Türkiye,
kredi genişlemesine dayalı büyüme modelini 2016’dan bu yana üst bir boyuta
taşıdı. Ancak, son ayların uygulamalarıyla kredi piyasasını adeta kilitledi.
Toplum, krediye ulaşmanın
zorlaştırıldığı koşullarda iktidarın seçim stratejisinin ne
olacağını merak ediyor. Zira, kredinin ivmelediği büyüme önceliklendirildi.
Mevcut
uygulamalar çerçevesinde bankacılık sisteminin kredi verebildiği üç kesim kaldı:
net ihracatçı firmalar, küçük ve orta boy işletmeler (KOBİ) ve faktoring
şirketleri. Kanunla getirilen kısıtlamalar nedeniyle bu üç kesim dışındaki
işletmelere kredi vermenin bankalar açısından ekonomik mantığı kalmadı. Gerçi,
bu kesimlere de kredi vermenin ekonomik gerekçeleri sağlam değil ama “kötünün
iyisi” yaklaşımı söz konusu.
Kısıtlamaların
temelinde bankaların kredi kullandırımları karşılığında menkul kıymet, yani
hazine bonosu ve/veya devlet tahvili alma zorunluluğu yatıyor. Menkul kıymet
alma zorunluluğu, hükümetin devleti bankalara düşük maliyetle fonlatması
amacıyla getirildi. Ancak, bankacıların da belirttiği üzere, uygulama sistemik
risk yaratıyor. Neden ve nasıl?
Kullandırılan
krediler karşısında menkul kıymet alma zorunluluğu ilk
çıktığında, bankalar yüklü miktarda hazine bonosu ve devlet tahvili
aldılar. Menkul kıymetlerin fiyatı ve faizi arasında ters orantı vardır. Bankaların
yüklü miktarda aldığı menkul kıymetlerin fiyatları arttı ve faizleri sert düştü.
Bankalar,
Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre enflasyonun %83.45
olduğu koşullarda üzerlerindeki fiyatlama baskısı nedeniyle azami %17.07 ile
kredi verebiliyorlar. Bu oran, son ilan edilen ve %12.19 olan bir referans
faizinin 1.4 ile çarpılmasıyla bulunuyor. Yukarıda belirtilen
kategoriler dışında, verilen kredilerin %30’u kadar menkul kıymet almak zorunda
olan bankalar referans faizinin 1.4 katı olan %17.07 ile fiyatlama
yaptıklarında ilave %20 oranında menkul kıymet almak zorundalar. Eğer, 1.8
katsayısı ile fiyatlama yaparlarsa, bu %20’lik oran %90 oluyor.
Fiyatlama
baskısı nedeniyle, mevcut enflasyon koşullarında 1.4 ya da 1.8 katsayıları
uygulanarak kredi vermek cazip olmadığı gibi, bu krediler kullandırılsa dahi
menkul kıymet almak da cazip değil. Zira, 2 yıllık tahvilin bugünlerdeki faizi
%14.50, 5 yıllık tahvilin %9.80, 10 yıllık tahvilin ise %11.70 civarında
seyrediyor. Bir banka, enflasyonun %83.45 olduğu koşullarda hem azami %17.07
ile kredi verecek, hem de kabaca %10.00-14.50 aralığındaki faizli menkul
kıymetleri satın alacak. Bu, ekonomi mantığında tercih edilebilir bir matematik
mi? Ayrıca bankalar, istemeden de olsa almayı tercih edebilecekleri menkul
kıymetleri de bulamıyorlar. Kredi vermelerine olanak tanıyacak menkul kıymetler
piyasada kalmadı.
Seçimden
sonra bir iktidar değişikliği olursa ve enflasyonu kontrol etmek için faiz
artırımları başlarsa ve menkul kıymet alma zorunluluğu sonlandırılırsa ne
olacak? Menkul kıymetlerin faizleri artmaya, fiyatları düşmeye başlayacak. Bu
durumda, bankacılık sistemi ağır zarar yazmaya başlayacak. Vadesi hemen hemen
seçime kadar uzanacak azami 8-10 ay olan bono da bulunmadığına göre, uzun
vadeli menkul kıymet almanın barındırdığı son derece riskli olasılıklar söz
konusu. Sistemik riskin bir yüzü bu noktada kendini gösteriyor.
Firmalar,
bilançolarında 15 milyon TL karşılığından ya da bilanço büyüklüğünün %10’undan
fazla yabancı para cinsinden varlık tutamıyordu. Buradaki rakam ve oran 10
milyon TL ve %5 olarak değiştirildi. Böylece, TL cinsinden krediye erişime ek sıkılaşma getirildi.
Kur
korumalı mevduat (KKM) uygulaması ile yabancı para cinsinden mevduat toplamı
düşürülmeye çalışıldı. Ancak, KKM’den enflasyonun üzerinde getiri elde etmek
için kurun önemli ölçüde sıçraması gerekiyor. Aksi takdirde, KKM hesabı sahipleri
pozitif reel getiri elde edemiyor. Nitekim, son dönemlerde kur istikrarlı
olduğu için, tasarruflarını KKM hesabında değerlendirenler pozitif reel getiri
elde edemediler. Bu durumda, tasarruf sahiplerinin KKM’den kaçması lazım. Nitekim,
çıkışlar başladı. Ancak, bankalar müşterilerini TL mevduat hesaplarına
yönlendiremezlerse ağır cezalar ödüyorlar. Bu cezaları ödememek için farklı
yöntemlerle müşterilerine TL cinsinden %20-22 aralığında ve hatta üzerinde
aylık getiri sunan yöntemler geliştiriyorlar.
Bankacılık
sistemi, kredi ile azami %17.07, menkul kıymet ile %10-14.50 aralığında getiri
elde etmeye zorlanırken ve %20-22 ya da üzerinde maliyet ile kaynak yaratırken,
bu operasyonlarını nasıl sürdürebilir? Ayrıca, seçim sonrası ile ilgili
yukarıda belirtilen olasılık da hesaba katılınca, bankacıların neden sistemik
riskten söz ettikleri daha net anlaşılıyor. Bankaların bilançolarında oluşan
geri ödenmeme riski olan kredilerin $46.5 milyara ulaştığı da çeşitli raporlarda
yer alıyor.
Bankaların
şu ana kadar ilan ettikleri karlarında yukarıda anlatılan sürecin yer
almadığının altını çizmek gerekiyor. Ayrıca, yüksek enflasyon koşullarında
rakamları enflasyonlu (nominal) ve enflasyondan arındırılmış (reel) olarak
analiz etmek gerekiyor. Aksi takdirde, hiçbir analiz doğru bir kanaat
oluşturamaz.
Sistemik
risk konusuna bir başka cepheden de bakalım. Krediye ulaşamayanlar arasında
ithalatçıların özel bir önemi var. Türkiye’nin üretim yapısı gereği, büyüme hız
kazandığında ithalat da hız kazanıyor. Türkiye, 2022’nin ilk iki çeyreğinde
hızlı büyüme
kaydetti. Bu büyümenin bir sonucu olarak Ocak-Ağustos 2022’deki cari açık
rakamı $39.7
milyara ulaştı. Geçen yılın aynı dönemindeki açık $12.8 milyardı.
Ocak-Eylül
2022’de dış ticaret açığı 2021’in aynı dönemine göre %156.3
arttı ve $84.0 milyara ulaştı. Ocak-Eylül 2022 döneminin ithalatının
%81.4’ü ara malı, %10.7’si ise sermaye malından oluşuyor. Yani, ithalatın
toplam %92.1’i üretimle ilgili. Oysa, toplumun ithalatla ilgili algısı,
ithalatın ağırlıklı olarak lüks tüketime yönelik olduğu yönünde. TÜİK verileri
şunu söylüyor: Türkiye, ithalat yapmadan büyüyemiyor. İthalatçının krediye
ulaşamamak nedeniyle nakit akışının bozulması, bankacıların anlattığı sistemik
riskin diğer bir yüzünü oluşturuyor.
Şunu
da belirtmek gerekiyor ki, kredi kaynağına ulaşmanın farklı yollarını sistem
kendi içinde bir noktaya kadar bulabiliyor.
2021-2022
kıyaslamasında, 2021’in ikinci çeyreğinde gerçekleşen %22.2’lik bir büyüme
olduğunu ve bunun nedeninin Kovid-19 krizinden çıkış olduğunu vurgulamak
gerekiyor. Bu durumda, ekonominin kendi dinamiklerine döndüğü zamanı hemen hemen
2022’nin başı gibi kabul etmek daha anlamlı bir kıyaslama yapmak için makul
gözüküyor.
İktidar,
siyasi olarak büyümeye ihtiyaç duyuyor. Bugüne kadarki gözlemlerimizden
biliyoruz ki, Türkiye’nin siyasetçiyi oylarıyla cezalandırıldığı ana konu işsizlik.
Yüksek enflasyon bir noktaya kadar tepki doğuruyor. Bu tepkiden daha ağır
basacak çıkarlar söz konusu ise, yüksek enflasyona müsamaha gösteriliyor.
Ancak, Türkiye’nin işsizliğe
tahammülü yok.
Türkiye,
$50 milyara giden bir cari açık ve $100 milyara giden dış ticaret açığını nasıl
finanse edecek? Türkiye’nin uluslararası alanda finansman olanaklarının
maliyeti yükseldi. Diğer bir ifadeyle, kredibilitesi düştü. 2021’in Kasım
başında %5.88 olan 5 yıllık ABD Doları cinsinden Eurobond faizleri bugünlerde %9.74
civarında seyrediyor. Ayrıca, ülke riskinin göstergesi olan CDS
primleri sürekli 700’ün üzerinde. Yani Türkiye, çok yüksek riskli
ülke kategorisinde yer alıyor. Dış finansman ile ilgili konular da sistemik
riskin diğer bir yüzü.
Türkiye,
Ocak-Ağustos 2022 dönemi cari açığının %71.27’sini net hata ve noksan kalemi
üzerinden finanse etti. Yani, $39.7 milyarın $28.3 milyarlık kısmı “nereden
geldiği belli olmayan bir kaynak” ile finanse edildi.
Son
günlerde sıkça sorulan bir soru var: kur neden çok hareketsiz? İki nedeni
bulunuyor. Birincisi, Türkiye’deki risklerden kaçacak yabancı
yatırımcı öylesine azaldı ki, Türkiye’den çıkmak için yabancı para
talebi neredeyse kalmadı. İkincisi ise, bugüne kadar hiç görülmemiş bir net
hata ve noksan kalemi üzerinden Türkiye’ye
giren yabancı para. Durum, KKM hesabı sahiplerini negatif reel
getiriye ittiriyor. Dolayısıyla KKM, kendi içinde büyük çelişkiler ve aynı
zamanda büyük bir toplumsal adaletsizlik içeren bir ürün.
Büyümenin
yurt dışı kaynağı olumlu mesajlar vermiyor. Bir olasılıkla hükümet, kurdaki
sıçrama olasılığını net hata noksan kalemiyle engellemeye çalışacak. Kredi
mekanizması hız kesiyor. Böylece, enflasyonun hem talep, hem de kur kaynaklı
nedenleri kontrol altında tutuluyor olabilecek. Dolayısıyla, enflasyonda baz
etkisinin yardımıyla da düşüş ortaya çıkabilecek. Ancak, Türkiye Cumhuriyet
Merkez Bankası’nın (TCMB) dahi 2022 sonu beklentisi %65
oldu.
Madem
ki Türkiye ithalatsız büyüyemiyor ve ithalatçının kredi kullanım olanakları
büyük ölçüde azaldı, seçime gidilen süreçte büyümenin kaynağı ne olabilir?
Akla, maliye politikası geliyor. Geçtiğimiz günlerde, Uğur Gürses’in bir yazısında
ortaya koyduğu veriler maliye politikasını akla getirdi. Murat Üçer de bir söyleşisinde
maliye politikasının seçime giden süreçte daha fazla kullanılma olasılığı
olduğunu belirtti.
Seçim
sath-ı mailindeki Türkiye’de ekonomi, geleceğe yönelik önemli riskler üretiyor.
Not: Bu yazı, 27.10.2022 tarihinde yazılmış ve
daha sonra PolitikYol sitesinde yayınlanmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder