldir. Ancak, Biden’ın
başkanlık yapacağı bir ABD’de Temsilciler Meclisi ve Senato’nun hangi tarafta
yer alacağı uluslararası ilişkilerin yönetimi açısından büyük öneme sahip
olacak. Biden’ın dünya siyasetine yaklaşımları pek çok gelişmekte olan ülke
için olumlu sonuçlar verebilecekken, Türkiye ile ilişkilerde benzer şeyleri
söylemek şimdilik pek mümkün gözükmüyor. Biden’ın iktidarda olacağı bir ABD ile
Türkiye arasındaki ilişkilerin seyri büyük soru işaretleri oluşturuyor.
Biden’ın dünya barışına olumlu olacağı düşünülen
katkılarının ekonomi cephesinde olumlu yansımalar bulması beklenebilir. Ancak,
seçime giden sürecin ana konusu Trump’tan kurtulmak olduğu için küresel
ekonomiyi Biden’ın nasıl etkileyebileceği konusunda çok net ipuçları alınamadı.
Seçimden Biden’ın galip çıkması halinde, Trump cephesinin
seçim sonuçlarını yargıya taşımak yönündeki eğilimi bir belirsizlik
yaratacaktır. Hem böylesi bir belirsizlik sürecinin varlığı, hem de Biden’ın
ipi göğüslemesi halinde Temsilciler Meclisi ve Senato’nun rengi ekonomi
açısından iki çok önemli konuyu masaya getirecek: teşvik paketinin akıbeti ve
Amerikan Hükümeti’nin harcama yapabilme yetkileri. Bu iki konu sadece ABD için
değil, dünya ekonomisi açısından da önemli.
Amerikan para politikasının küresel etkilerini Fed
üzerinden izlerken, Amerikan maliye politikasının küresel etkilerini de bu iki
önemli başlık üzerinden izlemek gerekecek. Dolar endeksi, borsalar, altın
fiyatları, tahvil faizleri, petrol fiyatları, v.s. Bunların hepsi Amerikan iç
siyasetinden önümüzdeki günlerde gelecek haberlere göre yeni değerlerini
belirleyecekler.
1990’ların bir bölümünü öğrenci olarak izlemiş, küreselleşmenin büyük çıkışta olduğu bir döneme tanıklık etmiş bir birey olarak bu süreci tersine çeviren gelişmelere tanıklık etmek çok ilginç!
Yorumlar
Yorum Gönder