Ana içeriğe atla

Çevresel ve Sosyal Bir Felaket: Plastik

Küresel iklim değişikliği, fosil bazlı enerji kaynaklarından gelir elde eden şirketlerin başka gelir kaynaklarına yönelmelerine sebep oldu.

Fosil bazlı enerji üreticilerinin fosil bazlı olmayan kaynaklar kullanarak enerji üretebilmeleri yıllara yayılacak projeleri gerekli kılıyor. Karşılarında iki yol var. Bir yandan fosil bazlı enerji kaynaklarını kullanmaya devam ederek alternatif gelir kaynakları yaratmanın yollarını aramak, diğer yandan fosil bazlı olmayan enerji kaynaklarından da gelir elde etmeye yönelik projelere odaklanmak. Çevreyi korumaya yönelik yaklaşımlar ve kanunlar bu şirketlerin mevcut gelir kaynaklarının bazılarını tehdit ediyor.

Fosil bazlı yakıtlar, plastik üretiminde önemli bir hammadde konumunda. Plastik, petrokimya sektöründe fosil bazlı yakıtlardan elde edilen kimyasalların kullanımıyla üretiliyor. Sektörün adında “petro” ön takısının yer alması, petrokimya ile fosil yakıtlar arasındaki üretim bağını yeterli ölçüde anlatıyor.

Uluslararası Enerji Ajansı’nın 2018’de yayınladığı bir çalışmaya göre, petrokimya sektörü fosil bazlı yakıt sektörünün büyümesinin 2030’a kadar 1/3’ünün, 2050’ye kadar ise %50’sinin nedeni olacak. TIR ve kamyon taşımacılığı, havacılık ve gemicilik sektörlerinin fosil bazlı yakıt sektöründe yarattığı büyümenin önüne geçmiş olacak.

Fosil bazlı yakıt üreticileri, çevre ile ilgili önlemlerin artmasıyla düşecek olan gelirlerini plastik sektörü üzerinden telafi etmenin yollarını arıyorlar. Carbon Tracker adlı düşünce kuruluşu, bunun mümkün olmadığını bir raporla dile getiriyor. Plastiğin bir telafi edici gelir kaynağı olarak görülmesinin istatistiki temelleri bulunuyor.

Yerküre, çevre için alınan önlemlerle nefes almaya çalışırken bir başka cepheden vuruluyor. Bir pet şişenin toprak altına bırakıldıktan sonra doğada yok olma süresi 450 yıl.

Dünyada plastik kullanımı 2000’lerin başlarından bu yana 2 kat arttı. Yüksek gelir grubundaki ülkelerin plastik kullanımı, düşük gelir grubundaki ülkelere göre 20 kat fazla.

Özellikle 1980’lerin ortalarından itibaren plastik kullanımı, alüminyum, çimento, çelik, amonyak gibi kullanım miktarı büyük ve yaygın ürünlerin artan kullanımlarının çok üstünde kullanım artışı gösterdi. Aşağıdaki grafikte yer alan mavi renkli eğriye bakmak, bu karşılaştırmayı görmek için yeterli.

Kaynak: https://www.iea.org/reports/the-future-of-petrochemicals

Dünyadaki plastik üretiminin %36’sı paketleme, %16’sı inşaat ve %15’i tekstil sektörlerinde kullanılıyor.

Çevreye zararı büyük olan tek kullanımlık plastik, en çok gıda ve içecek paketlemesinde rağbet görüyor. Böylece, Dünya’nın denizlerine, okyanuslarına ve nehirlerine yılda 10 milyon ton plastik atık bırakılıyor.

Petrol şirketleri, yukarıdaki rakamların ortaya koyduğu gelişmelere iştahla bakıyorlar.

Yüksek gelir grubundaki ülkelerde plastik kullanımı önemli ölçüde artmışken büyümenin kaynağı neresi olabilir? Elbette, yüksek gelir grubundaki ülkelerin 1/20’si kadar plastik tüketen düşük gelirli ülkeler. Asya ve Afrika özellikle hedefte yer alıyor.

Plastik atığının sadece %9’u yeniden kullanıma sunulabiliyor. %12’si yakılıyor, %79’u doğaya salınıyor.

Bazı ülkeler plastik atığı satın alarak kendilerine gelir kaynağı yaratıyorlar. Çin, 2018’e kadar yeniden kullanıma sunmak üzere plastik atıkları satın alan ülkelerdendi. Atıkların yeniden kullanıma sunulamayacak kadar kirli ve kötü koşullarda olması nedeniyle alımı durdurdu.

Çevreye ve insan sağlığına zarar veren plastik ya da herhangi bir başka ürünün üretimi ve kullanımının yaygınlaşmasına karşı önlemler alınmaya çalışılırken, karşımıza kapitalizmin ahlakı ve sınıfsal eşitsizlikler çıkıyor.

Çin’in plastik atık alımını durdurmasıyla, atıkları yeniden kullanıma sunacak teknik imkanları olmayan ülkeler atıkları satın almaya başladı. Bu ülkeler, düşük gelir grubunda yer alıyorlar; başka ülkelerin çöpünü satın alarak gelir elde ediyorlar. Türkiye’de de atık ithalatının yakın geçmişte gündeme geldiğini hatırlamak gerekiyor.

Çevresel eşitsizlik sadece ülkeler arasında yok. ABD, plastik atığını başka ülkelere satarken, kendi topraklarındaki petrokimya tesislerini düşük gelir gruplarının yaşadığı bölgelerde kuruyor. Mississippi Nehri’ne yakın bir bölge kanser sokağı olarak adlandırılıyor.

180 ülke 2019’da bir araya gelerek plastik atıkların düşük gelir grubu ülkelerine gönderilmesine Basel Konvansiyonu çerçevesinde sıkı limitler getirmeye çalıştı. ABD, bu uzlaşmaya imza atmadı; plastik çöpünü ihraç etmeye devam etti.

Kenya, Afrika’nın büyük ülkelerinden. 2017’de geçirilen kanunlarla plastik kullanımını asgari düzeye indirdi; çok sayıda plastik içeren ürünün kullanımını yasakladı. ABD’nin kimya ve petrol endüstrisinin lobi grupları Kenya’ya plastik çöp satılması konusunda şartları zorladılar. Kenya ve bazı başka fakir ülkeler ABD’nin çöpünü satın almak konusunda ikna edilmeye çalışıldı.

Ülkelerin, plastik ile ilgili çok farklı kanunları var. Örneğin Avrupa Birliği’nin, 2025’e kadar tüm plastik ürünlerin en az %25 oranında dönüştürülebilir hammadde ihtiva etmesi ile ilgili yönetmeliği bulunuyor.

Fosil bazlı yakıtlarla ilgili şirketler bir yandan petrokimya endüstrisine yönelik satışlarıyla gelir kaynaklarını kaybetmemeye çalışırken, diğer yandan kendi aralarında kurdukları Alliance to End Plastic Waste adlı kuruluşla plastikle savaşıyorlar. Bu amaçla ayrılan kaynak sadece $1.5 milyar.

Şubat 2022 sonunda, Birleşmiş Milletler tarafından bir çevre toplantısı düzenleniyor. Toplantı için 70 tane şirketin bir çağrısı var. Birleşmiş Milletler nezdinde alınacak kararların hukuki bağlayıcılığı olsun ve “küresel plastik kirliliği krizine” karşı önlemler artırılsın istiyorlar.

Bir Ipsos çalışmasına göre, dünyadaki tüketicilerin %71’i tek kullanımlık plastik ürünlerden vazgeçmek istiyor.

Plastik özelinden ekonominin felsefi yönüyle ilgili çok ders çıkıyor.

Küresel sorunların küresel örgütlerle çözülmesi gerekiyor. Bunun için ortak anlayış ve yaklaşım gerekiyor. Amazon ormanlarını imara açmaya kalkan Bolsonaro ve benzerleri ile nasıl anlaşacaksınız mesela?

Çevre, sınıfsal ayrımların ve eşitsizliklerin odak noktada bulunduğu bir çalışma alanı.

Çevreye ve sağlığa zarar veren ürünleri üreten kuruluşların bir anda yok edilmesi işsizlik ve işsizliğin beraberinde getireceği çok sayıda sosyal sorunun sebebi olacak. Kurumların yok edilmesi değil, dönüştürülmesi esas olmalı.

Kurumların ve üretimin dönüştürülebilmesi için devletlerin ortak kararlarının küresel kuruluşların platformlarında hayata geçirilmesi çok önemli. Ortak kararların her ülkenin kanunlarına uyumlu hale getirilmesinin ve bu kanunların tavizsiz yaptırımlarla uygulanmasının hayati önemi var. Siyasi rant ve ahlak konularının iç içe girdiği bir nokta!

Tesislerin dönüştürülmesi ve ulusal kuruluşların yaptırımları konusunda önemli tecrübeler yaşadım. Mantıklı ve planlı yaptırımların olumlu sonuçlarını yaşadım. Uluslararası kuruluşların ise yetersiz kaldığını gözlemledim.

Hukuk, teknolojik değişim, siyaset, baskı ve çıkar gruplarının lobi faaliyetleri, sosyal adalet, işletme yönetimi, devletin rolü ve işlevlerinin yeniden tanımlanması, ekonomi, ahlaki değerler gibi son derece kompleks konular söz konusu.

Bazı konularda sadece yerküre var; ülkelerin sınırları yok. Ülkelerin sınırının olmadığı yerde, insanlığın ortak değerler yaratabilme gücü test ediliyor. Bu güç, böylesine sert bir testten bu boyutta hiç geçmemişti.

Not: Bu yazı, 03.02.2022 tarihinde yazılmış ve daha sonra PolitikYol sitesinde yayınlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Berlin 1978

Çocukluk yaşlarındaydım ama herşeyi hatırlıyorum. Brandenburg’un önünde, bomboş bir Unter Den Linden Caddesi. Her yer bembeyaz. Berlin karla kaplı. Dondurucu bir soğuk var. Evdeki konuşmaları hatırlıyorum. İtalya’ya mı gitsek? Evet ama İtalya’ya her zaman gidilir. 1968’de, öğrenci iken BASF’te staj yaparken Mannheim’dan Berlin’e gittiğini ve çok enteresan şeyler gördüğünü anlatıyor babam. Ya duvar bir gün yıkılırsa? Bir daha görme şansı bulamayacağımız şeyleri görelim; tarihe tanıklık edelim. “Boşverin şimdi İtalya’yı, Demokratik Almanya adında bir ülke de, bugün orada olan duvar da kalmayacak bir gün” diyor babam bizi Berlin’e götürmek için ısrarlı olurken. İtalya yerinde duruyor nasılsa. Karar veriliyor ve bir kaplumbağa Volkswagen ile Regensburg’tan Berlin’e yola çıkıyoruz. Babam, gördüğümüz herşeyi anlatmaya meraklı ve istekli olduğu için, biz de dinliyoruz kendisini. Yaşıma göre konuların ağır gelip gelmeyeceğini düşünmeden anlatıyor. Gördüklerim ve dinlediklerimden etkileniyo