Ana içeriğe atla

Büyümede Gelir Eşitliği

Sürdürülebilir büyüme, toplumların düşük gelir gruplarının uzun vadede daha üst gelir gruplarına atlamalarının yoludur. Yakalanan büyüme hızına paralel olarak kişi başına gelir de artar. Fakat, kişi başına gelir hangi gelir gruplarında daha yüksek oranlı artış kaydetmektedir? Büyümenin yarattığı gelir artışının toplumda adil paylaşımı “büyümenin kalitesini” belirleyen unsurlardan biridir.

Gelir dağılımı ile büyüme arasındaki ilişkinin analizi son derece karmaşık denklemler ortaya koymaktadır. Neden ve sonuç ilişkilerine dair tartışmaların sonu da gelmemektedir. Örneğin, durgunluk dönemlerinden çıkan ekonomilerde büyümeye geçişin ilk aşamalarında gelir dağılımının bir miktar bozulmasının normal karşılanabilir olabileceğine dair görüşler de bulunmaktadır.

Gelir dağılımı dengesizliğinin büyümeye olumlu katkı yapması için bazı koşulların varlığı gereklidir. Bir ülkede var olan ekonomik, hukuki ve sosyal ortamın gelişmeyi ve girişimciliği destekliyor olması, üst gelir gruplarının tasarruf ve yatırım oranlarını artırıyor olması, özellikle fakir ülkelerde yeni iş sahalarının açılıyor olması ve eğitim düzeyinin belli bir düzeyi aşmış olması bir süre için eşitsizliğin büyümeye olumlu katkı yapmasını sağlayabilir. Ancak, önemli olan, uzun vadede yaratılacak gelirin dengeli ve sürdürülebilir dağılımıdır.

Arthur Okun, mükemmel eşitlik ve mükemmel verimliliğin bir arada var olamayacağını söyler. Toplumların ne ölçüde mükemmel eşitlikten, ne ölçüde mükemmel verimlilikten taviz vererek denge sağlayacaklarına karar vermeleri gerektiği tezini ileri sürer.

Uzun vadede, gelir dağılımındaki adaletsizlik büyümeyi tehdit eder hale gelmektedir. Çoğu ülkede düşük gelir gruplarının desteklenmesinin yolu olarak düşük gelir gruplarına kredi kullanımı kolaylığı sunulması tercih edilmektedir. Bu yöntem, son yıllarda Türkiye’de de sıkça başvurulan bir yoldur. Ancak kredi, bir gelir kaynağı değil, borçtur. Düşük gelir gruplarının desteklenmesi adına kendilerini daha fazla borçlandırmanın uzun vadede hem hane halkına, hem de ülkenin potansiyel büyümesine olumsuz etkileri olabilecektir.

Gelir dağılımında eşitliğin büyüme üzerinde olumlu etkileri olduğu çok sayıda akademik çalışmayla ispat bulmuştur. Bu noktada, politik iktisadın güçlü olarak devreye girdiği açıktır. Zira, ekonomi politikaları bir siyasi tercihler bütününden ibarettir ve gelir dağılımı üzerindeki etkisi büyüktür.

Yukarıdaki anlatımlar çerçevesinde, yüksek enflasyonun Türkiye’de gelir dağılımını bozduğunu gözlemlemekteyiz. Ancak bu, henüz verilere yansımış değil. Zira, TCMB’nin faiz indirimlerinin başladığı Eylül 2021 sonrasında sürekli yükselen enflasyon gelir dağılımının 2022 yılı içinde bozulmaya başladığını tahmin etmemize neden oluyor.

Gelir dağılımı, Gini katsayısı adındaki bir veri ile analiz ediliyor. 0 ila 1 arasındaki verinin sıfır olması mutlak eşitlik, 1’e eşit olması ise tüm gelirin sadece bir kişi tarafından elde edilmesi durumunu anlatıyor.

Türkiye için Gini katsayısı 2021 için 0.401 olarak tahmin edildi. 2012’den bu yana önemli bir değişim gözlemlenmiyor. Yani, gelir eşitliğinde bir bozulma ya da düzelme olmadığı görülüyor. Yüksek enflasyonla gelen gelir dağılımı bozulmasını muhtemelen ilerleyen dönemlerin verilerinde göreceğiz.

Gelir adaletinin yanı sıra, büyümenin kişisel gelire nasıl yansıdığı da önemli. Dolar bazında Türkiye’de kişisel gelir 2014’ten bu yana düşüş trendi içinde. Dolar cinsinden kişisel gelirin 2021 dışında sürekli düşmüş olması Türkiye’nin yapısal bozukluklarını anlatıyor. Türk Lirası cinsinden ise gelir artıyor. Bu nedenle, yazının başındaki “büyüme hızına paralel olarak kişi başına gelir de artar” ifadesiyle bir çelişki oluştuğu düşünülmesin.

Dolar bazında kişisel gelirin düşmüş olduğu ve muhtemelen gelir adaletinin olumsuz seyrettiği bir ülke, bugün kendi kaynaklarına dayanmadan elde ettiği büyümenin bedelini ileride ödeyecek demektir. Üstelik, esas olarak doğru işler yapılmaya başlandığında. Bunu aklından hiç çıkarmaması gerekiyor Türkiye’nin. Konu, ekonomik olduğu kadar siyasi olarak da çok önemli.

Not: Bu yazı, 27.09.2022 tarihinde yazılmış ve daha sonra PolitikYol sitesinde yayınlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Berlin 1978

Çocukluk yaşlarındaydım ama herşeyi hatırlıyorum. Brandenburg’un önünde, bomboş bir Unter Den Linden Caddesi. Her yer bembeyaz. Berlin karla kaplı. Dondurucu bir soğuk var. Evdeki konuşmaları hatırlıyorum. İtalya’ya mı gitsek? Evet ama İtalya’ya her zaman gidilir. 1968’de, öğrenci iken BASF’te staj yaparken Mannheim’dan Berlin’e gittiğini ve çok enteresan şeyler gördüğünü anlatıyor babam. Ya duvar bir gün yıkılırsa? Bir daha görme şansı bulamayacağımız şeyleri görelim; tarihe tanıklık edelim. “Boşverin şimdi İtalya’yı, Demokratik Almanya adında bir ülke de, bugün orada olan duvar da kalmayacak bir gün” diyor babam bizi Berlin’e götürmek için ısrarlı olurken. İtalya yerinde duruyor nasılsa. Karar veriliyor ve bir kaplumbağa Volkswagen ile Regensburg’tan Berlin’e yola çıkıyoruz. Babam, gördüğümüz herşeyi anlatmaya meraklı ve istekli olduğu için, biz de dinliyoruz kendisini. Yaşıma göre konuların ağır gelip gelmeyeceğini düşünmeden anlatıyor. Gördüklerim ve dinlediklerimden etkileniyo