Ana içeriğe atla

Pakistan’ın %12.7’lik Enflasyonu Sorun ama Türkiye’nin %61.1’i Sorun Değil mi?

Pakistan başbakanı İmran Han 10 Nisan 2022 günü, Pakistan Parlamentosu’ndan güvensizlik oyu alarak başbakanlığı bırakmak zorunda kaldı. Pakistan, 75 yıl önceki kuruluşundan bu yana politik istikrarsızlık yaşayan ve defalarca askeri darbelere maruz kalmış bir ülke. Ülkede, 5 yıllık başbakanlık süresini tamamlayabilmiş bir lider yok.

Han, iktidara gelirken yolsuzluk ile mücadele sözü verdi. Pakistan’ın ABD’nin dış politikasının güdümünden kurtulacağını vaat etti. Güvensizlik oyunu, ABD’nin bir komplosu olarak görüyor.

Han döneminde Pakistan ile ABD ilişkileri soğudu. Han, Uluslararası Para Fonu (IMF) kaynaklarına başvurdu ve bu nedenle tutarsızlıkla suçlandı. Her ne kadar IMF uluslararası bir kuruluş olsa da, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülkelerin birçoğunda ABD’nin kontrolünde olan bir kuruluş olarak değerlendiriliyor ve siyasi çatışma malzemesi yapılabiliyor.

Han hükümetinin güvensizlik oyu almasının arkasında çok neden var. Önemli nedenlerden biri de ekonomi. Han, iktidara gelirken Pakistan’ı İslami refah devletine dönüştüreceğini belirtmişti.

Mart 2022 itibarıyla Pakistan’da enflasyon oranı %12.7, Türkiye’de %61.1. Pakistan Rupisi’nin son 1 yıldaki değer kaybı %17.7, Türk Lirası’nın %44.7.

Bu veriler, Pakistan’da muhalefetin elini güçlendirdi. Zira, yükselen enflasyon ve süratle değer kaybeden bir para birimi söz konusu.

Cari açığın gayrisafi milli hasılaya oranı Pakistan’da %5.1, Türkiye’de %2.8. Bütçe açığının gayrisafi milli hasılaya oranı Pakistan’da %6.3, Türkiye’de %3.9.

Pakistan’ın merkez bankası, Pakistan ekonomisinin ve küresel gelişmelerin yarattığı olumsuzluklar karşısında son gerçekleşen Para Politikası Komitesi toplantısında faiz oranını 250 baz puan artırarak %12.25’e yükseltti. Çok temel bir para politikası kuralını uyguladı. Ülkenin resmi adı, Pakistan İslam Cumhuriyeti. İslam, 1956’dan bu yana ülkenin resmi dini.

Pakistan, ne siyasetiyle, ne de ekonomisiyle iyiye örnek teşkil edecek bir ülke değil. Türkiye, hükümetiyle, toplumun belirli bir kesimi ile kendisini dünyanın ileri gelen ülkelerinden biri olarak görüyor. Ülkenin içinde bulunduğu siyasi ve ekonomik koşullar bu ruh halinin temelsiz olduğuna ve ağırlıklı olarak siyasetin yarattığı algıyla oluştuğuna işaret ediyor. Hatta, Pakistan ve benzeri ülkelerin ve hatta gelişmiş ülkelerin Türkiye’den çok daha geride olduğu Türkiye’nin genel toplumsal algısında son yıllarda hakim bir kanı olma özelliği taşıyor.

Türkiye, merkez bankasını hükümetin bir bakanlığı konumuna getirdi. Faiz oranını, küresel gelişmeleri ve Türkiye’nin içinde bulunduğu ekonomik koşulları dikkate almadan belirledi ve para politikasını yok etti. Enflasyon, küresel gelişmelerin Türkiye için de, Pakistan için de aynı olduğu koşullarda Türkiye’de %61.1, Pakistan’da %12.7 düzeyinde.

Küresel gelişmelerin her ülke üzerinde farklı etkileri olacaktır. Ancak, iki ülkenin temel para politikası uygulamasında çok büyük bir fark var. Türkiye’nin enflasyonu %61.1, politika faizi %14. Pakistan, %12.7’lik enflasyonuna karşı faiz oranını %12.25’e çıkarıyor ki zaten yüksek olan enflasyon kontrolden çıkmasın.

Pakistan, zaten kendi iç siyasi dengesizlikleri ve istikrarsızlıkları ile meşgul. Ülkede, başbakanlık dönemini resmi süresinin sonuna ulaştırabilmiş lider henüz çıkabilmiş değil. Ayrıca, siyasi dengesizliğin ve istikrarsızlığın nedenlerinden birini yükselmiş olan enflasyon ve değer kaybeden para birimi oluşturuyor.

Pek çok açıdan Türkiye’ye göre geri kalmış Pakistan’ın enflasyona verdiği siyasi, toplumsal ve para politikası açısından tepkisi yukarıda anlatıldığı gibi iken, Türkiye nasıl tepki veriyor?

Türkiye’de enflasyon Ağustos 2021’de %19.25 idi. O noktada, ülkenin merkez bankası politika faizini %19’dan %14’e tedrici olarak indirdi.

Türkiye’de hükümet, %61.1’e karşı uyguladığı %14’lük faizle toplumun Türk Lirası (TL) cinsinden yatırım yapma motivasyonunu yok etti. Hükümet, toplumu piyasa koşullarında TL cinsinden yatırıma özendirmek yerine ekonomi mantığının dışına çıkarak TL cinsinden yatırıma “zorluyor”.

Kur korumalı mevduat (KKM), kurda önemli bir artış ortaya çıkmadığı sürece pozitif reel getiri sunmuyor. Hükümet, kurda önemli bir artış olmaması için çeşitli yöntemler deniyor. Kurun artmaması, tasarruf sahibini enflasyon karşısında reel getirisi olmayan bir durumla karşı karşıya bırakıyor. Kurun artması ise, devlet hazinesi için ağır bir maliyet anlamına geliyor. KKM’nin yaratacağı toplumsal eşitsizlik ise bambaşka bir olumsuzluk.

Hükümetin kur artışını engellemek amacıyla ortaya koyduğu uygulamalardan biri ihracatçı üzerinden yürüyor. İhracatçılar, ihracat bedellerinin %25’ini TL’ye çevirmek zorundaydılar. Oran, %40’a çıkarıldı. İthalat yapmadan ihracat yapamayan ihracatçı için anlamlı olmayan bir uygulama. Bu, piyasa koşulları çerçevesinde TL mevduat özendirilmediği için “baskıyla” TL mevduat yaratma çabasıdır. Ortada, bir çaresizlik söz konusu.

Kur korumalı mevduat (KKM) uygulaması ile şirketlere vergi avantajları sunuldu. Bu durumda, hem KKM’nin mantığı gereği kamu maliyesinin hasar alması söz konusu, hem de vergi avantajı nedeniyle kamu kesiminin azalan vergi tahsilatı söz konusu.

Bankalara, döviz mevduat hesaplarından belirli oranlarda TL cinsinden mevduata dönüş sağlanmadığı takdirde, komisyon adı altında ceza uygulanacak. Böylece, TL cinsinden mevduat tutmayı mevcut faiz oranlarında cazip bulmayan tasarruf sahiplerinin hükümet tarafından hoşa gitmeyen tasarruf tercihlerinin bedeli bankalara ödetilecek. Ayrıca, bankalara tasarruf sahiplerinin TL cinsinden mevduata geçmeleri konusunda baskı uygulatılıyor.

Fiyat denetimi gibi yöntemlerle, yaptıkları maliyet hesaplarıyla stok seviyesi belirlemeye çalışan işletmelere baskınlar düzenlenmesi gibi tehditkâr uygulamalarla enflasyonun düşürüleceği düşünülüyor. Bu gibi baskı yöntemleri, tarih boyunca hedeflenenin tam tersi sonuçlar doğurmuştur.

Toplumun alım gücünün düşmemesi için hazine kaynakları kullanılarak bazı desteklerin açıklanacağı iddia ediliyor. Ayrıca, enflasyon korumalı bir hazine ürününün çıkarılacağı bakan tarafından dile getiriliyor. Enflasyon korumalı bir ürün, tasarruf sahibini enflasyona karşı koruyacaksa, getirisi mevcut verilerle en az %61.1 olacaktır. Bu getiri, faiz değilse nedir? O halde, neden Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB)’nın politika faizi kullanılmamaktadır? Topluma ağır ekonomik hasarlar vermekte olan bilim dışı yöntemlerin amacı nedir?

Türkiye, enflasyonu düşürmek için hiçbir ekonomi politikası önlemi almadığı gibi, önlem olarak düşündüğü uygulamalarla enflasyonu kontrol altına alamayacaktır. Ayrıca, kontrol altında olduğu düşünülmesi gereken seviye nedir? %8, %10 ya da başka hangi oran?

Türkiye’nin enflasyon hedefi nedir? TCMB tarafından hedef olduğu iddia edilen %5 midir? Böyle bir hedefin ilan edilmesi dahi mevcut uygulamalar altında ekonomi yönetimi ciddiyetiyle bağdaşmamaktadır. Nitekim, hükümet tarafından enflasyonun düşeceği belirtilmekte ama herhangi bir hedef oran ifade edilememektedir.

TL cinsinden tasarruf yapmış olanların negatif reel getiriye dayanabilmesi mümkün değil. Mevcut durumun sürdürülemez oluşu, kur ve faizde mutlaka yukarı gidişin sinyalini veriyor. Bunu tetikleyen unsur ne olacak ve bu gelişme ne zaman gerçekleşecek? Bu sorunun cevabı yok.

Sonuç: ABD’de enflasyonun küresel enerji ve gıda fiyatları artışlarının da etkisiyle %8.5’e ulaştığı bir dünyada Pakistan’ın enflasyonu %12.7. Pakistan’daki enflasyon, güvensizlik oyunun nedenlerinden biri. Türkiye’deki enflasyon %61.1. Türkiye’nin Pakistan gibi bir ülkenin düzeyine “çıkabilmesi” ancak hükümet değişikliği ile mümkün gözüküyor. Veriler, Türkiye’nin dünyanın önde gelen ülkelerinden biri olduğu algısının siyasi nitelikli ve temelsiz olduğunu ortaya koyuyor.

Not: Bu yazı, 14.04.2022 tarihinde yazılmış ve daha sonra PolitikYol sitesinde yayınlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Berlin 1978

Çocukluk yaşlarındaydım ama herşeyi hatırlıyorum. Brandenburg’un önünde, bomboş bir Unter Den Linden Caddesi. Her yer bembeyaz. Berlin karla kaplı. Dondurucu bir soğuk var. Evdeki konuşmaları hatırlıyorum. İtalya’ya mı gitsek? Evet ama İtalya’ya her zaman gidilir. 1968’de, öğrenci iken BASF’te staj yaparken Mannheim’dan Berlin’e gittiğini ve çok enteresan şeyler gördüğünü anlatıyor babam. Ya duvar bir gün yıkılırsa? Bir daha görme şansı bulamayacağımız şeyleri görelim; tarihe tanıklık edelim. “Boşverin şimdi İtalya’yı, Demokratik Almanya adında bir ülke de, bugün orada olan duvar da kalmayacak bir gün” diyor babam bizi Berlin’e götürmek için ısrarlı olurken. İtalya yerinde duruyor nasılsa. Karar veriliyor ve bir kaplumbağa Volkswagen ile Regensburg’tan Berlin’e yola çıkıyoruz. Babam, gördüğümüz herşeyi anlatmaya meraklı ve istekli olduğu için, biz de dinliyoruz kendisini. Yaşıma göre konuların ağır gelip gelmeyeceğini düşünmeden anlatıyor. Gördüklerim ve dinlediklerimden etkileniyo