Ana içeriğe atla

Covid-19 Aşısı Haberi

Bazen, arkasına yaslanıp oturmalı insan. Neler yaptığını, neler yapamadığını anlamak için. İşlerini önceliklendirip plan yapmak için. 2020 yılı, izin vermiyor bunların hiçbirine. Ancak, mümkün olabildiğince başka şeylerden zaman çalıp yaratabildiğimiz ilave zamanlarda bir miktar odaklanabiliyoruz yaptıklarımızın ve yapamadıklarımızın muhasebesini yapmaya.

Hayat, çok hızlandı. Çok hızlıydı ama salgın krizi ile daha da hızlandı. Dünya da yorgun, Türkiye de. Ancak, yine de “yapılması gerekeni yaparak” yaşamaya devam etmek durumundayız.

Yukarıdaki tespitlerden sonra, dün haberi çıkan aşının bulunması konusuna değinelim. Çünkü, yukarıda dile getirdiğim yorgunluğa da tedavi olacak bir gelişme. Salgın hastalığın değiştirdiği yaşam koşulları bazı yönleriyle kalıcı olacaktır ama bazı açılardan özlediğimiz günleri geri getirecektir.

Pfizer ve BioNTech firmalarının ortaklaşa geliştirdiği Covid-19 aşısı üzerine bilim insanlarının değerlendirmelerini okudum ve dinledim. Mart ayından bu yana, aşı geliştirilmesi ile ilgili başka haberler de okuduk ama en ciddiye alınması gereken haber, 9 Kasım tarihli Pfizer ve BioNTech firmalarının ortaklaşa geliştirdikleri aşı haberi oldu. Nitekim, piyasalar da bu habere olumlu tepki verdiler.

Covid-19 salgınının başlangıcından bu yana dile getirmekteyim ki aşı bulunmadan ekonomilerin başladıkları yere dahi dönme şansları yok. Ayrıca, o “başlangıç noktasına” dahi ne kadarlık bir sürede dönebilecekleri belli değil. Zira, salgının dayattığı bazı kalıcı koşulların ekonomilerin hangi noktalarında hangi ölçekte kalıcı hasar bırakabileceğini ancak belli bir noktaya kadar öngörebiliyoruz. Salt ekonomi konuşacak olursak, belli açılardan onlarca yıl sürecek etkileri olacak bu salgın krizinin.

Aşının bulunması, kullanımının hemen mümkün olabileceği anlamına gelmiyor. Ancak, böylesine yüksek seviyede ciddiye alınarak bulunmuş olduğunun açıklanması ve bilim insanların değerlendirmeleri tünelin ucundaki ışığı yaktı. Üstelik, %90 gibi çok yüksek bir oranda etkinlik sağlayabilecek olduğuna dair bilimsel teyit verilmiş olması da güven verdi.

Bilim insanlarının anlatımlarından öğrendiklerim şunlar:

1.    Tek kaynaktan aşı haberinin gelmesi yetersiz. Çok umut verici ama yetersiz. Zira, dünya tarihi bugüne kadar bir aşının dağıtımını hiç böyle bir ölçekte zorunlu kılmamıştı.

2.    Yapılan tahminler, Pfizer ve BioNTech tarafından bulunan aşının 2020 sonuna kadar ancak 50 milyon doza ulaşabileceğini anlatıyor. 2021 boyunca ise 1.3 milyar doza kadar çıkabilecek. Dünya nüfusunu düşünerek, bu rakamların ne anlattığını düşününüz.

3.    Ciddiye alınması gereken başka çalışmaların Astra Zeneca ve Oxford Üniversitesi işbirliği ile ve Moderna adlı firma tarafından yürütülmekte olduğu da bilim insanlarınca dile getiriliyor.

4.    Her firmanın bulduğu ilacın etkinliği farklı olabilecek. Örneğin, yaşlı nüfus ve etnik kökene göre aşıların farklı etkinlik düzeyi olabilecek. Aşıların yayılmayı durdurma seviyesi ve ne kadarlık bir süre için bağışıklık sağlayacağı gibi konular üzerinde de halen çalışılmakta.

5.    Covid-19 aşısının muhafaza edilme derecesi, diğer aşılarınkine göre farklı. -80 derecede muhafaza edilebilme olanağı sağlayan derin dondurucularda saklanması gerekiyor. Bu seviye, zaman içindeki araştırma sonuçlarıyla değişebilir ama şimdilik -80 derece gerekiyor. Bu, diğer aşılar için gereken seviyenin çok altında.

6.    Aşının muhafaza edilmesi için gereken koşulların dağıtım ve depolamada teçhizat yatırımı gerektirecek olması tedarik zincirinin nasıl etkin çalışabileceğini sorgulatıyor. Çözümü şart olan çok önemli bir konu başlığı!

Mart ayında aniden çöken arz ve ardından talep, temelinde ekonominin olmadığı bir sürecin sonucuydu. Bu nedenle, aşının bulunması ve kullanımının yayılması ile süratli bir ekonomik toparlanma beklemek son derece mantıklı. Ancak, yukarıda sıraladığım bilim insanlarının ortaya koydukları gerekçeler nedeniyle aşının hemen yayılması ve uygulanması kolay değil. Dolayısıyla, ekonomik toparlanma ve kalıcı bir normalleşme de çok kısa süre içinde mümkün olamayacak.

Piyasalar, aşının bulunması haberi ile beraber umut dolu bir havaya büründüler ve havayolu şirketlerinin, hizmet sektörünün çok sayıda firmasının ve bankaların hisselerini satın aldılar. Böyle haberlerde piyasanın ilk tepkisi her zaman fazla coşkuludur. Fakat, yukarıdaki bilgilerin yayılmasıyla tempo yavaşlar.

Yaklaşık olarak 8 aydır salgının dayattığı koşullardayız. Çok zor bir süreç yaşıyoruz. Sürecin ekonomik boyutu bir hayli ağır. Ancak, sabırlı olmamız gerektiği de açık. Yaşadıkça ve öğrendikçe belirsizliklerin kalktığını göreceğiz.

Aşının ya da aşıların yaygın kullanımı çok önemli ama maalesef ki öncelikle aşılara kaynak ayıracak ülkeler aşılamada öncelikli olacak. Yapılan bazı çalışmalar, finansal kaynakları son derece yetersiz olan ülkelerin aşıya ulaşmalarının birkaç yıl alabileceğini anlatıyor.

9 Kasım tarihli haber çok olumlu idi. İyi hissettirdi ama daha yolumuz var.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Berlin 1978

Çocukluk yaşlarındaydım ama herşeyi hatırlıyorum. Brandenburg’un önünde, bomboş bir Unter Den Linden Caddesi. Her yer bembeyaz. Berlin karla kaplı. Dondurucu bir soğuk var. Evdeki konuşmaları hatırlıyorum. İtalya’ya mı gitsek? Evet ama İtalya’ya her zaman gidilir. 1968’de, öğrenci iken BASF’te staj yaparken Mannheim’dan Berlin’e gittiğini ve çok enteresan şeyler gördüğünü anlatıyor babam. Ya duvar bir gün yıkılırsa? Bir daha görme şansı bulamayacağımız şeyleri görelim; tarihe tanıklık edelim. “Boşverin şimdi İtalya’yı, Demokratik Almanya adında bir ülke de, bugün orada olan duvar da kalmayacak bir gün” diyor babam bizi Berlin’e götürmek için ısrarlı olurken. İtalya yerinde duruyor nasılsa. Karar veriliyor ve bir kaplumbağa Volkswagen ile Regensburg’tan Berlin’e yola çıkıyoruz. Babam, gördüğümüz herşeyi anlatmaya meraklı ve istekli olduğu için, biz de dinliyoruz kendisini. Yaşıma göre konuların ağır gelip gelmeyeceğini düşünmeden anlatıyor. Gördüklerim ve dinlediklerimden etkileniyo