Fed, 15 Haziran 2022
günü 0.75
puanlık faiz artırımı
gerçekleştirdi. Böylesi bir artış, 1994’ten
bu yana bir ilk.
Fed, faiz artırımı sürecine Mart’ta 0.25 puan ile başladı. Mayıs’ta 0.50 puan daha
artırdı. Haziran’ın faiz artırımı ile Fed’in faizi 1.50-1.75 aralığına ulaşmış
oldu.
Fed, Mayıs
itibarıyla %8.6’ya ulaşan
enflasyonu %2’ye
çekmek yönündeki iradesini kararlılıkla vurguladı. Ancak, Rusya-Ukrayna savaşı
ve Çin’in Kovid-19’a karşı önlem amaçlı kapanma uygulamaları tedarik
zincirlerini olumsuz etkiliyor. Fed’in arz yanlı aksamalardan kaynaklanan
enflasyonist baskılara doğrudan etkisi olamaz. Ancak, dolaylı etkiler
yaratabilir. Fed’in faizi artırmasına rağmen enflasyonun düşmeye direnmesinin
temel nedeni arz kaynaklı aksamalar.
Dünyanın en
etkili merkez bankası olarak Fed’in kararları tüm dünyayı etkiliyor. Dünya
ekonomisi tarihi dönemeçlerden geçiyor. Geçmişteki tarihi dönemeçlere yer veren
analizler bugün yaşanan gelişmelerin farklı içeriklerle geçmişle
benzeşen özellikler taşıyabildiğini görmemizi sağlıyor. Bu amaçla, Fed’in faiz
kararını bağımlılık teorilerinin bir yönünden ele alarak değerlendirmeye
çalışalım.
1950’li yıllarda
bir görüş ortaya atılır. Görüşün sahibi, Arjantinli Raul Prebisch’tir. 1950’den 1963’e kadar Birleşmiş Milletler
Latin Amerika ve Karayipler Ekonomik Komisyonu’nun icra sekreterliği görevini
yürütmüştür.
Prebisch,
sanayileşmiş ülkelerdeki büyüme oranlarının gelir düzeyi düşük ülkelere mutlak
olarak yansımadığını tespit eder. Hatta, sıklıkla sorun yaratabildiğini gözlemler. Prebisch’in tezi Klasik İktisat’ın
büyümeden herkesin yararlanacağı görüşüne ters düşmektedir.
Zengin ülkeler,
düşük gelirli ülkelerden emtia satın alıyor ve emtiayı işliyordu. Zengin
ülkelerin üretim ile ek katma değer yarattığı nihai ürünler daha sonra düşük
gelirli ülkelere satılıyordu. Zira, düşük gelirli ülkeler yüksek gelirli
ülkelerin sahip olduğu üretim olanaklarına sahip değildi. Bu dış ticaret
döngüsünün düşük gelirli ülkeler açısından olumsuz sonuçları bulunuyordu. Düşük
gelirli ülkelerin sattığı emtianın satış değeri yüksek gelirli ülkelerin üretim
süreçleri sonunda ürettikleri nihai ürünün değerinin doğal olarak altındaydı.
Bu nedenle, düşük gelirli ülkelerin ihracatının (satılan emtia) ithalatını
(yüksek gelirli ülkelerin ihracatı) karşılayabilmesi hiçbir zaman mümkün
olamazdı.
Prebisch’in
düşük gelirli ülkeler için çözümü ithal ikamesiydi. Yani, yerli sanayiyi
geliştirerek yüksek gelir grubundaki ülkelere karşı ithalat bağımlılığını
azaltma yöntemi kullanılmalıydı. Ancak, bunu başarmanın önünde engeller
bulunuyordu.
Düşük gelirli
ülkelerin pazar büyüklükleri ölçek ekonomisi yaratacak büyüklükte değildi. Bu nedenle,
yerli üretime geçmenin ekonomik gerekçesi oluşamıyordu. Siyaset, bu yönde adım
atmak konusunda bir irade ortaya koyamıyordu. Düşük gelirli ülkelerin ihraç ettiği
emtianın nasıl paylaşılacağı da bir sorundu. Zira, emtiaya zengin ülkeler de
ihtiyaç duyuyordu. Düşük gelirli ülkelerin de kalkınmak için yüksek gelirli
ülkelerle ticarete ihtiyacı vardı.
Bağımlılık teorilerine
serbest piyasa ekonomisini benimseyen görüşler içinde farklı okulların bakış
açılarıyla bakmak mümkün. Diğer yandan, Marksist
görüşe sahip
iktisatçılar konuyu emperyalizm ekseninde irdelemekteler.
Prebisch’in
fikirlerinin oluşmasına vesile olan 1950’lerin dünyası bugüne göre çok
farklıydı. Ancak, ülkelerin gelişmişlik düzeyinden kaynaklanan bağımlılık
kavramı nitelik ve nicelik değiştirse de bir gerçek olma özelliğini kaybetmedi.
Nitekim, 1980’lerin Latin Amerika krizi de bağımlılığın bir göstergesi oldu.
Prebisch’in dış ticaret üzerinden anlattığı bağımlılık 1980’lerde para
politikaları üzerinden yaşanıyordu.
1979’da, Fed’in
başına başkan Jimmy Carter tarafından Paul Volcker getirildi. 1979’un petrol
krizi sonrasında yükselen enflasyon nedeniyle Volcker faizi neredeyse %20 seviyesine çıkardı. Enflasyon, Mart 1980’de hemen hemen yıllık %15’e kadar çıkmıştı. Volcker, faiz artırımı ile 1982’nin
sonlarına yaklaşılırken enflasyonu düşüyordu ama işsizlik %10.8’e ulaşmıştı.
Yok olan işlerin %90’ı madencilik, inşaat ve üretim sektörlerindeydi.
Ekonominin
yavaşlaması nedeniyle ABD’de bazı ekonomik sıkıntılar baş göstermeye
başlamıştı. Otomobil bayileri satılamayan araçların anahtarlarını protesto amacıyla Fed’e postalıyor, çiftçiler
traktörleriyle Fed binası çevresinde tur atıyorlardı.
Yüksek
enflasyondan kurtulmak için uygulanan para politikası ABD içinde
hoşnutsuzluklar yaratırken dünya genelinde de önemli etkiler yaratıyordu.
Ancak, Latin Amerika’yı her yerden fazla etkiliyordu.
Volcker’ın faiz
hamlesinin gelişmekte olan ülkelere maliyeti ağırdı. ABD’de faizin artması
Latin Amerika’ya bir kayıp
10 yıl yaşatmıştı. Milli
gelir çökmüş, işsizlik patlamış ve fakirlik yayılmıştı. Volcker’ın kararı ABD
için doğru da olsa, Latin Amerika krizinin o güne kadar dünyanın gördüğü en
sert finansal kriz
olduğu dahi düşünülüyordu.
Latin Amerika
başta olmak üzere gelişmekte olan pek çok ülke için temel sorun Amerikan Doları
cinsinden borçluluk idi. Fed’in faizi artırmasıyla Dolar cinsinden faizin
artması borcun maliyetini artırıyor ve bir borç
krizine sebep
oluyordu.
Bağımlılık
teorilerinin perspektifindeki dünya şekil değiştiriyor ama bağı tutanlarla
bağımlı olanlar arasındaki bağımlılık ilişkisi onlarca yılda değişmiyor. Fed’in
15 Haziran 2022 tarihli ve son 28 yılın en yüksek faiz artırımını tarihe
odaklanarak değerlendirmek ilerleyen aylar için ışık tutuyor.
Fed, önümüzdeki
toplantılarda da 0.50 ya da 0.75 puanlık faiz artırımlarına gideceğini
belirtiyor. Öngörülerini
sunuyor. Fed’in
faiz artırımları, ABD’nin enflasyonunun dünyaya ve özellikle gelişmekte olan ve
az
gelişmiş ülkelere ihracı
anlamına geliyor.
2019’dan 2021
sonuna kadar gelişmekte olan ülkelerin brüt
kamu borçları %10 artarak toplam gelirin %64’üne ulaştı. Gelişmekte olan ülkelerin açık döviz
pozisyonları ve cari açık rakamları yükselmiş borçluluk düzeyleriyle beraber
para ve maliye politikalarını yeniden gözden geçirmelerine neden oluyor.
Aşağıdaki Dolar
endeksi grafiği, Amerikan Doları’nın değerindeki artışı gösteriyor. Fed’in
atmakta olduğu ve atacağı adımlarla ilgili beklentiler bu yükselişin en önemli nedeni.
Kaynak: https://www.marketwatch.com/investing/index/dxy
İlerleyen
dönemde, Dolar’a ulaşmak zorlaşacak. Dolar, dış ticaret, borç ödemek ve rezerv
tutmak için gerekli. Dolar cinsinden borçlanmanın maliyeti artacak. Gelişmekte
olan ülkeler, ekonomik canlılıkla değer kaybeden para birimlerinin yol açtığı
enflasyon yükselişini durdurmak arasında hassas tercihler yapmak zorunda
kalacaklar. Güçlü döviz rezervlerinin, dengeli para ve maliye politikaları
kullanımının önemi büyük olacak. Kurumsal yönetim ilkeleri doğru belirlenmiş
gelişmekte olan ülkeler avantajlı olacak.
Süreç, ABD’nin
resesyon yaşaması halinde
daha zorlayıcı olacak. Fed’in adımlarına rağmen, arz yanlı aksamalar devam
ederse, resesyonun stagflasyona dönüşme olasılığı da mevcut. Bu tecrübeleri
“bağımlılıktan kurtulmak” amacıyla bir gün kullanmak isteyen ülkeler kalkınmak zorunda. Fakat, dünyada
konum değiştirmek
onlarca yıl alıyor. O da, niyet olursa. Yani, Prebisch’in bağımlılıktan
kurtulmanın yolunu ararken engel olarak gördüğü siyasi iradenin eksikliği
ortadan kalkarsa.
Not: Bu yazı, 16.06.2022 tarihinde yazılmış ve daha sonra PolitikYol sitesinde yayınlanmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder