Ana içeriğe atla

Kredi Piyasası Nasıl Kilitlendi?

2010’lu yılların başlarında faizin enflasyonun nedeni olduğu tezi ortaya atıldı. Bu tezin uygulamaya geçirilmesi için Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) siyasi baskı altına alındı. TCMB, siyasi baskının sonucu olarak para politikası kararlarında zamanlama hataları yapmaya başladı. Para politikası araçlarını doğru zamanda doğru miktarda kullanmak politika etkinliğini artırır. Siyasi baskı, TCMB’nin para politikası etkinliğini azalttı.

TCMB, siyasi baskıdan kaçmak amacıyla para politikası araçlarını piyasanın anlayamayacağı karmaşık bir hale getirdi. Piyasa diliyle “örtülü faiz artışları” gibi isimlendirmelerle politika faizi artırılmadan paranın kullanım maliyeti gerektiğinde siyasi baskı nedeniyle “gecikmeli” olarak artırılıyordu. Faiz artıyordu ama çok karmaşık yöntemlerle.

2010’ların başlarında, siyasi baskı başlarken merkez bankasının bağımsız olduğu yine de vurgulanıyordu. 2019’da, merkez bankası başkanlarının art arda görevden alındıkları bir süreç başlıyordu. TCMB’nin para politikası araçlarını kullanmakta herhangi bir yetkisi kalmamıştı.

TCMB’nin bağımsızlığını yitirdiği süreç, yargının da bağımsızlığını yitirdiği, kuvvetler ayrılığı gibi demokrasinin en önemli kavramlarından birinin yok edildiği süreçle beraber yürüdü. Türkiye, demokratik ülkelerin yönetim ilkelerinde düşünülemeyecek ve ülkeyi “yönetim krizine” götüren bir süreçle karşı karşıya kaldı. Ekonomi yönetiminde yaşananlar, siyasi anlayışın bir izdüşümü ve mütemmim cüzüydü.

TCMB’nin hükümetin bir bakanlığı gibi çalışmaya başlamasıyla faiz ile ilgili kararlar doğrudan cumhurbaşkanı tarafından alınmaya başlandı. Nitekim, önümüzdeki dönemde faizin tek haneye ineceği yönünde açıklamalar ve bu açıklamalara dayanan tahminler bulunuyor.

Ekonomi teorisinde yeri olmayan bir tez Türkiye’yi serbest piyasa koşullarından uzaklaştırdı. Faiz indirimleri ile bozulan dengeleri korumak için getirilen yeni kurallar dengesizliklerin artmasına neden oldu.

Mevduat için uygulanan zorunlu karşılıklar kredilere de uygulanmaya başladı. Önce %10, sonra %20 yapılan zorunlu karşılıklar geçtiğimiz haftalarda sıfırlandı. Bunun yerine, bankalara kullandırdıkları krediler karşılığında menkul kıymet alma zorunluluğu getirildi. Amaç, politika faizi indirilirken kamu finansmanının maliyetini de düşürmek. Ancak, devletin yabancı para cinsinden borcu da var ve artan riskler nedeniyle bu borcun maliyeti olağanüstü seviyelerde seyrediyor. Borcun maliyeti, çeşitli vadelerde ABD Doları cinsinden kabaca %9-11 aralığında bulunuyor.

Türkiye’nin faiz giderlerinin bütçedeki payı 2017’den bu yana yükseliyor. Faizi baskı altında tutmaya çalışan hükümet, devletin faiz giderlerini artırıyor.

Piyasanın mantığı ve kuralları var. Sürekli ilan edilen yeni düzenlemelerle 6 ayda ulaşılması planlanan hedeflerin gerçekleşmediği görüldükçe, çare piyasanın işleyişini her düzenlemeyle daha fazla bozmak oldu. Piyasa işleyişi ile uyumlu olmayan kuralların getirilmesi “piyasanın doğal dengelerinde çalıştırılmaması” noktasına ulaştı.

Yeni kurallarla kredi faizlerine tavan getirildi. Yani, herhangi bir bankanın en doğal hakkı olan “risk fiyatlaması” yapılamaz noktaya geldi. Bunun üzerine bankalar, bir kredinin belli bir vadede hedeflenen getirisini elde edebilmek için faiz oranının üzerine komisyon oranlarını da kullanarak fiyatlama yapmaya başladılar. Kredi için verdikleri fiyatlar, Türkiye İstatistik Kurumu’na (TÜİK) göre enflasyonun %80.21 olduğu koşullarda %25-30 aralığında seyretti. Bu oran, kredi kullanmanın cazibesini krediyi kullanan açısından ortadan kaldırmıyor. Ayrıca, enflasyonu düşürmeye de yetmiyor.

Yeni kurallarla, 31 Aralık 2021’deki TL2.8 trilyon düzeyinden 16 Eylül 2022’de TL4.2 trilyon düzeyine ulaşmış olan Türk Lirası cinsinden kredilerin genişlemesini durdurmak mümkün olmadı. Bu şartlarda, enflasyon doğal olarak düşmedi. Kurdaki yükselişin enflasyon yaratan etkilerini ortadan kaldırmak amacıyla geliştirilen kur korumalı mevduat uygulaması ile dolarizasyon sorunu da çözülemedi. Tasarruf sahibinin piyasa koşullarındaki doğal tercihleri göz ardı edilerek baskı kuruldu. Bankalar, firmalardan ve bireylerden oluşan mevduat sahiplerini yabancı para cinsinden mevduattan vazgeçirememeleri durumunda bir ceza ile karşı karşıya kaldılar.

Yapılanların özeti şu: faiz, piyasadaki para hacmini piyasa mantığı çerçevesinde genişletici yönde etkilerken, baskı yöntemleriyle piyasa işleyişi ortadan kaldırılarak para hacmi daraltılmaya çalışılıyor. Ortada bir çelişki ve yönetim krizi var.

TCMB, bankaların fiyatlama yeteneklerini risk yönetimi ilkeleri çerçevesinde kullanabilmek için buldukları alternatif yöntemlere de müdahale etti. Komisyon oranları ile ilgili bir düzenleme devreye alındı. Yani, bankaların fiyatlama yapabilmeleri daha zor hale geldi. Bankaların tahsil ettikleri her komisyonun bir adı var. Bu komisyonların bazıları kurallar gereği yılda ancak bir kez alınabiliyor. Diğer komisyon türlerinin tahsilatı da ancak belli teknik sınırlar dahilinde mümkün. Bu teknik sınırlar da zorlanınca, hangi yeni yöntemlerle bankalar tahsilat yapabilecek? Bankalar, kendi bilanço yönetim ilkeleri çerçevesinde risk-karlılık dengelerini nasıl koruyabilecekler? Kredi vermek için devlet tahvili almak zorundalar. Bilançolarını risk-karlılık dengelerinde yönetebilmek için enflasyonun %80.21 olduğu koşullarda kabaca %10.50 ile %14.50 arasında değişen devlet tahvillerini almak isterler mi? Bu tahvilleri almak istemeyeceklerine göre kredi de vermeyeceklerdir. Nitekim, özellikle son 1 ayda ortaya çıkan sonuç bu oldu.

Enflasyonu düşürmek için kredi hacmi genişlemesini yavaşlatmak ya da enflasyonun yüksekliğine göre durdurmak gerekir. Ancak bu, serbest piyasa koşulları dışına çıkılarak yapılıyorsa, ortaya “çalışmayan bir piyasa” çıkar.

Bankaların maliyetlerini hesaplayabilmeleri son derece güç bir hale geldi. Maliyet hesaplama zorlukları ve cezalardan kaçabilmek için aldıkları önlemler kredi piyasasını zaman zaman durma noktasına getirdi. Bazı günlerde ve hatta bir hafta boyunca kredi fiyatlamasının yapılamadığı günler yaşandı. Tüm bunlar, önceki aylardaki yazılarda öngördüğümüz tahminler değil, gerçekleşenler.

Son dönemlerin düzenlemelerinde önemli bir ayrım var. Tüm düzenlemelerin kapsamına giren ve girmeyen kredi türleri bulunuyor. Şu kredi türleri düzenlemelerin kapsamı dışında: küçük ve orta boy işletmelere yönelik krediler, esnaf kredileri, ihracat kredileri, yatırım kredileri, tarımsal krediler, kurumsal kredi kartları, mali kuruluşlara kullandırılan krediler, tüketici kredileri, kamu kuruluşlarına yönelik krediler. Bu kredi türleri dışındaki kredilerin menkul kıymet tutma zorunluluğu bankalar için cazip değil. Bu kredi türleri içinde bankalar için bir noktaya kadar halen “verilebilir olarak kabul edilen” krediler ihracat kredileri ve mali kuruluşlara kullandırılan kredilerdi.

28 Eylül 2022 günü, bir başka düzenleme daha yapıldı. Düzenlemede, “ihracatçı” ve “ihracat kredisi” tanımlamaları değiştirildi. Son 3 mali yılda ya da son mali yıldaki “ihracat toplamın ithalat toplamına oranı en az %110 olan firmalara en fazla iki yıl için kullandırılan krediler” ifadesi kullanıldı. Bunun anlamı, dış ticaret hacmi ağırlıklı olarak ithalattan oluşan firmalara kredi kaynağının kesildiğidir.

Temmuz 2022 verilerine göre, Türkiye’nin Ocak-Temmuz 2022 dönemi dış ticaret açığı geçen yılın aynı dönemine göre %143.7 oranında artarak $62.2 milyara ulaşmıştır. Bu açık, yıllık bazda 2022’nin ilk çeyreğinde %7.5 ve 2. çeyreğinde %7.6 oranında büyüme elde edilmiş bir döneme denk gelmektedir. Diğer bir ifadeyle, Türkiye ithalat yapmadan büyüyemiyor. TÜİK verilerine göre, Ocak-Temmuz 2022 dönemi ithalatının %81.9’u ara malı ithalatından oluşuyor. %10.5’i ise sermaye malı ithalatından oluşuyor. Her iki kategorinin toplamı %92.4. Yani, Ocak-Temmuz 2022 döneminin toplam $206.5 milyarlık ithalatının %92.4’ü üretim amaçlı olarak gerçekleşiyor. 28 Eylül 2022 gününe ait düzenleme ile dış ticaretin $206.5 milyarlık bölümünün kredi kaynağı kesilmiş oldu.

Sonuç itibarıyla, kredi piyasasında fiyatlamanın piyasa işleyişi çerçevesinde mantığı kalmadı. Fiyatlamanın risk ve karlılık dengeleri analizine dayandırılması ve bu doğrultuda ticari hedefler konulması imkânsızlaştı. Tasarruf sahibinin yabancı para yerine Türk Lirası cinsinden tasarruf yapmasını özendirecek piyasa matematiği uzun süredir yok. Enflasyonun temel nedenlerinden olan ve zaman zaman ortaya çıkan kur ataklarının önüne geçebilecek bir strateji bulunmuyor. Kuru bir miktar dizginleyen unsurlardan birinin Temmuz 2022’de $36.6 milyara ulaşan son 12 ayın cari açığının finanse edilmesini sağlayan $24.3 milyarlık “net hata ve noksan kalemi” olduğu tespit edilebiliyor. Kaynağı belli olmayan bir para girişiyle bir ülkenin ekonomi stratejileri oluşturulmaz. Durum, TCMB’nin geç likidite penceresi üzerinden para politikası yönetmeye çalıştığı günleri andırıyor.

Çok önemli bir düzenleme ile krediler giderek artan oranda “harcama mukabili” olarak kullandırılacak. Bu uygulamaya “finansal disiplin” ve “risk yönetimi” prensipleri çerçevesinde itiraz olmaması gerekir. Ancak, amacı siyasal sistemi dine dayandırmak olan bir hükümetin bu adımını bir rejim değişikliğinin parçası olarak okumak gerekiyor. İslami bir modele döndürülmekte olan finans piyasası büyük resimdeki büyük bir değişim niyetinin ekonomik adımıdır.

Not: Bu yazı, 29.09.2022 tarihinde yazılmış ve daha sonra PolitikYol sitesinde yayınlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Berlin 1978

Çocukluk yaşlarındaydım ama herşeyi hatırlıyorum. Brandenburg’un önünde, bomboş bir Unter Den Linden Caddesi. Her yer bembeyaz. Berlin karla kaplı. Dondurucu bir soğuk var. Evdeki konuşmaları hatırlıyorum. İtalya’ya mı gitsek? Evet ama İtalya’ya her zaman gidilir. 1968’de, öğrenci iken BASF’te staj yaparken Mannheim’dan Berlin’e gittiğini ve çok enteresan şeyler gördüğünü anlatıyor babam. Ya duvar bir gün yıkılırsa? Bir daha görme şansı bulamayacağımız şeyleri görelim; tarihe tanıklık edelim. “Boşverin şimdi İtalya’yı, Demokratik Almanya adında bir ülke de, bugün orada olan duvar da kalmayacak bir gün” diyor babam bizi Berlin’e götürmek için ısrarlı olurken. İtalya yerinde duruyor nasılsa. Karar veriliyor ve bir kaplumbağa Volkswagen ile Regensburg’tan Berlin’e yola çıkıyoruz. Babam, gördüğümüz herşeyi anlatmaya meraklı ve istekli olduğu için, biz de dinliyoruz kendisini. Yaşıma göre konuların ağır gelip gelmeyeceğini düşünmeden anlatıyor. Gördüklerim ve dinlediklerimden etkileniyo