Ana içeriğe atla

Bir Asrın Ardından

Telefondayız. Heyecanı sesini titretiyor. “Biz de İstiklal Madalyası’nı ve bazı fotoğrafları göndersek de sergilense. Hoş olmaz mı?” diyor. “Elbette ama…” diyorum anneme. O an aklıma geliyor ne yapmam gerektiği. Türkiye İş Bankası Yönetim Kurulu üyesi Feray Demir hanıma başvuruyorum. “Ben gerekeni yapacağım” diyor. Ertesi gün, Türkiye İş Bankası Müzesi müdürü Ayşe Özel Hanım’a ulaşıyorum. Aynı haftanın içinde de müzeye gidiyorum.

Özenle seçtiğim bir çantanın içinde çok sayıda fotoğraf, bir kama, İstiklal Madalyası beratı ve İstiklal Madalyası bulunuyor. Heyecanla ulaşıyorum Eminönü’ne.

İnönü Muharebeleri, Kütahya-Eskişehir Muharebeleri, Sakarya Meydan Muharebesi, Büyük Taarruz, Başkomutanlık Meydan Muharebesi ve diğer tüm Kurtuluş Savaşı cepheleri. Bir asır geçti.

Aileler, maddi ve manevi yoksunluk ve yorgunluk içinde idi. Cephelerde savaşanlar da yorgundu ama yapılacak son bir şey kalmıştı. O son şey, Başkumandan Mustafa Kemal’in aklında idi. Cephelerde, siperlerin içinde bir başkumandan. Her riski alarak Kocatepe’den başlatır Büyük Taarruzu.

14 Mayıs 1919 akşamı Sadrazam Damat Ferit’in Nişantaşı’ndaki konağında bir akşam yemeği yenir. Yemeğin davetlileri Mustafa Kemal ve Erkan-ı Harbiye Umumi Reisi Cevat Paşa’dır. Mustafa Kemal’in müfettiş sıfatı ile Samsun’a yola çıkmasına beş gün kalmıştır. Fakat, Mustafa Kemal’in aklındaki plan başkadır.

Yemek biter. Mustafa Kemal ve Cevat Paşa Teşvikiye’ye doğru yürümektedirler. Cevat Paşa’nın sezinlediği bir şeyler vardır. Mustafa Kemal ile aralarında şu diyalog geçer:

-        Bir şey mi yapacaksın Kemal?

-        Evet paşam. Bir şey yapacağım.

-        Allah muvaffak etsin.

-        Mutlak muvaffak olacağız.

Ali Ratip Tunca. Babamın dedesi. 1885’te Yanbolu’da doğar. 1911’de başlayan savaşlı yıllar 1922’ye kadar devam eder.

Türkiye İş Bankası Müzesi’ne ulaşıyorum. Müzenin müdür yardımcısı Ayşegül Okan Sağlam Hanım tarafından ağırlanıyorum. Arşiv yöneticisi Fulya Kardeş Gülmez Hanım ve eğitim etkinlik yönetici yardımcısı Hafize Aslan Hanım ile beraber fotoğraflara, kamaya, berata ve İstiklal Madalyası’na bakıyoruz.

Gazetede okuduğumuz haberin detaylarını dinliyorum kendilerinden. Kendilerine İstiklal Madalyası miras olarak kalan ailelere çağrıda bulunuyor Türkiye İş Bankası Müzesi. İstiyorlar ki, halka bir başka şekilde sunsunlar savaşın tanıklarını. Muharebeden muharebeye başkumandanları Mustafa Kemal ile atılan askerlerin İstiklal Madalya’larını, cephede yanlarında taşıdıkları pusulalarını, tabancalarını, fotoğraflarını halka göstermek istemişler.

28 Ekim 2021 günü, Bir Asrın Ardından Cepheler, İnsanlar ve Büyük Zafer ismiyle bir sergi açıldı.

Müzede geçirdiğim saatleri hiçbir zaman unutmam mümkün değil. Yıllarca baktığım, bakınca derinlere daldığım her şey bir başka anlam kazanıyor müzede geçirdiğim bir saat içinde. Tarihe bir uzman gözüyle bakan insanların yorumlarını dinlemek, doyumsuz bir zaman geçirmeme neden oluyor.

Müzeler, geçmişi sergiler ama gelecektir. Sanatın, coğrafyanın, edebiyatın, toplumsal yaşamın farklı renklerinin, anlayışlarının sergilendiği yerlerdir müzeler. Toplumlar, kültürlerini arşivleyebildikleri ve genç kuşaklara aktarabildikleri ölçüde medenileşir, kültürlerine sahip çıkarlar. Müzeler gelecektir ve en çok da çocuklara aittir.

Madalyalar ve müzede sergilenenler ailelere mirastır ama ulusa aittir.

Ali Ratip Tunca, 1951’de yumdu dünyaya gözlerini. Kendisinden kalan her şey ama her şey Türkiye İş Bankası Müzesi’nde şimdi. Kim bilir, belki de bir cephe arkadaşı ile yan yanadır madalyası, fotoğrafları şimdi. Savaşın kahramanları buluştu müzede bir asır sonra. Dicle nehrini atıyla geçerken vurulan, Arıburnu’nda Mustafa Kemal’in komutasında çarpışan Ali Ratip ve tüm kahramanlar aynı yerde.

Fotoğraflara bakarken, bir Atatürk fotoğrafı da bulduk Gazi Ali Ratip’ten kalanların arasında. Fotoğraf, Uşakizade Köşkü’nün bahçesinde çekilmiş. Kırmızı kurşun kalemle, eski alfabeyle bir şey yazmış Arıburnu’ndaki komutanından kalan fotoğrafın arkasına Ali Ratip: yadigar. 10 Kasım, hepimize yadigar.

Türkiye İş Bankası’na ve Türkiye İş Bankası Müzesi’ne teşekkürlerimle.

Not: Bu yazı, 21.11.2021 tarihinde yazılmış ve daha sonra PolitikYol sitesinde yayınlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Berlin 1978

Çocukluk yaşlarındaydım ama herşeyi hatırlıyorum. Brandenburg’un önünde, bomboş bir Unter Den Linden Caddesi. Her yer bembeyaz. Berlin karla kaplı. Dondurucu bir soğuk var. Evdeki konuşmaları hatırlıyorum. İtalya’ya mı gitsek? Evet ama İtalya’ya her zaman gidilir. 1968’de, öğrenci iken BASF’te staj yaparken Mannheim’dan Berlin’e gittiğini ve çok enteresan şeyler gördüğünü anlatıyor babam. Ya duvar bir gün yıkılırsa? Bir daha görme şansı bulamayacağımız şeyleri görelim; tarihe tanıklık edelim. “Boşverin şimdi İtalya’yı, Demokratik Almanya adında bir ülke de, bugün orada olan duvar da kalmayacak bir gün” diyor babam bizi Berlin’e götürmek için ısrarlı olurken. İtalya yerinde duruyor nasılsa. Karar veriliyor ve bir kaplumbağa Volkswagen ile Regensburg’tan Berlin’e yola çıkıyoruz. Babam, gördüğümüz herşeyi anlatmaya meraklı ve istekli olduğu için, biz de dinliyoruz kendisini. Yaşıma göre konuların ağır gelip gelmeyeceğini düşünmeden anlatıyor. Gördüklerim ve dinlediklerimden etkileniyo