Ana içeriğe atla

Faizden Daha Önemli Bir İhtiyaç: Güvenli Beklenti Yönetimi!

Siyaset müessesesinin toplumun beklentilerini yönetebilmesi için toplumun güvenine ihtiyacı vardır. Siyaset, hangi konu başlığı altındaki hangi verinin nereden nereye ulaşacağını anlattığında, politik destek sağlayabilmek için toplumun güvenine ihtiyaç duyar.

Siyaset güven veren politika üretemiyorsa beklenti yönetemez. Politika üretemeyen siyaset işlevini yitirir.

6 Haziran haftası piyasalarda dalgalı geçti. 3 Haziran Cuma gününü 16.45 ile kapatan USD/TL kuru hafta içinde 17.19’a kadar yükseldi. Yükseliş, Türkiye’ye ilişkin artan risk algısından kaynaklanıyor.

6 Haziran haftasındaki dalgalanmanın nedeni nedir? Hükümetten gelen çelişkili açıklamalar ilk neden oldu. Sonra, cumhurbaşkanı tarafından ekonominin kurallarını yok sayan açıklamalar piyasada olumsuz fiyatlamaların oluşmasına neden oldu.

Hazine ve maliye bakanı yakın dönemde faiz indirimi olmayacağına dair açıklama yaptı. Cumhurbaşkanı ise faizin indirileceğine dair açıklama yaptı. Her iki açıklamanın tarihi 6 Haziran. Aynı tarihli iki açıklama ve birbiriyle zıt yönlü ifadeler. Bir “yönetememe” durumunu anlatıyor.

Cumhurbaşkanının “teknik olarak enflasyon değil, hayat pahalılığı sorunu var” ifadeleri halk tarafından anlamlandırılamadı. Enflasyon karşısında alım gücünü hızla yitirmekte olan bir halka teknik olarak enflasyonun olmadığının söylenmesi!

Cumhurbaşkanı tarafından indirileceği belirtilen faiz, TCMB’nin politika faizi. Oysa, piyasadaki faizler yükseliyor. Ancak, TÜİK’e göre tüketici enflasyonu %73.5 iken kredi piyasasında bugün %25-45 aralığındaki oranlarda kredi kullanmak ekonomik gerekçelerle halen cazip. Bu geniş faiz aralığı, zorunlu karşılıklar kapsamında olan ve olmayan firmaların maruz kaldığı çok farklı faiz aralıklarından kaynaklanıyor.

Hükümet, 2017’de başlayan KGF kredisi uygulamalarından sonra çok sayıda destek kredileriyle toplumu borçlandırdı. Faiz ve enflasyon oranları arasındaki uyumsuzluk, 6 ay önce açıklanan Yeni Ekonomi Modeli ile enflasyonu 1980’leri ve 1990’ları hatırlatan seviyelere getirdi.

Kredi kullanmanın cazip olması nedeniyle bankacılık sisteminin TL kredileri yüksek oranlı arttı. 2021 sonunda 2.8 trilyon TL büyüklüğündeki TL krediler 3 Haziran 2022’de 3.7 trilyon TL seviyesine ulaştı. Bu dönemin yıllıklandırılmış artış oranı %69.46. Böylesine büyük bir kredi genişlemesi ile para arzı artar ve enflasyonda yükselişin önüne geçilemez.

Kredi hacmi genişlemesi hükümet tarafında enflasyonun nedeni olarak görüldü ki, kredi hacmini büyümesini düşürmeye yönelik bazı önlemler 9 Haziran gecesi ilan edildi.

Açıklamalara göre, gelire endeksli bir senet (GES) ihracı gerçekleştirilecek. Detayları henüz bilinmiyor. Talep toplama günü 15 Haziran. GES’in “getirisi” hükümet tarafından İslami prensipler çerçevesinde faiz olarak değerlendirilmiyor. GES, vade sonunda getiri garantisi sunacak.

GES’in getiri yüzdesinin ne olacağı henüz bilinmiyor. Diyelim ki yıllık %30’un üzerinde oldu. Bu oran, TL’nin enflasyon karşısındaki getirisini artıya taşımadığı için cazip bir ürün olmayacaktır. Ancak, tasarrufları TL’de olan bir kesim bu ürüne mecburen yönelecektir. Zira, bankalardaki mevduat faizi kabaca %21 civarında. GES’in ihraç edilmesiyle beraber bankalar, mevduat (kaynak) kaybı yaşamamak için mevduat faizlerini yükselteceklerdir.

9 Haziran akşamı ticari kredilere uygulanan zorunlu karşılık oranı %10’dan %20’ye çekildi. Paranın maliyeti arttı.

Mevduat faizlerinin artması ve zorunlu karşılık oranının yükselmesi nedeniyle bankaların artan maliyetleri kredi faizlerini de artıracaktır. TCMB’nin politika faizi artırılmayarak başkaca yöntemlerle piyasa faizleri artırılıyor.

Kredi genişlemesini dizginlemek amacıyla kredi kartları ile ilgili düzenlemeler de hayata geçirildi. Başka düzenlemeler de söz konusu. Ancak, onlar bu yazının konu bütünlüğünü bozmamak amacıyla değerlendirmeye alınmamıştır.

TCMB faizi düşürülerek ve başka yöntemler geliştirilerek ulaşılmak istenen yer, İslami tanımlamalar çerçevesinde faizin olmadığı bir finansal düzene geçmek. 27 Mayıs tarihli PolitikYol yazımda şu ifadelere yer vermiştim: Otokratikleşme süreci sebepsiz bir tercih değildir. Ya amacın diğer kısmı? Yani, faizin olmadığı bir ekonomi düzeninin kurulması. Bu amaca hangi siyasi rejim altında ulaşılacak mevcut olanla ulaşılamayacağına göre?

Yeni uygulamaların getiri oranı İslami prensiplerde faiz midir, değil midir tartışmalarına girmeyeceğim. Ancak, paranın kullanım maliyeti artıyor olacak. Önemli nokta şu: adı faiz ya da başka bir şey olsun, paranın kullanım maliyeti finansal sistem dışında oluşmaya başlıyor. Maliyetin yükünü gereksiz şekilde kamu maliyesi üstleniyor. Kur korumalı mevduat (KKM) ile kamu maliyesine gelen yük 150 milyar TL’nin üzerine çıktı. Şimdi, KİT’lerin gelirleri GES üzerinden tasarruf sahiplerine aktarılacak. Kamu kesimi eliyle, örneğin sağlık hizmetlerine ya da başkaca sosyal amaçlı harcamalara yönlendirilebilecek kaynaklar tasarruf sahiplerine aktarılıyor. Neden? Hiçbir yöntemle cazip hale getirilemeyen TL’yi cazip hale getirmek için. Arzu edilen sonuç ortaya çıkacak mı? Öyle gözükmüyor.

İktisat teorisi çerçevesinde parasal istikrarı sağlamak için farklı görüşler sunulabilir. Ancak, şahsıma ait görüşleri aşağıdaki satırlarda aktarmaktayım.

2017’den bu yana şişmiş bir kredi piyasası var. Kredi “bağımlılığı” artmış bir reel sektör ve hane halkı var. Bu durumda, enflasyon ile faizi uyumlu hale getirmek için faizi enflasyon düzeyine, yani %73.5’e çekmek ne kadar doğru olur? Piyasada kredi faizinin %25-45 aralığında olduğu bir düzende, yüksek düzeyde kredi bağımlılığı söz konusu iken faizi bir anda hemen hemen 2 katına çıkarmak reel sektör ve hane halkı üzerinde yıkıcı etkiler yaratır.

Hükümetin açıklamalarından ve 9 Haziran’da ortaya koyduğu uygulamalardan anladığımız, iktisadın kurallarına uygun politikaların üretilmesi mevcut hükümet ile mümkün değil.

Türkiye, bugün iktisadın kurallarına uygun bir para politikası yönetimine geçme iradesini ortaya koysa, ne yapmalı? Kredi piyasasındaki rakamlar analiz edildiğinde, “çok kısa vadede enflasyon ve faizi uyumlu hale getirmenin ortaya koyacağı ağır hasar” göze çarpıyor.

Faiz, bir anda enflasyon seviyesine yükseltilmemeli. Doğru bir politikaya yumuşak geçiş yapmak için öncelikli olarak faizin yönetiminden çok, “beklentilerin yönetimi” önemli. Amaç, süreci asgari düzeyde hasar alarak atlatmak olmalı. Aksi takdirde, ani duruş, iflaslar ve sert işsizlik artışı riski var.

Para otoritesi olarak TCMB, “parasal istikrar için para arzını kısacağım” der. Politika faizini %14’ten, örneğin %20’ye yükseltir. Enflasyonu kontrol altına alana kadar sürece devam edeceğini anlatır.

TCMB, bir sonraki faiz kararı toplantısında faizi %20’den %25’e çıkarır. Parasal istikrar sağlanana kadar sıkılaştırıcı para politikası uygulamalarına devam edeceğini yeniden söyler.

Piyasa, TCMB’nin ciddi olduğunu anlar. Finansman maliyetlerinin yükseleceğini “bekleyerek” iş hacmini düşürmeye başlar. Nakit yönetimini, kredilerini kapatmaya yönelik olarak gerçekleştirir. Piyasada oluşan talep düşürücü beklentilerle enflasyonun talep cephesi kontrol altına girmeye başlar. Bu arada, TL’nin güçleneceğine yönelik beklentilerle dolarizasyon düzeyi ilk etapta önemli ölçüde düşmese de ufak gevşeme işaretleri verir. Böylece, enflasyon da yönünü yavaş yavaş aşağı çevirir.

Yukarıda verdiğim oranlar ve süreler örnektir ve mutlak doğru değildir. Piyasa tepkisine göre elbette değişir. Önemli olan, piyasanın anlatılanlara “güvenmesi” ve “beklentilerinden emin olması”. Bu gelişmelerle, belirsizlik havası dağılmaya başlar.

Faiz, bir anda %73.5’e yükseltilmeden ve zamana yayılarak gerçekleştirilen faiz artırımları önemli bir sonuç verir: politika faizi ile piyasa faizleri örneğin %40 gibi bir seviyede buluşur. Bu sırada, enflasyon da bu seviyelere yaklaşmış olur. Ne kadarlık bir sürede? Piyasanın tepkisine bağlı ama diyelim ki 6 ay. Bu sürenin sonunda, enflasyon kontrol altına alınmış, TL pozitif reel getiri sağlamaya başladığı için dolarizasyon düzeyi önemli ölçüde düşürülmüş, kur dalgalanmaları sadece yurt dışı kaynaklı dalgalanmalara maruz kalacak hale gelmiş olur. Bu şartlar, enflasyonu küresel enflasyon sorunu seviyelerine kadar düşürür. Yani, Türkiye köpüğü alınmış olur. Gelişmekte olan ülkeler içinde en yüksek enflasyona sahip ülkelerin seviyesine düşmek dahi enflasyonu %10-14 aralığına indirir.

Bunlar, bugünkü hükümet ile olmayacak. Gelişmeleri izlemeye devam ediyoruz.

Not: Bu yazı, 10.06.2022 tarihinde yazılmış ve daha sonra PolitikYol sitesinde yayınlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Berlin 1978

Çocukluk yaşlarındaydım ama herşeyi hatırlıyorum. Brandenburg’un önünde, bomboş bir Unter Den Linden Caddesi. Her yer bembeyaz. Berlin karla kaplı. Dondurucu bir soğuk var. Evdeki konuşmaları hatırlıyorum. İtalya’ya mı gitsek? Evet ama İtalya’ya her zaman gidilir. 1968’de, öğrenci iken BASF’te staj yaparken Mannheim’dan Berlin’e gittiğini ve çok enteresan şeyler gördüğünü anlatıyor babam. Ya duvar bir gün yıkılırsa? Bir daha görme şansı bulamayacağımız şeyleri görelim; tarihe tanıklık edelim. “Boşverin şimdi İtalya’yı, Demokratik Almanya adında bir ülke de, bugün orada olan duvar da kalmayacak bir gün” diyor babam bizi Berlin’e götürmek için ısrarlı olurken. İtalya yerinde duruyor nasılsa. Karar veriliyor ve bir kaplumbağa Volkswagen ile Regensburg’tan Berlin’e yola çıkıyoruz. Babam, gördüğümüz herşeyi anlatmaya meraklı ve istekli olduğu için, biz de dinliyoruz kendisini. Yaşıma göre konuların ağır gelip gelmeyeceğini düşünmeden anlatıyor. Gördüklerim ve dinlediklerimden etkileniyo