Ana içeriğe atla

Para Politikası Kredibilite Kazandı mı?

TCMB, 19 Kasım 2020 tarihli PPK toplantısı sonrasında para politikasının ana unsurunun bir hafta vadeli repo ihale faizi olduğunu belirtmişti. Erdem Başçı döneminden bu yana son derece karmaşık hale getirilen para politikası dizaynını sadeleştirmek ve daha kolay anlaşılır hale getirmek amaçlı olumlu bir adımdı. Dünyanın tüm merkez bankaları için bir "ana politika faizi (main policy rate)" vardır. TCMB için bu, bir haftalık repo ihale faiz oranı.

Para politikasının ekonomideki karar alıcılar nezdinde kolay anlaşılır olması, para politikasının etkinliğini artıran bir unsurdur. Dolayısıyla, çok temel bir politika kuralına geri dönülmüş oldu ve uygulama buldu. Bu çerçevede, 24 Aralık 2020 tarihli PPK toplantısında alınan kararla politika faizi %15'ten %17'ye yükseltildi.

Türkiye, yaklaşık olarak 2013'ten bu yana enflasyon ve faiz arasındaki ilişkiyi tartışıyor. Oysa, tartışılması gereken bir konu değil. Enflasyonu kontrol etmek için faizin bir para politikası aracı olarak kullanılması gerekir.

Enflasyon, iki temel noktadan etkileniyor: arz ve talep. Yani, piyasaya mal ve hizmet sunanların üstlendiği maliyet artışları ya da tüketicilerin talebinde ortaya çıkan artışlar nedeniyle fiyat artışları söz konusu oluyor.

Türkiye, üretim yapısı nedeniyle ithalata bağımlı olduğu için, kur artışlarını maliyet artışı olarak üstlenmek zorunda kalıyor. Nitekim, elimizdeki son ÜFE (üretim cephesindeki enflasyon) verisi yıllık %23.11 düzeyinde. Üretim cephesindeki enflasyonun tüketiciye yansıtılacağı düşünüldüğünde, son TÜFE verisi olan %14.03'ün yükseleceğini öngörmek mümkün. Önümüzdeki dönemde tüketiciye yansıyan enflasyonda artışın devam ettiğini göreceğiz.

Tüketici enflasyonu, üreticinin maliyetinden kaynaklanan enflasyon dışında, kredi mekanizmasının çalıştırılmasıyla artan mal ve hizmet talebiyle de yükselir. Türkiye, Nisan ayı itibarıyla uyguladığı genişleyici para politikasıyla krediye erişimi kolaylaştırdı ve kredinin maliyetini düşürdü. Böylece, artan kredi kullanımları ile tüketimin tetiklediği bir 3. çeyrek büyümesi yaşadı.

Türkiye'deki enflasyonun son dönemde ağırlıklı olarak bir maliyet enflasyonu olduğunu söyleyebiliriz.

TCMB, bugün aldığı faiz artışı kararıyla önümüzdeki dönemde artacak olan enflasyonun kontrol altına alınmasını amaçlayan bir adım attı. PPK toplantısı sonrasında ilan edilen metinde şu ifade yer alıyor: "...enflasyon görünümüne dair risklerin bertaraf edilmesi, enflasyon beklentilerinin kontrol altına alınması ve dezenflasyon sürecinin en kısa sürede yeniden tesisi için, 2021 yılsonu tahmin hedefini göz önünde bulundurarak, güçlü bir parasal sıkılaştırma yapılmasına karar vermiştir." Böylece TCMB, bir kez daha enflasyonun kontrol edilmesi için faizin yükseltilmesi gerektiğini kendi metinleri üzerinden belirtmiş oluyor. Ancak, "tahmin hedefi" ifadesini anlamadım. Bir merkez bankası enflasyon hedeflemesi yapıyorsa, bu hedefini ortaya koyar. Bu ifade, tahmin ettiği bir enflasyon var ve o tahmini hedefliyor gibi bir anlama geliyor ki bunu anlamadığımı ifade etmeliyim. 

TCMB, PPK sonrasında ilan ettiği metinde yüksek büyüme ile oluşan cari açıktaki artışa da dikkat çekiyor. 3. çeyrekteki büyüme oranının yıllık %6.7 olduğunu hatırlayalım. 3. çeyrekte daha yüksek oranlı büyümüş bir başka ülke yok dünyada. TCMB, yüksek büyüme nedeniyle oluşan finansman ihtiyacına böylece dikkat çekmiş oluyor. Yani, Türkiye'nin dışa bağımlı üretim yapısının varlığı da yine TCMB tarafından kabul edilmiş oluyor.

Bir merkez bankasının fiyat istikrarı sağlamak ile ilgili en önemli başarı kriterlerinden biri enflasyonist beklentileri kırmaktır. Reel faiz oranı, beklenen enflasyonla nominal cari faiz oranı arasındaki farktır. Bugünün nominal faiz oranı bugün ve aynı oranda devam edeceği gelecek günler için geçerlidir ama açıklanan enflasyon oranı geçmiş dönemde oluşan fiyatları açıklar. Ancak, piyasa fiyatlamaları enflasyonist beklentiye göre oluşacağı için, enflasyonist beklentinin kırılması para politikasının fiyat istikrarı sağlayabilmesi için önemlidir ve bir başarı kriteridir.

Ekonominin karar alıcıları para politikasının doğru yönetileceğine ve enflasyonun düşürülmesiyle ilgili TCMB'nin kararlı olduğu kanısına varırlarsa, arz ve talep düşeceği beklenen enflasyon koşullarına göre dengelenecektir. Bu noktada olup olmadığımızı önümüzdeki dönemde irdelemeye ihtiyacımız bulunuyor. TCMB ne ölçüde kredibilite kazandı? Bu sorunun cevabını piyasayı izleyerek arıyor olacağız.

TCMB, başkanlık makamında yaşanan değişiklikten bu yana doğru adımlar atıyor. Para politikasına güvenin artık hiçbir soru işareti kalmadığı bir noktaya ulaşması arka arkaya doğru adımların atılmasıyla mümkün. Şunu belirtmeden geçmek mümkün değil: yazdığımız ve tartıştığımız konular standart bir ekonomi eğitimi verebilen bir üniversitenin ikinci sınıfı düzeyine denk geliyor. Bilimsel bakış açılarından geçmiş dönemlerde ne kadar koptuğumuzu anlatıyor bu durum.

Para politikası çok önemli ama ekonomideki tüm gelişmelerin tek belirleyicisi elbette değil. Kısa vadeli yabancı sermayeye bağımlılığı olan Türkiye için temel ekonomi kurallarını öğrenmenin bedeli çok ama çok ağır oldu. Türkiye, yakın geleceği bugünden tüketmiş oldu. Şimdi, reel getirisi kısa vadeli sermaye için tatmin edici olan ve yabancı sermayeyi çekme yeteneğine ulaştığını umduğumuz bir Türk Lirası var. Ancak, siyaset, uluslararası ilişkiler ve jeopolitik risklerin belirleyiciliği hiç akıldan çıkmamalı. Bu cephelerdeki gelişmelerin olumsuzluğu, para politikasının elde etme şansı bulmaya başladığı etkinliği azaltır ya da yok eder.

Doğru para politikası ve mutedil dalgalı sularda ilerleyen bir siyasi atmosfer geçmişteki ağır hatalar nedeniyle bugün üstlenilmek zorunda kalınan ağır finansal maliyetleri enflasyonda düşme başladığı zaman aşağı çekmeye başlar. Ancak, buna daha zaman var.

Para politikasında yaşanan gelişmelerle Türk Lirası'nın cazibesinin artması ile yabancı sermaye girişlerinin gerçekleşmesi ve özellikle dolarizasyonun tersine çevrilmesi bekleniyor. Süreci takip edeceğiz. Türk Lirası'nın cazibesini artırmak üzere mevduattaki stopaj avantajına ek olarak bankaların ihraç ettiği Türk Lirası cinsinden bonoların stopaj oranlarına da avantaj getirildi. Aktif rasyosunun kaldırılması ve zorunlu karşılıklardaki sektör ayrımlarının yok edilmesiyle haksız rekabet unsurlarının bu iki noktada ortadan kaldırıldığı düşünülmekteydi. Ancak, son kararla bir başka cephede haksız rekabet oluştu. Türkiye'de bono ihracını bankalar dışında reel sektör ve banka dışı finans kurumları da gerçekleştirmiyor mu?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Berlin 1978

Çocukluk yaşlarındaydım ama herşeyi hatırlıyorum. Brandenburg’un önünde, bomboş bir Unter Den Linden Caddesi. Her yer bembeyaz. Berlin karla kaplı. Dondurucu bir soğuk var. Evdeki konuşmaları hatırlıyorum. İtalya’ya mı gitsek? Evet ama İtalya’ya her zaman gidilir. 1968’de, öğrenci iken BASF’te staj yaparken Mannheim’dan Berlin’e gittiğini ve çok enteresan şeyler gördüğünü anlatıyor babam. Ya duvar bir gün yıkılırsa? Bir daha görme şansı bulamayacağımız şeyleri görelim; tarihe tanıklık edelim. “Boşverin şimdi İtalya’yı, Demokratik Almanya adında bir ülke de, bugün orada olan duvar da kalmayacak bir gün” diyor babam bizi Berlin’e götürmek için ısrarlı olurken. İtalya yerinde duruyor nasılsa. Karar veriliyor ve bir kaplumbağa Volkswagen ile Regensburg’tan Berlin’e yola çıkıyoruz. Babam, gördüğümüz herşeyi anlatmaya meraklı ve istekli olduğu için, biz de dinliyoruz kendisini. Yaşıma göre konuların ağır gelip gelmeyeceğini düşünmeden anlatıyor. Gördüklerim ve dinlediklerimden etkileniyo