Ana içeriğe atla

Fed’in Enflasyonla Savaşı Neden Beklendiği Kadar Etkin Olmayabilir?

8 Eylül’de Avrupa Merkez Bankası (ECB) 75 baz puanlık faiz artırımı gerçekleştirdi. 13 Eylül’de ABD’nin Ağustos enflasyon verisi ilan edildi. 20-21 Eylül tarihlerinde Amerikan Merkez Bankası (Fed) yeni bir faiz kararı almak için toplantılar gerçekleştirecek.

Ağustos itibarıyla ABD’de yıllık enflasyon %8.3, Euro Bölgesi’nde ise %9.1. Her iki ekonominin yüksek enflasyon sorununun nedenleri analiz edildiğinde, ABD’de talep, Euro Bölgesi’nde arz yanlı baskıların ağırlık kazandığı görülüyor.

ABD’de enflasyon Haziran’da %9.1 seviyesine ulaştıktan sonra Ağustos’ta %8.3’e düştü. Haziran’daki %9.1’lik enflasyon 1981’den sonra görülen en yüksek orandı. Orandaki düşüşe rağmen yüksek enflasyon endişesi devam ediyor. Düşüşün yetersizliği Fed’in Mart’ta başlattığı faiz artırımlarının ne kadar etkin olduğunun tartışılmasına yol açıyor. Ayrıca, etkinliği zayıfsa, neden?

Fed, Mart’ta 25, Mayıs’ta 50, Haziran’da 75 ve Temmuz’da 75 baz puanlık faiz artırımları gerçekleştirdi. Haziran’daki 75 baz puan büyüklüğündeki artırım, 1994’ten sonra yeniden ilk kez gerçekleşti. Fed’in 2022 içinde, şu ana kadar gerçekleştirdiği faiz artırımlarının toplamı 225 baz puan oldu.

Fed’in yüksek dozlu faiz artırımlarının enflasyonu yeteri kadar aşağı çekememesinin nedenleri neler olabilir?

ABD vatandaşlarının akaryakıt istasyonlarında satın aldıkları yakıtın fiyatı 13 hafta üst üste düştü. WTI petrolü fiyatında Haziran sonrasında görülen düşüş trendi enflasyonun düşüşünde önemli bir unsur oldu. Yani, günümüz enflasyonist koşullarının en önemli nedeni olan enerji fiyatları düşüşüne göre ABD’de manşet enflasyonun düşüşü daha zayıf kalıyor.

Gıda ve enerji fiyatları hariç tutulduğunda, Ağustos enflasyonu %6.3 olarak gerçekleşti. Temmuz’da %5.9 idi. Yani, çekirdek enflasyonda yükseliş var. Faiz artırımlarının sertliği düşünüldüğünde, manşet enflasyonun Haziran’daki %9.1’den ve Temmuz’daki %8.5’ten Ağustos’ta %8.3’e düşüşü yetersiz kalıyor. Faiz artırımlarına rağmen talebin yeterli ölçüde düşmemesi, talebin ağırlıklı olarak kredi kaynaklı yönünün zayıf kalmış olabileceğini düşündürüyor.

ABD’de kişisel harcamalar güçlü seyrediyor. Bu nedenle, çok sayıda mal ve hizmetin fiyatı yükseliyor. Harcamaların güçlü seyretmesinin iki temel kaynağı olduğunu düşünmek mümkün: Kovid-19 krizinde topluma sağlanan desteklerle hane halkının finansal gücünün artmış olması ve işgücü piyasasının güçlü seyri.

Hane halkının finansal gücünün artmış olması talebin kredi kaynağı yönünün göreceli olarak zayıf kalmış olabileceğine dair bir fikir uyandırıyor. Diğer bir ifadeyle, hane halkının yarattığı talebin arkasındaki tasarruf kaynağı etkisinin kredi kaynağı etkisine göre daha güçlü çalıştığı düşünülebilir. Dolayısıyla, Fed’in sert faiz artırımlarına rağmen enflasyondaki düşüşün göreceli olarak zayıf kalması bu nedenle mümkün olabilir.

Yukarıda anlatılanlar, bireylere yönelik kredilerin düşmekte olduğu fikri oluşturmamalı. Zira, ortaya çıkan sonuçta hangi nedenin göreceli olarak daha etkili olmuş olabileceği sorgulanmakta. Hane halkının kullandığı kredilerde artış görülüyor. Özellikle konut kredilerinde, konutla ilgili olmayan kredilere göre önemli bir artış var.

Mevcut güçlü talebin kaynağı ile ilgili görüşlerin dışında, Amerikan işgücü piyasasındaki gelişmeler de güçlü talebin bir diğer nedeni olarak karşımıza çıkıyor. Ancak, işgücü piyasasındaki gelişmeler son derece karmaşık psikolojik ve sosyolojik temellere dayanıyor. Kovid-19 sonrasındaki gelişmeleri anlamlandırmak hiç kolay değil. Yapılan bazı bilimsel gözlemler ve çalışmalar Kovid-19 sonrasındaki gelişmeleri bir noktaya kadar açıklıyor.

ABD’de çalışan ve iş arayanların nüfusa oranı Ağustos itibarıyla %62.4. Kovid-19’un bir ekonomik krize dönüşmeye başladığı düşünülen Şubat 2020’deki oran ise %63.4 idi. Yani, neredeyse Kovid-19’un başlangıcına yeniden dönmüş bir işgücü piyasası bulunuyor. İşsizlik oranı Ağustos itibarıyla %3.7.

Kovid-19 sonrasındaki gelişmelerle yeni işlerin yaratıldığı bir işgücü piyasası var. Zira, iş yerleri kapanmıştı. Yeni işlerin ortaya çıkışı mal ve hizmet piyasalarında farklılıklar ortaya koyuyor. Bir sağlık krizi yaşanırken mal piyasası hizmet piyasasına göre krizden daha az etkilendi. Hizmet piyasası ise halen Kovid-19 günlerinden çıkışın etkisi altında bir toparlanma yaşıyor. Kiralardaki artış dikkat çekici boyutlarda seyrediyor. Ağustos’taki artış, 1980’den bu yana görülen en yüksek oranlı artış olarak gerçekleşiyor.

İş yerleri işgücüne ihtiyaç duyuyor ama işgücünden istihdama yönelik talep beklendiği ölçüde güçlü değil. Bu noktada, işgücü piyasasının Kovid-19’un başlangıcına dönmüş olması özellikle izlenmeli. Şimdi işgücü piyasasında ne gibi gelişmeler ortaya çıkacak?

Sonuç olarak, ABD’de borçlanma maliyetleri artmasına rağmen talep düşmüyor ve işgücü piyasası çok güçlü. Fed’in faiz artırımlarının en önemli etkisi enflasyonist beklentilerde ortaya çıkmalı ki firma ve hane halkı davranışları enflasyonu düşürücü etkilerle gelişsin.

Enflasyonist beklentilerde bir düşüş var. Fakat, beklenen enflasyon hala yüksek düzeylerde. Ağustos ayı itibarıyla, gelecekteki 12 ay sonunda oluşacak enflasyon beklentisi %5.7 düzeyinde. Fed’in enflasyon hedefinin %2 olduğunu bu piyasa beklentisini gördükten sonra özellikle vurgulamak gerekiyor. Yani, Fed’in hedefi ile toplumun beklentisi arasındaki fark büyük.

Fed’in toplumun beklentilerini daha başarılı yönetmek için 20-21 Eylül toplantılarında en az 75 baz puanlık bir faiz artırımı ile faiz oranını %3.00-%3.25 aralığına yükseltmesi muhtemeldir. Artırımın 100 baz puan olması da güçlü bir olasılık olarak duruyor. Ancak, güçlü talebin tasarruf-kredi kaynağı arasındaki dengesi ve işgücü piyasasının dinamikleri yeni faiz artırımının beklentileri nasıl etkileyeceğinin sorgulanmasına neden oluyor.

Enflasyon, her toplum için büyük bir ekonomik, sosyal ve psikolojik bir sorun. Ancak, ABD’nin enflasyonu %2’ye indirmek konusundaki ısrarı ve hassasiyetinin bir başka açıdan da önemi var. Dolar, çok sayıda ekonominin en çok itibar ettiği rezerv para olma özelliğine sahip. Son 20 yılda payı düştüyse de, dünyanın toplam rezerv büyüklüğünün yaklaşık %59’u Dolar’dan oluşuyor. Dolar’ın rezerv para olmasının ABD’nin uluslararası ilişkiler cephesinde stratejik önemi büyük. Bu nedenle de Dolar’ın istikrarını kaybetmemesi gerekiyor. Hele ki uluslararası hegemonya savaşlarının hız kazandığı bir dünyada.

Not: Bu yazı, 15.09.2022 tarihinde yazılmış ve daha sonra PolitikYol sitesinde yayınlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Berlin 1978

Çocukluk yaşlarındaydım ama herşeyi hatırlıyorum. Brandenburg’un önünde, bomboş bir Unter Den Linden Caddesi. Her yer bembeyaz. Berlin karla kaplı. Dondurucu bir soğuk var. Evdeki konuşmaları hatırlıyorum. İtalya’ya mı gitsek? Evet ama İtalya’ya her zaman gidilir. 1968’de, öğrenci iken BASF’te staj yaparken Mannheim’dan Berlin’e gittiğini ve çok enteresan şeyler gördüğünü anlatıyor babam. Ya duvar bir gün yıkılırsa? Bir daha görme şansı bulamayacağımız şeyleri görelim; tarihe tanıklık edelim. “Boşverin şimdi İtalya’yı, Demokratik Almanya adında bir ülke de, bugün orada olan duvar da kalmayacak bir gün” diyor babam bizi Berlin’e götürmek için ısrarlı olurken. İtalya yerinde duruyor nasılsa. Karar veriliyor ve bir kaplumbağa Volkswagen ile Regensburg’tan Berlin’e yola çıkıyoruz. Babam, gördüğümüz herşeyi anlatmaya meraklı ve istekli olduğu için, biz de dinliyoruz kendisini. Yaşıma göre konuların ağır gelip gelmeyeceğini düşünmeden anlatıyor. Gördüklerim ve dinlediklerimden etkileniyo