Ana içeriğe atla

Merkez Bankası Bağımsızlığı Neden Gereklidir?

Tanımlamaları net yapılmış şeffaf merkez bankası politikaları ilk etapta piyasaların doğru yönlendirilmesi ve daha sonra ekonominin doğru yönetilmesi için son derece önemlidir.

Merkez bankalarının gelişmekte olan ülkelerde özel sektörün kurumsallaşmasına önemli katkıları da bulunmaktadır. Bugün için görünen o ki, merkez bankalarının bağımsızlıkları büyük ölçüde zayıflamış durumda. Bu noktada, merkez bankalarının bağımsızlığı ile demokrasi arasındaki ilişkileri sorgulamak da mümkündür.

Merkez bankası bağımsızlığını demokrasi ile beraber değerlendirdiğimizde, bir merkez bankasının ekonomik olduğu kadar politik bir kurum olup olmadığı da gündeme geliyor. Burada, çizgilerin çok net çizilmesi gerekiyor.

Bir merkez bankasının bağımsız olabilmesi için amaçlarını hangi araçlarla yerine getireceği konusunda serbest olması ve aldığı kararların hükümetler tarafından terse çevrilebilir olmaması gerekiyor. Bu tanımlamada, ekonomi ile politikanın üstü üste bindiği kilit kelime "amaç" olarak ortaya çıkıyor.

Ekonominin amaçlarını belirlemek, seçilmiş hükümetinlerin işidir. Ancak, belirlenmiş amaçlara uygun para politikası araçlarını belirlemek merkez bankalarının bağımsızlığı çerçevesinde kendilerine aittir. Bu çerçevede, hükümetlerin merkez bankalarının kullandıkları araçlar hakkında yorum yapması, hangi aracın neden ve nasıl kullanılması gerektiğini dile getirmeleri merkez bankalarının bağımsızlığına gölge düşürür.

Merkez bankaları neden bağımsız olmak durumundadırlar? Bu sorunun cevabı, ekonominin uzun dönem ve kısa dönem analizleri ile açıklama bulmaktadır. Para politikası, doğası gereği uzun dönemli bir bakış açısına sahiptir. Uzun dönemli hedefleri olmayan bir para politikasının başarı şansı yoktur. Her ne kadar para politikası araçlarının kullanımı piyasalar üzerinde kısa dönemde etki yapsa da ve bu yönüyle maliye politikalarına göre daha sık başvurulan bir politika tercihi olsa da, üretim ya da enflasyon gibi makroekonomik değişkenler üzerindeki etkileri uzun dönemlidir. Diğer bir ifadeyle, makroekonomik değişkenler üzerindeki etkiler belli bir zaman aralığının sonunda görülür. Bu zaman aralığı, sıkça dile getirildiği üzere politika geçişkenliği olarak adlandırılmaktadır.

Para politikasının uzun dönemli hedeflerine karşın hükümetlerin hedefleri çok daha kısa dönemlidir. Bu durum, demokratik olan ve olmayan tüm ülkeler için benzer bir manzara ortaya koymaktadır. Ayrıca, politikacılar ve onlarla beraber toplum, para politikası araçlarının kullanımıyla makroekonomik değişkenler üzerindeki etkiler arasındaki zaman boşluğunu anlayacak ve ölçümleyebilecek teknik bilgiye sahip değildir. Hatta, bu konular üzerinde ekonometrik çalışma sonuçları yoksa, iktisatçılar da bu geçişkenlik sürelerini bilemezler. Ölçmek, verilerin belirli metotlar yardımıyla bir analizden geçirilmesini gerektirir. Bu nedenlerle, para politikası politikacıların kısa dönemli siyasi karar süreçlerinin bir parçası haline getirilmemelidir. Hele ki, hükümetlerden bağımsız olarak belli konularda milli politikalar belirlemekte güçlüğü olan ülkelerin merkez bankalarının bağımsızlığını zedelemelerinin son derece olumsuz yönleri bulunmaktadır.

Demokrasinin iyi işlediği ülkelerde merkez bankalarının bağımsız bırakılmış olmalarının enflasyon ve büyüme üzerindeki uzun dönemli etkilerinin olumlu olduğu istatistiki verilerle ispat edilmiştir.

Bağımsızlığın diğer bir anlamı, popüler olmayan politika araçlarını uygulayabilmektir. Bağımsız kalarak, popüler olmayanı uygulayarak piyasadan kopmamak bir merkez bankası uygulaması hüneridir. Geçmişte, piyasanın taleplerini yerine getirmek pahasına adımlar atan merkez bankalarının hedeflerine ulaşamadıkları sıklıkla görülmüştür. Bugün, son derece güçlü olan ve beklenti yönetimini doğru yapmanın çok daha büyük öneme sahip olduğu piyasa ortamı karşısında bağımsız bir merkez bankasının elindeki para politikası araçlarını uygulamasıyla piyasa tepkileri arasında geçmişe göre çok daha hassas dengeler söz konusudur. Bu noktada karşımıza, merkez bankalarının inandırıcılığı ya da kredibilitesi kavramı çıkmaktadır.

Genel olarak, piyasa beklentilerinin rasyonel ve merkez bankasının kredibilitesinin güçlü olduğu bir piyasa ortamında, para politikası arzu edilen sonuçları verme şansına sahip olabilir. Bu noktada, merkez bankalarının iletişim politikası ön plana çıkar. Zira, bağımsız bir merkez bankasının önemli bir güce sahip olduğu ortadadır. Güçlü iletişim, piyasanın rasyonel karar alma becerisine de olumlu katkı sunacaktır. Dolayısıyla, özellikle 2008 krizi sonrasında dünya genelinde önemi artan sözlü yönlendirmelerin (forward guidance) etkinliği de kredibilitesi yüksek bir merkez bankasının önemli bir avantajı olarak karşımıza çıkar.

Sözlü yönlendirmeler, 2008 krizi sonrasında adeta para politikasının teknik araçlarından birine dönüşmüştür. Ancak, tekrar etmekte fayda vardır ki sözlü yönlendirmenin etkinliğinin desteği merkez bankalarının teknik araçları doğru kullanarak sağladıkları yüksek kredibilitedir.

Merkez bankalarının bağımsızlığına ilişkin gündeme gelmiş bir diğer soru şudur: Bağımsızlık kavramı çerçevesinde siyasi iradenin kontrol alanı dışına çıkarılmış olan bir merkez bankasının varlığı demokrasiye aykırı değil midir? Sorunun net cevabı hayır olacaktır. Zira, ekonomiye ilişkin hedefleri seçilmiş siyasi irade vermektedir. Merkez bankalarının ekonominin hedeflerini değil, para politikası araçlarını kullanmakta serbest olmaları yapıyı demokratik olmaktan çıkarmaz. Tam tersine, her demokrasinin sahip olması gereken denetim mekanizmalarını güçlendirir. Ayrıca, para politikasının teknik özellikleri nedeniyle günlük politik çekişmelerin içine girmemesi gerektiği de açıktır. Yine ayrıca, merkez bankası yönetiminin seçilmiş siyasiler tarafından atanması ama atananların siyasi niteliklere sahip olmaması gerektiği de önemli bir kuraldır. Aksi takdirde, bir merkez bankasını oligarşik bir yapıya sokmuş olabilirsiniz.

Bir üst paragrafta anlatmaya çalıştığım koşullar altında, kamuoyunun bir merkez bankasından en büyük beklentisi politikaların şeffaflıkla açıklanmasıdır. Bilgi almak, kamuoyunun en temel hakkıdır. Örneğin, piyasada var olan çok sayıdaki faiz oranının kamuoyunda sadece belli bir kesim tarafından anlaşılabiliyor olması demokratik bir yapıda anlaşılabilir değildir. Para politikası, çok teknik detaylar içerse bile, basit bir anlatımla kamuoyunda dile getirilebilir. Merkez bankasının bu iletişim başarısını gösterememesi, makroekonomik değişkenlerin yönetimi açısından olumsuzluklar içerir. Zira, para politikasının geniş kesimlerce anlaşılması, makroekonomik stabilizatör etkisine sahiptir.

Merkez bankaları, temelde gecelik faiz oranlarını değiştirmek suretiyle uzun vadeli faiz oranlarını, sermaye piyasasında oluşan fiyatları, döviz kurlarını, v.s. etkilemektedirler. Ancak, özellikle uzun dönemli fiyatlar kısa vadedeki oranların ağırlıklı ortalamasının üzerine vade etkisiyle ilave edilen bir vade primiyle oluşmaktadır. Bu nedenle, bir merkez bankasının gelecekteki politika uygulamalarının öngörülebilirliği piyasanın gelecekle ilgili beklentilerini belirleyecektir. Bu da, uzun vadeli fiyatların şekillenmesine yardımcı olacaktır.

Bir merkez bankası, kendi politikalarıyla ilgili ne kadar belirlilik içerecek şekilde davranıyorsa, piyasanın tepkileri konusunda da kendisi o kadar güçlü bilgi edinme şansına sahip olacaktır.

Merkez bankalarının piyasayla güçlü iletişiminin “mutlak bir sonucu” piyasaların istikrar içinde çalışması ve öngörülebilirlik sahibi olması değilse de, istikrar ve öngörülebilirliliğe son derece önemli katkı sunan bir unsurdur. Böylece, olası spekülatif balonları ya zayıflatan ya da ortadan kaldıran bir rol oynayabilir.

Özellikle Büyük Resesyon sonrasının koşullarında, genel ekonomik amaçların hükümetlere ek olarak merkez bankalarına da yüklenmesiyle merkez bankalarının araç bağımsızlığının üzerine amaçlarda da politikacıların karar süreçlerine girmeye mecbur bırakılmaları sonucu ortaya çıktı. Böylece, bağımsızlıkları zedelendi. Ancak, oluşan çoklu fonksiyonlar gereği piyasalarla daha fazla iletişim kurmak zorunda kaldılar. Az konuşan merkez bankası başkanlarının yerini, kendisinden daha fazla konuşma beklenen merkez bankası başkanları profili aldı. Zira, demokrasinin çalıştığı ülkelerde, politikacılarınkiyle örtüşen alanlarda kamuoyuna açıklama yapmak zaruri oldu.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Marshall Lerner Koşulu ve J Eğrisi

Son aylarda, kurlardaki yükselişin ihracat üzerinde yapacağı olumlu etkiden sıkça söz ediliyor. Türk Lirası’nın yabancı paralar karşısında hızla değer kaybetmesinin Türkiye’nin ihracatına çok olumlu katkı yapacağı dile getiriliyor. Kurlarda görülen yükselişlerin ihracat üzerinde olumlu etkiler yapacağı doğrudur. Ancak, ihracatın sağlayacağı kaynak girişini net olarak görebilmek için ithalat cephesine de bakmak zorundayız. Yani, ihracat artışının bir ülkenin üretim yapısı nedeniyle ithalatı ivmeleyip ivmelemediğini görmek zorundayız. Aksi takdirde, yabancı para cinsinden gelir tarafına bakarken, bu geliri elde etmenin üretim yapısı nedeniyle yol açma olasılığı olan gider tarafına bakmamış oluruz. Her ne kadar ithalat, gelişmiş ülke ekonomilerinde bir kaynak çıkışıysa da, gelişmekte olan ülkelerde büyümenin fonksiyonu olabilmektedir. Diğer bir ifadeyle, gelişmekte olan pek çok ülkenin üretim yapıları nedeniyle ithalat yapmadan büyümeye geçemediği vakalar bulunmaktadır. İhracatın ye