Ana içeriğe atla

Tasarruf Sahibinin Gözünden Yüksek Belirsizlik

Kur korumalı mevduata (KKM) ilişkin açıklamadan sonra bankaların yabancı para (YP) mevduatlarında herhangi bir düşüş gözlemlenmedi. Bilginin kaynağı, Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK).

KKM açıklaması sonrasında düşen kurun nedeni Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) rezervlerinin kullanılmış olması idi. Bu bilginin kaynağı da TCMB’nin bilançosu.

Geçtiğimiz haftanın yazısında, TCMB’nin faiz indirimlerinin piyasaya yansımadığını rakamlarla anlatmıştım. Kamu borçlanma maliyetlerindeki artışa odaklanmıştım. Kamu tahvillerinin Türk Lirası (TL) cinsinden faizleri bu hafta da arttı. Amerikan Doları (USD) cinsinden kamu borçlanma faizleri ise hemen hemen aynı düzeylerde.

Bu yazıda, TCMB’nin politika faizinin piyasa faizlerinden nasıl koptuğunu bu defa kamu sektörünün borçlanma faizleriyle değil, özel bankaların borçlanma faizleriyle ele alalım.

Günlük ekonomi tartışmaları teknik kaçabilir. Ortaya çıkan bir sonucun neden ortaya çıktığının mantığını anlamak gerekiyor. Bu amaçla, TCMB faizinin neden piyasada serbestçe oluşan faizden koptuğunu anlamak için tasarruf sahibinin mantığını anlamamız lazım.

TCMB’nin politika faizi, TCMB’nin bankalara sağladığı kaynağın faizi. Ancak bankalar, çok büyük ölçüde tasarruf sahibinin kendilerine emanet ettiği para olan mevduat ile kaynak yaratıyorlar.

TCMB’nin politika faizi indirimlerine başladığı 23 Eylül 2021 sonrasında, bankaların mevduat faizleri düşmüştü. Bankalar, kendileri için en önemli kaynak olan mevduatın maliyetini düşürmeye çalışmaktaydı. Ancak, mevduat faizlerindeki düşüşün kredi faizlerine sınırlı olarak yansıdığını gözlemlemekteydik.

23 Eylül 2021 sonrasında, bankaların mevduat faizlerindeki düşüş, tasarruf sahibinin dayanamayacağı bir noktaya ulaştı. Enflasyon yükselirken düşen mevduat faizini tasarruf sahibi bir noktadan sonra kabul etmedi. Paralarını mevduat dışında değerlendirmeye yöneldiler. Bunun üzerine bankalar, mevduat faizlerini yukarı çekmek zorunda kaldı. Çünkü tasarruf sahibi, “yükselen enflasyon karşısında daha fazla ezilmek istemiyorum” demiş oldu. Böylece, özel bankaların maliyeti yükseldi. Bankalar, en önemli kaynaklarını kaybedemezlerdi. Bu maliyet yükselişi kredi faizlerine de yansıdı. Kredi faizleri de yükseldi.

Piyasanın faizleri yükselirken, 23 Eylül’den itibaren politika faizini %19’dan %14’e indiren TCMB, piyasanın dışında kalmış oldu. Piyasa faizleri kendi kendine oluşmuyor. Piyasa faizini belirleyen, tasarruf sahibinin tercihleri.

Tasarruf sahibi, TCMB’nin enflasyonu dikkate almayan faizi temel alınarak oluşturulan bir faiz ile tasarruf tutmak ister mi? Yılların emeği ile biriktirdiği parasını enflasyona ezdirmek ister mi?

Tasarruf sahibinin parası ile ilgili aldığı karar, bankaların mevduat ve kredi faizlerini etkiliyor. Piyasada oluşan faizlerin yükselişinde, tasarruf sahibinin kararlarından başka etkiler de var. Yazının anlatımını mümkün olduğunca basit tutmak için diğer etkilere yer vermiyorum. Oluşan faizde temel etki tasarruf sahibinden geliyor.

Tasarruf sahibinin kararları önemli. Tasarruf sahibinin kafasında hangi soruların oluştuğuna bakalım.

TCMB’nin, 18.36’ya kadar yükselmiş olan USD/TL kurunu yaklaşık 10.30 seviyesine indirmesi “rekabetçi kur” isteği ile ne kadar uyumlu? Kurdaki yükseliş ile ihracatın artması ve mevcut ekonomik koşullara altı ay katlanılması istenmiyor muydu?

Her yılın sonunda, artan nakit ihtiyacı nedeniyle piyasada likidite sıkışıklığı yaşanır. Ancak, 2021’in sonunda yaşananların geçmiş yıllardan farkları var.

Kuru düşürmek için piyasaya USD sürülürken, piyasadan TL çekilmiş oldu. Yani, TL miktarı azaldı; paranın fiyatı olan faiz yükseldi. Bu durumda bankalar, TL mevduatı her zamankinden daha çok istiyorlar. TCMB, TL’de sıkışma yaratarak faizlerin artmasına neden olurken, neden politika faizini düşürdü? İhracatçıya bile kaynak sunamıyor. Ortada bir çelişki yok mu?

KKM açıklaması sonrasında, bankalardaki mevduat ve kredi faizleri 10 puan civarında artış kaydetti. TCMB’nin bırakın piyasayı yönlendirmeyi, piyasada herhangi bir etkinliği kalmadı. Çünkü, tasarruf sahibinin davranışı dikkate alınmıyor. Ekonominin kuralları da tarih boyunca tasarruf sahibinin, işletme sahibinin, farklı gelir gruplarının, v.s. davranışları incelenerek oluşmadı mı? Neden bu kurallar yok sayılıyor?

Çelişkili durum, TCMB’nin ihracatçıyı desteklemek için kullandığı ve adına reeskont kredisi denen krediyi dahi veremediği bir noktaya geldi. İhracatçı, TCMB’den reeskont kredisi ile kaynak bulamıyor. İhracatçı desteklenmeyecek miydi? Amaç, ihracat ile büyümek değil miydi?

Fiyat istikrarının teminatı olması gereken kurum TCMB. Ancak, fiyat istikrarını sağlamak için TCMB yerine zabıta kontrolleri yöntemi kullanılıyor. Bu yöntemle enflasyonun düşme olasılığı yok. Tam aksine, yükselme olasılığı çok büyük. Geçtiğimiz yıllarda da bu yöntemlere başvuruldu. Baskı yöntemlerinin enflasyonu düşürmediği uygulamalı ispat buldu. Neden sonuç alınamayacak yöntemler tekrar deneniyor? Baskı ile indirilen fiyatın ya da bozdurtulan Dolar’ın kalıcı etkisi mümkün mü?

3 Ocak 2022’de Aralık ayının enflasyon verilerini göreceğiz. Yükselen enflasyon oranlarına tanıklık edeceğiz.

YP mevduatların nette henüz TL’ye çevrildiğini görmedik. Şu ana kadar, KKM hesabını tercih eden tasarruf sahiplerinin ağırlıklı olarak TL mevduatı olanlar olduğu gözlemleniyor. Ancak, dolarizasyon sorununun çözülebilmesi için YP hesaplardan TL hesaplara geçiş gerekiyor.

KKM hesaplarına uygulanacak faizin formülü politika faizine üç puan ilave edilmesi olarak ilan edildi. Politika faizi bugün %14. Yani, KKM hesaplarının faiz oranı %17. Piyasada, KKM haricindeki mevduat hesaplarında %20’nin üzerinde oranlar bulabilmek mümkün. Çünkü, enflasyon %20’nin üzerinde. O halde, KKM hesaplarına tasarruf sahiplerinin geçmesi beklenebilir mi? Üstelik, TCMB’nin şimdilik beklendiği üzere Mart 2022’den sonra faiz indirimleri söz konusu olacaksa?

TCMB’nin kura müdahalelerine rağmen kurda yükseliş söz konusu. Sadece üç ay gibi bir sürede 8.63’ten 18.36’ya yükselen USD/TL kurunun 10.36’ya düşmesinin piyasada moral düzeltmesi mümkün değil. Bu satırları yazarken, USD/TL kurunun günlük %5-6’lık yükselişlerle yeniden 13.40’ın üzerine çıkması aşırı oynaklığın göstergesi. Bir başka önemli noktanın da göstergesi: KKM hesaplarına USD mevduatlardan net geçiş olmadığı gibi, düşen kurdan YP talebi söz konusu. Soru: KKM hesapları dolarizasyon sorununa çare olamayacaksa, ekonominin sorunları ekonomi kurallarına aykırı yöntemlerle nasıl çözülebilir?

Tasarruf sahibinin gözünden oluşan sorular sonrasında, kendi yorumlarımla yazıya son vereyim.

Türk finans sektörü, özellikle 2018’in kur krizinden bu yana, birbiriyle zıt yönlü ekonomi politikası uygulamaları nedeniyle sağa ve sola savrulur durumda. Bu uygulamalarla bankalar için istikrarlı kredi stratejileri ve fiyatlama politikaları belirlemek mümkün olamıyor. Ekonomi politikalarının yarattığı riskler nedeniyle hukuki takibe düşme riski artan kredilerin tedirginliği de söz konusu. Diğer yandan, kamu bankalarının devlet desteğiyle ortaya koyduğu piyasa uygulamaları da özel bankaları zaman zaman rekabette adaletsizce geri düşürüyor.

Finans sektöründeki dengesizlikler mal ve hizmet piyasalarına da dengesizlik olarak yansıyor. Bankalar, TL kaynak sunamıyor. Kaynak sunduğunda da vade kalmadı. Kredilerde, azami vade 3 ay dolayında. İthalata bağımlı Türkiye’nin kur oynaklığı nedeniyle mal ve hizmet piyasalarında yavaşlaması söz konusu.

Ekonomi politikalarında, amaçlananlar ile amaçlar için kullanılan araçların tutarsızlığı uzun süredir gözlemlenmekte. Tüm kavramlar birbirine girdi. İktisadın bilimsel kurallarından dışarı çıkıldığı sürece, uygulanacak temel kurallara uygun olmayan yöntemlerin ya da araçların ekonomi politikasının hedeflediği sonuçları üretmesi mümkün değil.

Herkese iyi yıllar.

Not: Bu yazı, 30.12.2021 tarihinde yazılmış ve daha sonra PolitikYol sitesinde yayınlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Berlin 1978

Çocukluk yaşlarındaydım ama herşeyi hatırlıyorum. Brandenburg’un önünde, bomboş bir Unter Den Linden Caddesi. Her yer bembeyaz. Berlin karla kaplı. Dondurucu bir soğuk var. Evdeki konuşmaları hatırlıyorum. İtalya’ya mı gitsek? Evet ama İtalya’ya her zaman gidilir. 1968’de, öğrenci iken BASF’te staj yaparken Mannheim’dan Berlin’e gittiğini ve çok enteresan şeyler gördüğünü anlatıyor babam. Ya duvar bir gün yıkılırsa? Bir daha görme şansı bulamayacağımız şeyleri görelim; tarihe tanıklık edelim. “Boşverin şimdi İtalya’yı, Demokratik Almanya adında bir ülke de, bugün orada olan duvar da kalmayacak bir gün” diyor babam bizi Berlin’e götürmek için ısrarlı olurken. İtalya yerinde duruyor nasılsa. Karar veriliyor ve bir kaplumbağa Volkswagen ile Regensburg’tan Berlin’e yola çıkıyoruz. Babam, gördüğümüz herşeyi anlatmaya meraklı ve istekli olduğu için, biz de dinliyoruz kendisini. Yaşıma göre konuların ağır gelip gelmeyeceğini düşünmeden anlatıyor. Gördüklerim ve dinlediklerimden etkileniyo