Ana içeriğe atla

Travma Toplumu Analizi

Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu olumsuz koşulların sonuçlarını PolitikYol’daki yazılarda anlatmaktayız. Ekonomi öğretisinin kuralları dışına çıkmış olan Türkiye’nin öncelikli konusu haline gelmiş olan yüksek enflasyon sorununu mevcut uygulamalarla çözebilmesi mümkün değil. Diğer yandan, ekonomiyi içinde barındıran sosyal gelişmeler ekonomiyi çok yakından ilgilendiriyor.

Bir ekonominin kalkınma ihtiyacı varsa – ki Türkiye ekonomisinin şiddetle ihtiyacı var – sosyal gelişmeleri ekonomiyle beraber analiz etmek durumundayız. Kalkınma, toplumda ortak hedeflerin ve ideallerin varlığını gerektirir.

Türkiye, içinde ekonomik koşulların önemli ağırlığının bulunduğu ağır bir toplumsal travmanın içinde. Toplumun içinde bulunduğu koşulları psikolojik, sosyolojik, ekonomik, siyasi ve hukuki açıdan izlemek ve bilimsel araştırmaların bulguları üzerinden analiz etmek sorunların çözümünde yol gösterici olabilir. Ancak, bugünün iktidarının iyi niyetli yol gösterici çözüm önerilerine kulağının tıkalı olduğunu görüyoruz. Bu durum, Ak Parti’nin iktidara geldiği 2002’den bu yana söz konusu. Yeni ortaya çıkmış bir durum değil.

Ak Parti iktidarının 20 yıllık süreçte değiştirdiği sosyal ve siyasi atmosfer toplumun kutuplaşmasına yol açtı. Kutuplaştırma, otoriterleşen her rejimin tercih ettiği bir yöntem olma özelliğine sahiptir.

Ekonomi, politika ile iç içedir. Ekonomi, sosyal bir olgudur. Bugün, Türkiye ekonomisinin içinde bulunduğu koşulları otoriterleşen rejimle beraber gözlemlemek durumundayız. Zira, ekonomide atılması gereken doğru adımları lidere gösterecek mekanizmalar yok olmuş durumda. Durum, devletin yönetme kapasitesini zayıflatıyor. Kalkınma için gerekli ortak toplumsal hedefler ve idealler oluşamıyor.

Otoriteyi oluşturan liderin özelliklerini toplumla ilişkilerinden ve bu ilişkilerin oluşmasına yol açan sözler üzerinden izlemek mümkün.

Otoriterliği sosyoloji ve psikoloji üzerinden analiz etmek için The Authoritarian Personality adlı bilimsel esere ve bu eserin esin kaynağı olan Escape from Freedom adlı diğer bir bilimsel esere başvurmak Türkiye’nin bugünkü durumunu bilimsel bir yaklaşımla anlamak konusunda katkı sunuyor.

Bir yanda liderin özellikleri yer alırken, diğer yanda toplumun değerlerini özetleyen sağ otoriteryanizmi kavramı yer alıyor. Sağ otoriteryanizmine yatkın toplumlar kendi değerlerine bağlı gördükleri, güçlü, kararlı ve gelenekçi lider karakterlerine inanma eğilimindeler.

Türkiye Cumhuriyeti’nin bugünkü cumhurbaşkanının toplumla ilişkilerini kendi ifadeleriyle kindarlık üzerinden şekillendirdiğini ve otoriterleşen yönüyle toplumun hoşuna gitmeyen kesimlerine sürtük ifadesini kullanabildiği noktada geçmişteki sözlerinin bazılarını referans olarak almak ve hatırlamak gerekiyor.

  • Haydi, ananı al da git buradan!
  • Hayır diyen darbecidir.
  • Ben "dindar bir nesil yetiştirmek hedefimiz" dedim. Bu sözlerimin arkasındayım.
  • Tutturmuşlar laiklik elden gidiyor diye. Yahu millet istedikten sonra laiklik tabii elden gidecek.
  • Hem laik, hem Müslüman olunmaz. Ya Müslüman olacaksın, ya laik. İkisi bir arada olunca ters mıknatıslanma yapar. Mümkün değil, ikisi bir arada olamaz.
  • Bitaraf olan bertaraf olur.
  • Sayın Öcalan almış olduğu kellelerin hesabını veriyor ben ise düşüncemden dolayı 4 ay hapiste yattım.
  • Yurdu demir ağlarla ördük dediler. Ne ördünüz laftan başka? Ama bak, biz örüyoruz. Öreceğiz inşallah. Daha da devam edeceğiz.
  • Türkiye’nin yarınında artık Kemalizm'e ve Kemalizm benzeri rejimlere yer yoktur. Kemalizm'in yeniden kendini üretmesi söz konusu değildir. Bizim için en üst belirleyici, İslam’ın ilkeleridir. Her şey ona göre belirlenir.
  • Sen ne mutlu Türküm diyene dersen, o da ne mutlu Kürdüm diyene der.
  • Saygı duruşu sap gibi durmaktır. Saygı duruşu yerine dua edilmeli. Sap gibi durmanın manasını anlayamıyorum.
  • Onuncu Yıl Marşı okumakla Türkiye raylarla donanmıyor. Bu işler lafla olmuyor. Marşı oku, demir ağlarla ör. Neyi ördün yahu, neyi?
  • Mayo reklamı şehvet sömürüsüdür.
  • Demokrasi bir tramvaydır, gideceğiniz yere kadar gider orada inersiniz.
  • Biz gömleğimizi değiştirdik.
  • Benim için neler söylediler. Çıktılar bir tanesi aynı zihniyet. Gürcü’dür diyen oldu. Çıktı bir tanesi af edersin çok daha çirkin şeylerle Ermeni diyen oldu.
  • Her üniversite bitiren iş bulacak diye bir kaide yok!
  • Çok okuyan arkadaşlar şimdi sefilleri oynuyor.
  • Sulu kuru her türlü kötü alışkanlık gençliğimizde var.
  • Kadıköy'den gelip vapurdan inenlerin durumunu görüyorum. Bunlar benim değerlerimle uyuşan şeyler değil.
  • Birbiriyle bankta yan yana oturmak. Siz bunu saygıyla karşılayabilirsiniz. Tayyip Erdoğan olarak ben karşılamam. Ben inanıyorum ki bu toplumun içinde çoğunluğu da karşılamaz.
  • Yüzde elliyi evlerinde zor tutuyoruz.

·        LGBT, yok öyle bir şey, bu ülke millidir, manevidir.

 

Bu sözlerin bazılarının ne kadar doğru ya da yanlış olduğu tartışılabilir ama neredeyse tamamı kutuplaştırma, ötekileştirme içeriyor. Sözlerin bazıları 1990’lı yıllara ait. Yani, Ak Parti’nin iktidarda olmadığı yıllara.

Türkiye, sağ otoriteryanizmine yatkınlığı olan bir topluma sahip. Güçlü liderlere teslim olma eğilimi yüksek. Değerleri üzerinden açılan tartışmalarda sertleşebiliyor. Sertleşme, tartışma yerine kavga kültürünün oluşmasına neden oluyor. Diğer yandan, herkesin kendi değer yargılarına bağlı olmasını istiyor. Böyle bir toplum, gelenekçi ve güçlü gördüğü bir lidere 20 yıldır tutunuyor.

Türkiye, 20 yılda geldiği noktada tartışma kültürünü kaybetti. Yerine, kavga kültürü geldi, mizah kültürü kalmadı. Böyle bir ortamda, konuları detayları ile tartışabilmek ve ortak akıl üretmek mümkün değil. Ortak aklın üretilemediği toplumsal koşullarda ekonominin ihtiyaç duyduğu ortak hedefler ve idealler nasıl üretilsin? 1990’ların kayıp 10 yılında dahi konuşan Türkiye sözü hiç değilse duyuluyordu. Oradan gelişmek yerine, 1990’ları dahi arar hale geldi ülke.

Yukarıda anlatmaya çalıştığım eğilimlerden ve gelişmelerden sonra demokrasiye yürüyen bir Türkiye çıkar mı ortaya? Bunun cevabı seçmende.

Toplum sağ otoriteryanizmine yatkın. Peki ya aydın olarak adlandırılan kesimler? Yetmez ama evet diyenler? Toplumu bilimsel bir bakış açısıyla hiç mi incelemediler? Böyle bir yeteneğe sahip değiller miydi? 1990’larda söylenenlere rağmen bugünleri nasıl görmediler? Bunlar aydın mı şimdi? Bu karanlık günlere katkı sunanların aklında nasıl bir aydınlık var?

Nasıl yaşamak istediğinin tercihi sende Türkiye.

Not: Bu yazı, 02.06.2022 tarihinde yazılmış ve daha sonra PolitikYol sitesinde yayınlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Berlin 1978

Çocukluk yaşlarındaydım ama herşeyi hatırlıyorum. Brandenburg’un önünde, bomboş bir Unter Den Linden Caddesi. Her yer bembeyaz. Berlin karla kaplı. Dondurucu bir soğuk var. Evdeki konuşmaları hatırlıyorum. İtalya’ya mı gitsek? Evet ama İtalya’ya her zaman gidilir. 1968’de, öğrenci iken BASF’te staj yaparken Mannheim’dan Berlin’e gittiğini ve çok enteresan şeyler gördüğünü anlatıyor babam. Ya duvar bir gün yıkılırsa? Bir daha görme şansı bulamayacağımız şeyleri görelim; tarihe tanıklık edelim. “Boşverin şimdi İtalya’yı, Demokratik Almanya adında bir ülke de, bugün orada olan duvar da kalmayacak bir gün” diyor babam bizi Berlin’e götürmek için ısrarlı olurken. İtalya yerinde duruyor nasılsa. Karar veriliyor ve bir kaplumbağa Volkswagen ile Regensburg’tan Berlin’e yola çıkıyoruz. Babam, gördüğümüz herşeyi anlatmaya meraklı ve istekli olduğu için, biz de dinliyoruz kendisini. Yaşıma göre konuların ağır gelip gelmeyeceğini düşünmeden anlatıyor. Gördüklerim ve dinlediklerimden etkileniyo