Ana içeriğe atla

Ekonomide Kural Dışılık

Ekonomiyi iyi düzeyde bilenler için çok uzun süredir Türkiye ekonomisi üzerine konuşmak ya da yazı yazmak hiç kolay değil. Yıllardır, “ekonomi politikası” adı altında yaratılan “politikasızlığın” nedenleri kısmen bilinse de sonuçları üzerine sürekli uyarılarda bulunmanın ağır bir bıkkınlığı söz konusu. Söylenmesi gerekenlerin defalarca söylenmiş olması ve söyleyecek yeni şeyler kalmamış olması nedeniyle yazı konuşmak ya da yazmak için motivasyon kalmadı.

Türkiye ekonomisini inceleyince, bilim dışı ekonomi politikalarının sayısız uygulaması tespit ediliyor. “Politikasızlık” ifadesinin temel nedeni de bu. Bilim dışı kalmanın nedenleri de ayrıca önemli. Bu konuda da sayısız tespit söz konusu ama onlar bu yazının konusu olmasın. Şimdi, kural dışılığın yarattığı koşullara ve olasılıklara odaklanalım.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) bağımsız para politikası yönetme özelliğini 2010’ların başlarından itibaren kaybetmeye başladı. 23 Eylül 2021 tarihli Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısına kadar TCMB üzerindeki siyasi baskı faizin enflasyonla uyumlu olarak yönetilememesi sonucunu yaratıyordu. Yani, enflasyonun ortaya koyduğu veriler gereği artırılması gereken faiz artırılamıyordu. Ancak, 23 Eylül 2021 tarihinde faizi siyasi baskı nedeniyle artıramamak bir yana, faizin indirilmesi kararı çıktı. Kararın yanlışlığı bilimsel olarak son derece aşikar. Fakat, ortaya koyacağı olumsuz sonuçlar toplumun her kesimini etkileyecek.

Defalarca anlatıldı ama bir kez daha ifade edelim: yükselen enflasyonu kontrol altına almak için faiz oranı yükseltilir, indirilmez. TCMB, ekonomi bilimi dışı bir yaklaşımla enflasyona karşı “sıkı” duruyor olduğunu ifade ederek faizi düşürdü.

TÜİK verilerine göre, 2020 yılı başından bu yana tüketici enflasyonunun en düşük oranı Nisan 2020’de %10.94 olarak gerçekleşti. 2020 başından bu yana kaydedilen en yüksek oran ise Ağustos 2021’e ait: %19.25. Aynı dönemde, en düşük üretici enflasyonu %8.33 ile Temmuz 2020’de gerçekleşiyor. En yüksek oran tüketici enflasyonunda olduğu gibi yine Ağustos 2021’e ait: %45.52. Diğer bir ifadeyle TCMB, enflasyonun 2020 başından bu yana en yüksek seviyeye ulaştığı aydan sonra faizi indirdi.

Dünyanın herhangi bir ülkesinin merkez bankası için para istikrarını sağlamanın yolu beklentileri yönetmektir. Üreticinin parasal istikrar sağlayacak yönde fiyatlama yapabilmesi, tüketicinin yine parasal istikrara katkı sağlayacak tüketim kalıpları içinde iktisadi tercihlerde bulunması ve tasarruf sahibinin ekonomiye uzun vadeli kaynak sağlayabilmesi beklentilerle paralel olarak gerçekleşir. TCMB’nin son faiz indirimi kararından sonra üretici, tüketici ve tasarruf sahibi ne beklemelidir?

TCMB’nin anketlerine göre, piyasada enflasyonist beklenti yükseliyor. Yükselen enflasyonist beklentiler dahilinde faizi indirmek, enflasyonun daha da yükseleceği yönünde yeni beklentilerin oluşması anlamına geliyor. Üreticinin fiyatlama davranışları, tüketicinin harcama tercihleri ve tasarruf sahibinin vade ve getiri beklentileri yükselen enflasyonist beklentilerle şekilleniyor. Beklentiler, parasal istikrarı bozan nitelikte oluşuyor. Dolayısıyla, TCMB’nin aldığı kararlar “parasal istikrar sağlamaya yönelik bir para politikası uygulamasından” çıkmış oluyor. Bu durum, yıllarla ifade edebileceğimiz bir süreyi kapsıyor. Sorun, yeni ortaya çıkmadı ama 23 Eylül itibarıyla derinleşti ve boyut değiştirdi.

Üretimde dışa bağımlılığı yüksek olan Türkiye ekonomisi, “gevşek” olan faiz uygulaması nedeniyle yükselen kurlara maruz kalıyor. Üstelik, dünyada da yükselen enflasyon koşulları oluşmuşken. Küresel düzeyde emtia fiyatları önemli ölçüde yükseldi. Yükselen emtia fiyatlarına, yükselen navlun maliyetleri eklendi. Tedarik zincirlerinde yaşanan aksamaların yarattığı arz ile ilgili sorunlar dünya ekonomilerinin açılmasıyla patlayan talebi karşılamakta zorlanıyor. Durum, fiyat artışlarında ivmelenmeye sebep oluyor. Yani, küresel düzeyde enflasyon yükseliyor.

Enflasyondaki yükselişe karşı merkez bankaları faiz artırıyorlar. 2021 yılı içinde Brezilya, Rusya, Meksika, Şili, G. Kore, Norveç, Macaristan, Çekya, İsveç faiz artırımı gerçekleştiren ülkeler arasında yer alıyor. Amerikan Merkez Bankası Fed ise aylık $120 milyarlık tahvil alım programını yakında kısmaya başlayacak. Türkiye, kural dışı olarak küresel gidişatın tersine hareket ediyor.

Beklentilere paralel olarak, Türkiye’nin kaynakları ile ilgili kompozisyon büyük önemi var. Tasarruf sahibi, sahip olduğu paranın satın alma gücünü korumasını ister. Yani, mevduatı için talep ettiği faiz oranının enflasyon oranının üzerinde olmasını bekler. Geleceğe yönelik enflasyonda beklenti yükselirken, enflasyon beklentisinin altında kalan bir mevduat faizini kabul etmek ister mi? Diğer bir ifadeyle, reel getirisi negatif olan bir paraya sahip olmak ister mi? İstemediği içindir ki yabancı para cinsinden mevduatı 7 Eylül 2018’de $150.9 milyar iken, 24 Eylül 2021’de $235.2 milyara ulaşmış. Türkiye’de yerleşik özel ve tüzel kişilerin mevduat toplamı son 3 yılda %55’in üzerinde artış göstermiş. Sonuç olarak, Türkiye’deki mevduatın yarısından fazlası yabancı paralarda duruyor. Yani, TCMB’nin yönetmediği bir mevduat bankacılık sisteminde en az Türk Lirası kadar ağırlık kazanmış durumda. Düşürülen faiz ile tasarruf sahibi TL mevduata yönelir mi?

Negatif reel faiz, yabancı yatırımcının Türkiye’ye olan ilgisinin de zayıf olması ile sonuçlanmaktadır. Kısa vadeli sermaye bağımlılığı söz konusu olmasa, bu cephe bir sorun teşkil etmezdi. Ancak, uzun vadeli yatırımları çekemeyen ya da tasarruf açığı olan bir ülkenin finansman ihtiyacını nasıl karşılayacağı da ayrı bir sorun. Üstelik, TCMB’nin brüt rezervleri 24 Eylül itibarıyla $122 milyar olmasına rağmen, yükümlülüklerini de hesaba katınca hesap eksiye dönüyor. Ancak, bu durumun bir sorun olduğu düşünülmüyor.

23 Eylül’deki faiz indirimi sonrasında mevduat faizleri düştü. Ancak, bankacılık sistemi kredi faizlerini düşürmekte isteksiz. Zira, 2016 yılından bu yana serbest piyasa ekonomisi prensipleri dışında kalan uygulamalarla bilanço yönetimi yapmaya çalışıyor. Özellikle, 2020’nin bir uygulaması olan aktif rasyosu ile bankacılık sisteminde dengeler çok bozuldu.

Faiz indirimi sonrasında, uzun vadeli faizler yükseldi. 22 Eylül’de %17.91 oranına sahip 5 yıllık tahvil faizi %18.70’in üzerinde, %17.35 oranına sahip 10 yıllık tahvil faizi ise %18.60’ın üzerinde seyrediyor. Yani, uzun vadeli enflasyon ve faiz beklentilerindeki olumsuzlaşan seyri bu iki borçlanma aracı üzerinden görebiliyoruz. Kısa vadeli faizlerdeki yükselişin tetikleyicisinin ne olacağı merakla bekleniyor.

Önümüzdeki dönemde gerçekleşebilecek yeni faiz indirimleri ile kurda ve ardından enflasyonda yükselişler daha da yukarı yönlü olacaktır. Uzun vadede görülen beklentilerin benzerlerini kısa vadede de görmemiz piyasanın doğal tepkileri çerçevesinde kaçınılmaz olacaktır. Ancak, piyasa dengelerine yapılacak olası suni baskıların çok başka sonuçları olabilecektir ki, bunları dillendirmek dahi istemiyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Berlin 1978

Çocukluk yaşlarındaydım ama herşeyi hatırlıyorum. Brandenburg’un önünde, bomboş bir Unter Den Linden Caddesi. Her yer bembeyaz. Berlin karla kaplı. Dondurucu bir soğuk var. Evdeki konuşmaları hatırlıyorum. İtalya’ya mı gitsek? Evet ama İtalya’ya her zaman gidilir. 1968’de, öğrenci iken BASF’te staj yaparken Mannheim’dan Berlin’e gittiğini ve çok enteresan şeyler gördüğünü anlatıyor babam. Ya duvar bir gün yıkılırsa? Bir daha görme şansı bulamayacağımız şeyleri görelim; tarihe tanıklık edelim. “Boşverin şimdi İtalya’yı, Demokratik Almanya adında bir ülke de, bugün orada olan duvar da kalmayacak bir gün” diyor babam bizi Berlin’e götürmek için ısrarlı olurken. İtalya yerinde duruyor nasılsa. Karar veriliyor ve bir kaplumbağa Volkswagen ile Regensburg’tan Berlin’e yola çıkıyoruz. Babam, gördüğümüz herşeyi anlatmaya meraklı ve istekli olduğu için, biz de dinliyoruz kendisini. Yaşıma göre konuların ağır gelip gelmeyeceğini düşünmeden anlatıyor. Gördüklerim ve dinlediklerimden etkileniyo