Ana içeriğe atla

Üç kuruşluk Leş Kargaları

Kurumuş çamurun dalga dalga izleri küçücük ellerinin üzerini karartmış. Tırnaklarının içi kir dolu. Simsiyah. Otobüs durağındaki reklam panosunun metal direğine tutunuyor. Küçücük elleri gözüküyor sadece. Panonun arkasından çıkıveriyor bir anda. Şirin mi şirin, güleç mi güleç. Elinde 3 tane peçete poşeti var. Durakta bekleyenlere uzatıp satmaya çalışıyor. Göz göze geliyoruz. Nereden geldi, nerede yaşıyor, ailesi nerede, akşama ne yiyeceğini biliyor mu, nerede ve hangi koşullarda uyuyor? Tahmin ettiğim cevabı içimi burkan soruları birkaç saniye içinde geçiriyorum aklımdan.

Yaklaşıyor bana. Konuşamıyor. Suriyeli olduğunu anlıyorum. Bir miktar para çıkarıp veriyorum. Mendil poşetlerinin üçünü birden vermeye kalkıyor bana. İçim daha bir kötü oluyor. Küçücük bir çocuğun karşılıksız para kabul etmemesi gerektiğini kendisine düşündürmem için peçeteleri almak zorundayım ama peçeteleri alırken içim acıyor aynı anda. Diğer yandan, çok sinirleniyorum.

Doyumsuz, iğrenç, paranın çığırından çıkardığı insan müsveddeleri geliyor aklıma bir an. Karşımda, verdiğim 3-5 kuruş için 3 mendil poşetini birden bana uzatmak gereğini hisseden Suriyeli çocuk.

Lanet olsun bu çocuğu bu hale düşürenlere. Sinirim yüzüme yansımış olmalı ki, mendil poşetlerini uzatırken bakışları ciddileşiyor kızın. Hemen değiştiriyorum yüz ifademi. Güler yüzlü bir bakışa ihtiyacı var çünkü. Hayatın çirkin yüzlerini görmekten daha küçücük yaşta bıktığını sandığım bu kıza, leş kargalarına kızdığım için ciddi dahi bakacak lüksüm olmadığını hatırlatıyorum kendime o an.

Ancak ısrarla bir poşeti alıyorum ve paranın tamamını bırakıyorum kendisine. 3 kuruşluk bir alışverişin milyonlarca paraya yaşatamayacağı duygular. Bu küçücük kirli elli kızın hak etmediğini düşündüğü bir parayı kendisine verdiğim için ahlaken yanlış bir şey öğretmiş olabilir miyim kendisine diye düşünmek bir yandan. Sonra, bu mu yani ahlaki bozukluk diye kendimle tartışan halim.

Suriyeli çocuk, sadece denk geldiğim milyonlarcasından biri. Yaşamın yol ayrımlarında tercihler yapacak. Belki de hiç tercih yapamayacak. Mecbur kaldığı bir hayatı istese de, istemese de yaşayacak belki de. Bir gece tepesine inen bir bombayla ölecekti belki. Belki de sadece ve sadece yaşamını sürdürebilmenin şansını yaşıyor şimdi. Belki iyi bir insan, belki de kötü bir insan olacak bir gün. 3 kuruşun 3 poşetlik dürüstlüğü bir ömür devam edecek mi vicdanında acaba?

Başkalarının, küçücük çocukların sefaletine üzülmez, acımaz leş kargaları. Kendi ihtişamlarının teminatıdır başkalarının sefaleti. O başkaları ölümü yaşasalarda, hissetseler de.

İrkiliyorum her ölümün arkasından Dolar'ın kaç olduğunun hesabının yapılmasına. ".... saldırıda ölenlerin sayısı ...ya yükseldi ve Dolar ...ya dayandı". İnsanlığın ölümden sonrasına biçtiği bedel bu. Ölümden sonranın fiyatı var.

Batan bankaları birkaç ayda kurtaran dünya, 3 kuruşluk bir alışverişin açığa çıkardığı dünyayı petrolün fiyatı kadar önemsemiyor. İnsanın kendisinde mi, düzende mi, her ikisinde de mi terslik?

Karamsarsın diyorlar bazen bana. "Gösterin iyi olacak bir şey, iyimserliğe hazırım" diyorum. Hem, etrafımızda olup bitenleri görüp, analiz edip bir sonuca varmak için iyimser-karamsar duygulara ihtiyaç mı var? Gördüklerimizden, yaşadıklarımızdan, okuduklarımızdan çıkardıklarımız var sadece.

İnsanoğlu ürememeli artık. Suriyeli kızın milyonlarcası her ırktan, dilden, dinden var. Sıkıntı, ırkta, dilde, dinde zaten. Farklılıklara tahammülü yok insanın. Leş kargalarının dümenindeki Suriyeli çocuk, bir Yahudi, bir Hırıstiyan olsaydı, o 3 kuruş için dahi Türkiye'de dolaşabilir miydi acaba? Emin değilim artık. Hem de hiç. Ve bu, benim içimi acıtıyor çok.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Berlin 1978

Çocukluk yaşlarındaydım ama herşeyi hatırlıyorum. Brandenburg’un önünde, bomboş bir Unter Den Linden Caddesi. Her yer bembeyaz. Berlin karla kaplı. Dondurucu bir soğuk var. Evdeki konuşmaları hatırlıyorum. İtalya’ya mı gitsek? Evet ama İtalya’ya her zaman gidilir. 1968’de, öğrenci iken BASF’te staj yaparken Mannheim’dan Berlin’e gittiğini ve çok enteresan şeyler gördüğünü anlatıyor babam. Ya duvar bir gün yıkılırsa? Bir daha görme şansı bulamayacağımız şeyleri görelim; tarihe tanıklık edelim. “Boşverin şimdi İtalya’yı, Demokratik Almanya adında bir ülke de, bugün orada olan duvar da kalmayacak bir gün” diyor babam bizi Berlin’e götürmek için ısrarlı olurken. İtalya yerinde duruyor nasılsa. Karar veriliyor ve bir kaplumbağa Volkswagen ile Regensburg’tan Berlin’e yola çıkıyoruz. Babam, gördüğümüz herşeyi anlatmaya meraklı ve istekli olduğu için, biz de dinliyoruz kendisini. Yaşıma göre konuların ağır gelip gelmeyeceğini düşünmeden anlatıyor. Gördüklerim ve dinlediklerimden etkileniyo