Küreselleşme süreci geride kaldı. Küreselleşme
sürecinin geride kalması, ülkeler arası işbirliklerinin sona erdiğini, küresel
ticaretin bittiğini anlatmıyor. İşbirliklerinin ve ticaretin düzeyi zaman
içinde dalgalanabiliyor. 1980’lerde başlayan bir süreç belli bir aşamaya
geldikten sonra nitelik değiştirdi. Başka yeni süreçler çalışmaya başladı.
Eski kapitalistler, küreselleşme sürecinde
Çin’i çok önemli bir noktada konumlandırdılar. Tedarik zincirlerinde Çin’e
büyük ölçüde yaslandılar. Çin için de son derece avantajlı olan bu durum,
Çin’in büyük bir orta sınıf yaratmasını sağladı. Eski kapitalistler de, Çin de
süreçten beraberce faydalandılar.
Bugün, küreselleşme sürecinin tek kutuplu dünyası
bitti. Çin, sürecin hakim ideolojisine bir ölçüde zıt bir anlayışla eski
kapitalistlerin karşısına dikildi. Bir tarafta, demokrasiye ve özgürlüklere
dayandığı iddiasındaki kapitalist bir model, diğer yanda otokratik bir düzen
içinde bir başka kapitalist model yer alıyor.
Küreselleşme, bazı sorunları beraberinde
getirdi. Sorunların nedeni, tek başına küreselleşme değil, nitelikleri. Kovid-19
krizinin yarattığı olağandışı dalgalanmaları bir kenara koyarsak, ekonomiler
kendi dinamikleri içinde düşük büyüme ve yüksek borçluluk eksenine girdi.
Büyüme, önemli ölçüde finans eksenli hale geldi. Bu gelişme, merkez
bankalarının olağanüstü aktif olmalarına yol açtı.
Sürecin bazı önemli sonuçları,
gelir eşitsizliği, teknoloji şirketleri başta olmak üzere çok uluslu
şirketlerin ekonomileri domine eder hale gelmesi ve küresel tedarik
zincirlerinin yaygınlaşması oldu. Ancak Kovid-19, tedarik zincirlerinde Çin’de fazla
yoğunlaşıldığının fark edilmesini sağladı.
Türkiye, küreselleşme sürecini kısa vadeli
sermaye girişlerinin sağladığı büyüme ile geçirdi. Kendisini yeniden
yapılandırmadı. Geliştirilmeye muhtaç yapısını da dağıttı. 2000’lerin ilk 10
yılında sağladığı büyüme ve refah artışı kısa ömürlü oldu. Tercih edilen model
kalkınma odaklı değildi. 2020 sonu itibarıyla Türkiye, kişisel
gelirin tarihinde ilk kez 7 yıl üst üste düştüğü
bir ülke durumuna geldi.
Kalkınma, bugünün Türkiye’sinde çok lüks bir konu
başlığı olarak algılanabilir. Ancak, özgürlükleri, adaleti, fırsat eşitliğini,
hep beraber gelişen, kalkınan bir Türkiye’yi konuşmak zorundayız. Bitlis ile
İstanbul, Muş ile İzmir arasında gelişmişlik farkının kalmadığı bir Türkiye
hayalini şartlar ne olursa olsun talep etmek durumundayız. Bunun için, Türkiye
kalkınmak zorunda.
Bir ekonomi, kısa vadede çok yüksek büyüme
oranları yakalayabilir. Kalkınma, uzun vadeli planlar gerektiren bir süreçtir.
Büyüme, kalkınma için ekonomik kaynak sunar. Kalkınma, siyasi bir irade ve
siyasi iradenin liderlik yaptığı toplumsal bir uzlaşıyı gerekli kılar. Toplumsal
ayrışmaların bu kadar derinleştiği bir Türkiye’de bu uzlaşı nasıl sağlanır? Bugün,
Türkiye’de hangi siyasi parti kalkınmayı konuşuyor ve kalkınmanın gerekliliğini
halka anlatıyor?
Kalkınmaya odaklı bir “kültür” büyümenin “sürdürülebilirliğini”
sağlayabilir. Kalkınma, sonu olan bir süreç değildir. Kendisinin
sürdürülebilirliğe ihtiyacı vardır. Sürekli olarak gelişmenin yollarını arayan
kişilerin ve kurumların oluşturduğu bir “kültürün” varlığını gerektirir. Bu “kültür”,
bilime odaklı bir felsefeye sahip temel
eğitim anlayışından geçer.
Bugün, gelişmekte olan ülkelerin önemli bir
sorunu, yoğun olarak gelişmiş ekonomilerin politikalarının etki alanında
kalmalarıdır. Ekonomi politikası tercihlerinde alanları son derece dardır. Gelişmişlik
düzeyini yukarı çıkarmak, yeni küresel denge değişimlerinde ekonomi politikası
tercihleri alanını genişletmek anlamını taşır. Bunun yolu kalkınmadır. Çok daha
önemlisi, kalkınmayı bir “kültür” olarak özümsemektir. Bu kültür, temel
eğitimin gücüyle yaratılabilir. Birkaç yıl değil, birkaç
on yılda sonuç verir.
Temel eğitim, bugünün ekonomik düzenine değil,
tüm düzenlere ayak uydurabilecek düşünme ve öğrenme yeteneğine sahip bireyler
yetiştirmeye odaklanmalıdır. Yakın tarih dahi gösteriyor ki, kalıcı olacağı
düşünülen ekonomik düzenler yok olabiliyor ya da köklü
nitelik değişimlerine uğrayabiliyor. Bugünün 40 yaş üzerindeki
bireyleri bu köklü değişimleri gözlemleme fırsatı bulabildiler.
Türkiye gibi siyasi ve ekonomik açıdan dünyanın
en önemli noktalarından birinde yer alan bir ülkenin çok yönlü düşünebilen ve
her değişime uyum sağlayabilecek yüksek öğrenme yeteneğine sahip insan gücüne
ihtiyacı vardır. Her sınıftan ve bölgeden insanın eğitime ulaşmada eşit
koşullara sahip olması, ülkenin insan kaynağını en verimli şekilde
kullanabilmesinin yollarından biridir.
Kalkınma, içinde ekonomik büyümenin
sürdürülebilir olması koşuluyla var olduğu çok kapsamlı bir alanı ifade eder. İçinde,
nitelikleriyle sanayileşme, dış ticaret, milli gelir, eğitim, sağlık, kültür,
kurumsal yönetim, sermaye oluşumu, para ve maliye politikaları, siyaset, insan
kaynağı kalitesi, tarım, bilim, demokrasi, çocuk işçi sorununun engellenmesi, sanat,
endüstriyel ilişkiler, demografi, çevre, sosyal adalet, kadın ve erkek eşitliği
ve istihdamı gibi çok yönlü konular vardır.
Kurumların amaçlarına uygun olarak faaliyet
göstermeleri, amaçlarına uygun insan kaynağına çalışma olanağı sunabilmeleri,
hesap verebilir olmaları, denetlenmeleri kalkınmanın kurumsal zeminini
oluşturur.
Temel eğitimin felsefesi ve nitelikleri, toplumun
üniversite düzeyinde araştırma, bilimsel sonuç üretme, bu sonuçları topluma
faydalı projelere dönüştürebilme reflekslerini güçlendirmelidir. Temel eğitim,
her iktidarın ve hatta aynı iktidarın üzerinde defalarca oynayabileceği bir alan
olmamalıdır. Siyasi rantın bir parçası asla olmamalıdır.
İyi eğitim almış işgücü, iyi işçiler de, iyi
mühendisler de üretecektir. Teknolojinin yaratılması ya da yaratılamıyorsa da
doğru uygulanması, verim sağlaması, eğitimsiz bir işçinin ve/veya mühendisin
ellerinde nasıl mümkün olabilir?
Kalkınmanın her alanında hukuk vardır. Hukuk,
özgürlük ve adalet sunmadıkça fikir üretimini durdurur. Fikirlerin bazılarının
suç olarak görüldüğü, bazılarının ise takdir gördüğü bir toplumsal kültür
kendisini nasıl geliştirebilir? Fikir üretiminin durduğu yerde, sanayi ve tarım
nasıl gelişebilir?
Türkiye, temel eğitimde sorgulamanın yerine
dogmaların yerleştiği, hukukta adaletin ve özgürlüğün geri gittiği, kısa vadeli
büyüme için kalkınmanın feda edildiği, üniversitelerinde araştırmanın zayıfladığı,
kamuda ve özel kesimde denetim mekanizmalarının zayıfladığı ya da
anlamsızlaştığı, kurumların topluma faydasının azaldığı bir ülkeye dönüştü.
Buradan çıkılabilir mi? Evet ama güçlü bir siyasi iradenin liderliğinde uzun
bir sürede.
Toplumun kalkınmaya isteği ve niyeti var mı? Kalkınmanın
kendi çıkarları için kaçınılmaz olduğunu biliyor mu? Kalkınmanın yolunun kısa
vadede belli fedakarlıklar gerektirdiğini topluma anlatacak siyasi irade ve
cesaret var mı? Bugünün olası hızlı büyümelerinin ilerleyen dönemlerde kişisel
gelirde düşüş olduğunu ve olacağını anlatan ve bunu anlayan var mı? Bugünün
geçim sıkıntılarının nedeni olan enflasyonun neden ve nasıl oluştuğu toplum
tarafından biliniyor mu?
Kısa vadede yüksek büyüme mi, kalkınma mı?
Toplumsal tercihler, özgürce konuşarak, tartışarak oluşuyor. Demokrasi de,
kalkınma da lüks değil, su gibi ihtiyaçlar.
Not: Bu yazı, 17.02.2022 tarihinde yazılmış ve daha sonra PolitikYol sitesinde yayınlanmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder