Ana içeriğe atla

Toplumsal Tercihler ve Ekonomi

Tasarruf, yatırım, üretim, tüketim, enflasyon, büyüme, verim ve gelir dağılımı birbiriyle iç içe ilişkiler içindedir. Toplumlar, tasarruf, yatırım, üretim ve tüketim kararlarında ortaya bir inisiyatif koyarlar. Ortaya konan inisiyatifin enflasyon, büyüme, verim ve gelir dağılımı üzerinde sonuçları vardır.

Yukarıda sıralanan değişkenlere ilişkin hedefler hükümetlerce belirlenir. Ancak, toplumun farklı kesimlerinin hükümetin karar süreçlerini etkilemesi de söz konusudur. Toplumun farklı kesimlerini temsil edenler hükümet nezdinde lobi faaliyetlerinde bulunurlar. Hükümetlerin kararları, toplumdaki kaynak dağılımını, gelir bölüşümünü etkiler.

Türkiye, enflasyon ile büyüme arasındaki tercihleri sürekli tartışmaktadır.

Ekonomideki değişkenler arasındaki ilişkilerin yönü ve etkileri son derece karmaşık gelişmeler çerçevesinde belirleniyor. İktisat eğitimi sonunda dahi ekonomiyi idrak edemeyebilen çok sayıda öğrenci vardır. Toplumdan, bu karmaşık ilişkileri anlaması ve bir tercihi desteklemesi bekleniyor. Bu noktada, devreye siyaset giriyor.

Siyaset ve de özellikle iktidarlar toplumlara ekonomik değişkenler arasında hangisini neden öne çıkardığını siyasi motivasyonla anlatıyor. Yani, en fazla 4-5 yıllık siyasi hedeflerle sınırlı ekonomik hedefler söz konusu olabiliyor. Toplum, bilinçli tercihler ortaya koymakta zorlanıyor ya da hangi tercihin çıkarına olduğunu belirlemekte zorlanıyor.

Demokrasi ve ifade özgürlüğü, toplumun doğru tercihler ortaya koyabilmesine katkı sunacak çok önemli değerler olarak siyasetin siyasi motivasyonunun önünde bir kalkan görevi görüyor. Demokrasi ve ekonomik gelişmişlik düzeyinin birbiriyle doğrudan ilişkili olduğu noktalardan biri işte bu tercihlerin oluşumu çerçevesinde ortaya çıkıyor. Toplumların, hükümetlerden kaliteli ve uzun vadeye yönelik taleplerde bulunmasında demokrasinin rolü büyük.

Basının, akademinin, iş profesyonellerinin, sivil toplum kuruluşlarının önemli bir görevi, toplumsal tercihlerin ve taleplerin kalitesini yükseltecek aktarımlarda bulunmak. Toplumlar, sahip oldukları bireylerin ve örgütlerin kalitesi ve işbirliği yapabilme yetenekleri ile doğru orantılı olarak gelişiyorlar. Gelişme, büyüme ile ilintili ama çok daha fazla boyutlu içeriğe sahip bir kavram. Toplumun kalitesi, hükümetten taleplerin kalitesinin önemli bir belirleyicisi.

Toplum, büyümek mi, gelişmek mi istiyor? Enflasyon ile büyüme arasındaki tercihe dair tartışmalara büyüme ve gelişme arasındaki tercih yönünden bakabilmek mümkün. Kavramları olabildiğince basit olarak ele almak gerekiyor.

Dünyanın çeşitli ülkelerinde, yukarıda sıralanan değişkenler çerçevesinde tercihler ortaya konuyor. Ülkelerin yarattığı tasarruflar, finans piyasaları yoluyla ülkeden ülkeye dolaşıyor.

Her ülke, diğer ülkelerle arasındaki ekonomik ilişkileri ödemeler bilançosu üzerinden takip ediyor. Toplumun sıkça duyduğu cari işlemler kalemi, ödemeler bilançosunun bir bölümü. Her ülke, diğer ülkelerle arasındaki ihracatı ve ithalatı cari işlemler kaleminde takip ediyor. Bir ülkenin ihracatı ithalatından fazlaysa, cari işlemler kalemi artı bakiye veriyor. İthalat ihracattan fazla ise, cari işlemler kalemi eksi bakiye veriyor. Türkiye için cari işlemler kalemi “yapısal” olarak eksi bakiye veriyor. Zira, üretimde ithalatın payı yapısal nedenlerle yüksek.

Toplumlar tüketim tercihlerini belirliyorlar. Tüketim, üretim yapılmasını zorunlu kılıyor. Tüketim yapanlar, aynı zamanda tasarruf da yapıyorlar. Tasarruflar, bankalardaki mevduat hesaplarında ya da finans piyasalarında çeşitli varlıklarda birikiyor ve kredi mekanizması ya da finansal yatırım yoluyla fiziki yatırıma dönüşüyor.

Bir ülkenin üretim kapasitesi nasıl artabilir? Tasarruf birikimi sonucu finans piyasası yoluyla tahsis edilen kredilerin yeni yatırımlara olanak tanımasıyla artabilir. Fakat, tasarruflar yetersizse, üretim kapasitesini artıracak yatırımlar hayata geçemiyor. Bu durumda, tercihini daha fazla tüketmekten yana kullanan toplumlar kendi tüketimlerini yerli üretimden karşılayacak tasarruf birikimini yaratamıyorlar.

Tüketim ve tasarruf tercihlerinin bir sonucu olarak, yerli üretim kapasitesini artıramayan toplumlar, tüketmek istedikleri ürünleri ithalat yoluyla satın alırlar. Bu durumda, ithalatın gerçekleşebilmesi için finansman ihtiyacı ortaya çıkar. Finansman, iç tasarruflar yoluyla yukarıda anlatılan nedenlerle sağlanamaz ise, yabancı sermayenin ülkeye girişi bir zorunluluktur. Yani, tüketmek isteyen toplum yabancı ülkelerde oluşan tasarrufları kendisine çekmek zorunda kalacaktır ki tüketmek istediği ürünleri ithalat yoluyla temin edebilsin.

Ödemeler bilançosunun cari işlemler kalemi dışında finansman kalemi de vardır. Cari işlemler kalemi eksi bakiye veriyorsa, finansman kalemi mutlaka artı bakiye vermek durumundadır. İthalatın ihracattan yüksekliği, finansman kaleminde ülkeye giriş ifade eden bir bakiyenin varlığını zorunlu kılar. İhracat ithalattan yüksek ise, finansman kalemi eksi bakiye verir. Yani, ülkede oluşan tasarruf fazlalığı tasarruf açığı olan ülkelere yönlendirilir.

Bir ülkenin milli geliri nasıl oluşur? Tüketim, yatırım ve kamu harcamaları toplamına ihracat ve ithalat farkından kalan net rakamın eklenmesiyle.

Bir kişinin tüketimi, bir iş sahibinin geliridir. Tasarruf düzeyi düşükse, yatırımın milli gelire katkısı da düşük olacaktır. Nedeni, üst satırlarda anlatılmıştır. Bu durumda, Türkiye gibi tasarruf açığı olan ülkeler için tüketim ve kamu harcamaları dışında büyümeyi hızlandıracak bir olasılık kalmıyor.

Toplum, tükettikçe daha fazla cari açık yaratıyor. Daha fazla cari açık yarattıkça daha fazla finansman sağlamak zorunda kalıyor. Bu durumda, dışa bağımlılık oluşuyor. Buraya kadar herşey basit ve mantıklı mı? O halde, şu tespiti yapmak mümkün: cari açık bir tasarruf açığıdır.

Dışa bağımlı bir ülke çok sayıda nedenle uzun vadeli tasarruflara cazibe yaratamıyorsa, kısa vadeli finansmana bağımlı hale gelecektir. Bunun bedeli, enflasyon oranının üzerinde faiz ödemektir. Enflasyonun üzerinde getirisi olmayan bir paraya ilgili ülkenin vatandaşları dahi yatırım yapmaz. Bakınız, Türkiye’de toplam mevduat içinde yabancı para mevduatların payına: %56.

Toplum bir tercih yapmak zorunda: ya tüketimi azaltacak ya da tüketimden taviz vermeyecek, yani ekonomiyi büyütecek, ama yabancıların finansman isteği kalmadığı için finansman riski alacak. Toplum, kendi tüketimini başka ülkelerin tasarruf sahiplerinin finanse etmeye devam edip etmemesine karar verecek diğer bir ifadeyle.

Toplumun tercihini bir anda tasarrufu artırmak yönünde kullandığını düşünelim. Bu durumda da, tasarrufun verimli yatırımlara dönüşmesi gerekecektir. Verimli yatırımlar, yeni iş sahalarının açılmasını, gelirin artmasını sağlar. Verimsiz yatırımlar, uzun vadede istihdam ve gelir yaratmayan kaynak israfına dönüşecektir.

Dışa bağımlılık, kur artışları ile yurt içindeki fiyatlara yansımayacak mıdır? Yani, enflasyon oluşmayacak mıdır?

Enflasyon, varlığı olanların daha fazla para kazandığı bir düzen yaratır. Yüksek faizle para kazanmanın önünü açar. Düşük gelirlilerin faiz ile para kazanma şansı olmadığı için gelir adaletsizliği artar. Zaman içinde, tüketmeye ihtiyacı olan dar gelirlilerin harcama gücü daha da azaldığı için ülkenin büyüme potansiyeli de zayıflar. Tüketenler azalmış, tüketenlerin harcamalarından gelir yaratan iş sahipleri de iş hacmi kaybetmiştir. Yani, büyüme düşmüştür.

Siyaset, yukarıda anlatılanları halka anlatmaz ve büyümeyi önceliklendirirse, enflasyonun uzun vadedeki hasarını göz ardı etmiş olur. Kısa vadede yüksek enflasyonla büyümenin sonu, uzun vadede artan gelir adaletsizliği ve tempo kaybeden büyümedir.

Toplum, başına geleceklerden haberdar mıdır? Uzun vadede enflasyonun yol açacağı sorunların sürdürülemez olduğunun farkında mıdır? Bu noktada, demokrasi ve ifade özgürlüğü devreye girer. Birileri, birşeyler anlatır. Fikirler çarpışır, toplum doğru tercihi bulmaya yakınlaşır.

Not: enflasyon ve faiz arasındaki sebep ve sonuç ilişkisine yukarıdaki yazıda özellikle değinilmemiştir. Bu konunun tartışılacak hiçbir yanı bulunmamaktadır.

Not: Bu yazı, 02.01.2021 tarihinde yazılmış ve daha sonra PolitikYol sitesinde yayınlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Berlin 1978

Çocukluk yaşlarındaydım ama herşeyi hatırlıyorum. Brandenburg’un önünde, bomboş bir Unter Den Linden Caddesi. Her yer bembeyaz. Berlin karla kaplı. Dondurucu bir soğuk var. Evdeki konuşmaları hatırlıyorum. İtalya’ya mı gitsek? Evet ama İtalya’ya her zaman gidilir. 1968’de, öğrenci iken BASF’te staj yaparken Mannheim’dan Berlin’e gittiğini ve çok enteresan şeyler gördüğünü anlatıyor babam. Ya duvar bir gün yıkılırsa? Bir daha görme şansı bulamayacağımız şeyleri görelim; tarihe tanıklık edelim. “Boşverin şimdi İtalya’yı, Demokratik Almanya adında bir ülke de, bugün orada olan duvar da kalmayacak bir gün” diyor babam bizi Berlin’e götürmek için ısrarlı olurken. İtalya yerinde duruyor nasılsa. Karar veriliyor ve bir kaplumbağa Volkswagen ile Regensburg’tan Berlin’e yola çıkıyoruz. Babam, gördüğümüz herşeyi anlatmaya meraklı ve istekli olduğu için, biz de dinliyoruz kendisini. Yaşıma göre konuların ağır gelip gelmeyeceğini düşünmeden anlatıyor. Gördüklerim ve dinlediklerimden etkileniyo