Ana içeriğe atla

Gelişen Ülkelerin Borçluluğunda Tarihi Yüksek Seviyeler

Borcun iki yönü vardır: faydası ve maliyeti. 2020 yılının ilk çeyreğinin sonlarından itibaren yaşanan salgın krizi ile beraber küresel boyutta artan bir borçlanma durumu söz konusu. Ancak, gelişmiş ülkelerde yaşanan enflasyonist koşulların ve bu koşulların beraberinde getirmesi beklenen ekonomi politikalarının gelişen ülkelerin tarihi yüksek seviyelere ulaşmış borçluluğunda özel bir önemi var.

Bir borcun faydaları kamu borçlanması çerçevesinde aşağıdaki başlıklarla özetlenebilir:

1.     Büyümeye katkı sağlayacak projelerin (altyapı yatırımları, sağlık, eğitim, v.s.) hayata geçirilmesi.

2.     Toplumun ekonomik olanakları zayıf kesimlerinin desteklenmesi.

3.     Makroekonomik dengedeki kısa süreli bozulmaların ortadan kaldırılması amacıyla ekonomik aktivitenin desteklenmesi.

4.     Borçlanma amacıyla ihraç edilen kamu borçlanma araçlarının tasarruf sahiplerine güvenilir bir varlık sunması.

Borcun, yukarıda sıralanan faydalarına bakıldığında, 1. madde dışındaki amaçların özellikle gelişmiş ülkelerde 2020’nin ilk çeyreği sonrasında yoğun olarak kullanıldığını gördük. Gelişmiş ülkelerde, toplumlara sunulan mali destek programlarının büyüklüğü, bu ülke grubunun toplam mali destek harcamalarının toplam milli gelirine oranını %20 seviyesine ulaştırdı. Aynı oran, gelişen ülkelerde %6 seviyesinde kaldı. Gelişmiş ekonomiler için bu oran, Büyük Resesyon (2008 Global Finansal Krizi) döneminin mali destek paketlerinin 10 katını ifade ediyor. Gelişmekte olan ülkeler için ise, 4 katını. ABD’nin 1. madde kapsamında son aylarda attığı adımları da ayrıca takip etmekteyiz.

Borç madalyonunun diğer yüzünde maliyet var. Söz konusu maliyetler de aşağıdaki başlıklarla özetlenebilir:

1.     Borcun faizi.

2.     Borcun geri ödenememesinin yaratacağı ekonomik hasar.

3.     Yükselen kamu borcunun özel kemin fon kaynaklarını azaltması (dışlama etkisi).

4.     Borcun, ekonomi politikası tercihlerinde kısıtlar yaratması, farklı politika uygulamalarına manevra alanı tanımaması.

Küresel kamu borcunun küresel gelire oranı, 2020’de 13 puan artarak %97’ye ulaştı. Gelişmiş ekonomilerde 16 puanlık bir artış ile %120 seviyesine ulaşılırken, gelişen ekonomilerde 9 puanlık bir artış ile %63 seviyesine ulaşıldı.

Küresel borç, 2010’dan bu yana artış trendinde. 2010’dan itibaren yaşanan borç artışının temelinde Büyük Resesyon bulunmaktaydı. 2020’de yaşanan borç artışı, 1970 yılından bu yana yaşanan borç artış dönemleri içinde en büyük, en hızlı ve en yaygın olma özelliğine sahip.

2020 öncesinde yaşanan küresel kamu borcu artışı, küresel borç stoğunun küresel gelire oranını 2019 itibarıyla %84 seviyesine taşımıştı. Bu seviye, 2019’dan önceki 50 yılın zirvesi idi.

Gelişen ülke ekonomilerindeki borç seviyesi gelişmiş ülke ekonomilerine göre daha düşük düzeyde olmasına rağmen, daha yüksek risk unsurları içeriyor. Gelişen ülkelerde borcun riski daha yüksek kılmasının nedenleri şunlar:

1.     Borçların kaynağında yabancıların payı yüksek. Diğer bir ifadeyle, borçlarda yabancı paranın yarattığı bir kur riski söz konusu. Tüm gelişen ülke borçları içinde yabancılardan alınan yabancı para cinsinden borcun payı 2020 itibarıyla %40 düzeyinde.

2.     Alınan borçların önemli bir bölümü büyüme potansiyeli yaratacak kalkınma amaçlı projelere yönelik değil.

3.     Borçların vadesi kısa.

Gelişen ülkeler grubunda, kamu borçlarının yanı sıra özel borçların artışı da söz konusu. Yine 2020’de, gelişen ülkelerin özel borçlarının toplam gelire oranı 16 puanlık bir artışla %142’ye çıkmış bulunuyor.

Gelişen ülkelerin kamu ve özel borcu beraber ele alındığında, 2020 için toplam borcun toplam gelire oranının %206’ya ulaştığı gerçeği ile karşı karşıya kalıyoruz. Söz konusu oranın 2010’da %118 seviyesinde olması ve 2020 seviyesinin önceki 50 yılın en yüksek seviyesine işaret etmesi de gelinen noktayı görmek açısından başka bir gerçeği ifade ediyor. 2020 itibarıyla, gelişen ülkelerin kamu ve özel borç toplamının yarısından fazlası özel borçlardan oluşuyor.

Gelişen ülkelerdeki borcun içinde Çin’e ayrı bir yer ayırmak gerekiyor. Çin hariç tutulduğunda, yukarıda %206 olarak belirtilen oran %137’ye, %118 olarak belirtilen oran ise %96’ya düşüyor.

Küresel ekonominin düzelme eğilimi arttıkça, bol likidite koşulları tedrici olarak yok olmaya başlayacak. Gelişmiş ülkelerde enflasyonist beklentilerin yükseliyor olması, gelişen ülkelerin gelecekteki borçlanma maliyetleri ve büyüme performansları açısından olumsuz sinyaller veriyor.

Gelişen ülkelerin büyüme performanslarında herhangi bir nedenle ortaya çıkabilecek aksaklıklar, söz konusu ülkeler grubunun kamu gelirleri ve harcamalarında son derece dengeli hareket etmelerini zorunlu kılıyor. Bu dengeleri sağlayacak kurumsal ilkelere de çok ihtiyaçları olan bir döneme girildi. Bu bakış açısıyla, yeni sürece Türkiye’nin özellikle kurumsal yönetim ilkeleri bakımından son derece olumsuz bir atmosferde girdiğini izlemekteyiz.

Küresel ölçekte gelir eşitsizliğinin artmış olması, potansiyel büyümenin düşüşüne işaret ediyor. Potansiyel büyüme, bir ekonominin tam istihdam ve tam kapasite kullanımı koşullarında elde edeceği büyüme oranıdır.

Servet stoğunun ağırlıklı olarak üst gelir gruplarının elinde toplanması büyüme konusunda olumsuz sonuçlar ortaya koyar. Üst gelir gruplarının tüketim eğilimi düşüktür. Özellikle, finans piyasalarının ağırlığının çok arttığı günümüz ekonomik koşullarnda, her ilave geliri finansal yatırım araçlarında değerlendirme eğiliminde oldukları gözlemlenmektedir.

Orta ve alt gelir gruplarının tüketim eğilimleri yüksektir. Çünkü, tatmin edilmemiş mal ve hizmet talepleri söz konusudur. Orta ve alt gelir gruplarının gelir bölüşümünden daha fazla pay alması tüketim harcamalarında yaygınlığı artıracaktır. Yaygınlaşan, daha geniş bir tabana yayılan tüketim harcamaları, toplum için daha yaygın gelir anlamı taşımaktadır.

Büyümenin altın çağı olarak değerlendirilen 1950’ler ve 1960’ların ekonomik performansının arkasında geniş orta gelir gruplarının var olduğu unutulmamalıdır. Gelir adaleti, ekonominin hem sosyal, hem de matematiksel ve teknik yönü açısından önemli içeriğe sahip bir kavramdır.

Tarih, finansal krizlerin yarattığı resesyonların, ekonomilerin doğal konjonktürel dalgalanmaları çerçevesinde oluşan resesyonlardan daha tahrip edici olduğunu ortaya koydu. Bir borcun sorun haline dönüşmesi için yukarıda sıralanan borcun maliyetlerinin olumsuz koşullar ortaya koyması gerekir. Yukarıda ortaya konan rakamlar ve gelişmiş ekonomilere dair gelişmeler, yükselen borcun bazı gelişen ekonomilerde finansal kriz yaratma riskini artırdığını anlatmaktadır.

Gelişmiş dünyada enflasyon ve büyüme kaygılarıyla önemli bir değişim dönemi başlıyor. Çin’in emlak piyasasında başlayan stresin 2022’ye sarkacak önemli etkileri olabilir. Oluşacak streslerin kaynakları ile ilgili de çok sayıda öngörüde bulunmak mümkün. Büyüme, küresel olarak daha fazla borca dayalı bir hal aldı. Bir sağlık krizinin bıraktığı enkaz, borçların özellikle gelişen ülkelerde soruna dönüşme olasılığını artırırken geleceğin büyüme performansını sınırlayan ve ekonomi politikalarında tercihleri çok önemli boyutta kısıtlayan bir noktaya geldi.

Kaynaklar:

The Anatomy of Global Debt by Howard Davies - Project Syndicate (project-syndicate.org)

Global Debt Database (imf.org)

Navigating the debt legacy of the pandemic (brookings.edu)

World Bank Document

Global debt is soaring — and we need to talk about it

Systemic Banking Crises Database II (repec.org)

A New Comprehensive Database of Financial Crisis: Identification, Frequency and Duration by Thanh Cong Nguyen, Vítor Castro, Justine A Wood :: SSRN

Centre for Economic Policy Research

2016'dan Bir Uyarı: Batma Potansiyeli Olan Borçlarda Artış (arda-tunca.blogspot.com)

Not: Bu yazı, 18.11.2021 tarihinde yazılmış ve daha sonra PolitikYol sitesinde yayınlanmıştır.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Berlin 1978

Çocukluk yaşlarındaydım ama herşeyi hatırlıyorum. Brandenburg’un önünde, bomboş bir Unter Den Linden Caddesi. Her yer bembeyaz. Berlin karla kaplı. Dondurucu bir soğuk var. Evdeki konuşmaları hatırlıyorum. İtalya’ya mı gitsek? Evet ama İtalya’ya her zaman gidilir. 1968’de, öğrenci iken BASF’te staj yaparken Mannheim’dan Berlin’e gittiğini ve çok enteresan şeyler gördüğünü anlatıyor babam. Ya duvar bir gün yıkılırsa? Bir daha görme şansı bulamayacağımız şeyleri görelim; tarihe tanıklık edelim. “Boşverin şimdi İtalya’yı, Demokratik Almanya adında bir ülke de, bugün orada olan duvar da kalmayacak bir gün” diyor babam bizi Berlin’e götürmek için ısrarlı olurken. İtalya yerinde duruyor nasılsa. Karar veriliyor ve bir kaplumbağa Volkswagen ile Regensburg’tan Berlin’e yola çıkıyoruz. Babam, gördüğümüz herşeyi anlatmaya meraklı ve istekli olduğu için, biz de dinliyoruz kendisini. Yaşıma göre konuların ağır gelip gelmeyeceğini düşünmeden anlatıyor. Gördüklerim ve dinlediklerimden etkileniyo