Ana içeriğe atla

Enerji Krizinin Yarattığı Ekonomi Gündemi

Avrupa enerji krizinde. Krizin arkasında Rusya-Ukrayna savaşı var. Kriz, özellikle şu konu başlıklarında düşünceler tetikliyor: Avrupa’da olası bir resesyon, enflasyon, para politikaları, maliye politikaları ve iklim krizi.

Enerji krizine boyut atlatan gelişmeler:

G7 ülkeleri Rusya’dan tedarik edilen doğal gaz için 2 Eylül 2022 günü bir fiyat tavanı uygulaması kararı aldı. Amaç, Rusya’nın en önemli gelir kaynağını zayıflatmak. Ertesi gün Rusya, Kuzey Akım 1 boru hattından Almanya’ya ulaşan doğal gazı “teknik nedenler” ileri sürerek durdurdu. Rusya’nın kararı teknik değil, “siyasi” nitelikliydi.

Avrupa’nın Rusya’ya ilişkin ambargo kararları geri çekilmediği sürece Kuzey Akım 1 boru hattı üzerinden enerji sevkiyatı gerçekleşmeyecek. Rusya’nın gelir kaynaklarıyla ilgili endişe hissetmeden Avrupa’ya karşı bu kadar rahat davranabilmesinin nedeni Çin ve Hindistan’a gerçekleştirdiği doğal gaz satışları.

5 Eylül 2022 itibarıyla Amsterdam TTF piyasasında doğal gaz fiyatları %30 oranında yükseldi. Eylül 2021’e göre doğal gaz fiyatları 10 kat artmış oldu.

Rusya’dan Avrupa’ya doğal gaz akışının kesilmesi her ülkede farklı etkiler yaratıyor. En olumsuz etkilenen ülke Almanya. Gelişmiş ekonomilerde enflasyon tarihi rekorlar kırıyor. Rekorların arkasında enerji fiyatlarının yükselişi başrolü oynuyor. Ağustos itibarıyla Euro Bölgesi’nde enflasyon %9.1, Almanya’da %8.

Yükselen enerji fiyatları ile ağırlaşan enflasyonist koşullar Avrupa toplumlarında toplumsal çalkantılara neden olmaya başladı. Almanya, Rusya’nın gaz akışını durdurması üzerine 22 saatlik bir toplantı sonunda €65 milyarlık bir ekonomik destek paketi açıkladı. Amaç, düşük gelir gruplarına yardım sağlamak. Rakam, Almanya ekonomisinin büyüklüğünün %1.8’ine denk geliyor. Destek paketleri İsveç, Çekya, Fransa, İtalya tarafından da devreye alındı. Rusya, Avrupa’nın ne ölçüde “birlik” olduğunu test ediyor.

Avrupa’nın Asya ve Atlantik üzerinden Amerika kıtası kaynaklı enerjiye ulaşacak altyapıyı tesis etmesi kısa vadede elbette mümkün değil. Her ne kadar enerji stoklarının doluluk oranları yüksekse de, enerji temini konusunda geleceğe dair belirsizlik Avrupa ülkelerini tasarruf önlemlerine zorluyor. Çelik, kimya ve cam endüstrileri, en fazla enerji kaynağı kullanmak zorunda olan endüstriler. Bu endüstrilerdeki bazı firmalar bir süre için üretime ara vermek zorunda kaldı. Bu nedenle, geçmişte terk edilen kömür ve nükleer enerji santrallerinin yeniden kullanıma açılması zaruri hale geldi.

Avrupa’nın enerji krizinin iki önemli sonucu bulunuyor. İlki, resesyon olasılığının güçlenmiş olması. İkincisi, doğal gaza göre çevre için çok daha zararlı enerji kaynaklarına yönelmek zorunda kalınması.

Avrupa’da güçlenen resesyon olasılığı ve para politikaları:

Avrupa’da yaşanabilecek resesyonun diğer bir önemli nedeni para politikaları. Avrupa Merkez Bankası (ECB), %2’lik enflasyon hedefine bağlı olduğunu vurguluyor. Bu amaçla, 8 Eylül’deki toplantısında 0.75 puanlık bir faiz artırımı kararı aldı. Enflasyonun arz yanlı nedenlerine para politikalarının etkileri dolaylı ve zayıf olacaktır. Ancak, %9.1’lik enflasyon karşısında ECB’nin faiz oranının %0 olması da para politikası tekniğiyle uyumlu bir durum değildi. Enerji krizi hem enflasyonun, hem de olası bir resesyonun tam ortasında yer alan bir sorun. Para politikasında karar almak hassaslaşan ekonomik dengeler altında giderek zorlaşıyor.

Fed başkanı Powell fiyat istikrarı olmadan ekonominin “kimse için çalışmayacağını” belirtti. ECB dışında, Fed’in enflasyon ile savaşı da Avrupa için olası bir resesyonun önemli bir nedeni olacaktır.

Yeni enflasyonist dünyada maliye politikalarının yönü:

2008 krizi sonrasında küresel borçluluk seviyesi önemli ölçüde arttı. Kovid-19 ile kamu bütçelerine ek yükler geldi. ABD’nin Jackson Hall kasabasındaki toplantılarda maliye politikalarına dikkat çeken bir sunum gerçekleştirildi. Johns Hopkins Üniversitesi’nden Francesco Bianchi ve Şikago Fed’den Leonardo Melosi tarafından yapılan çalışmanın önemli bir tespiti var. ABD’nin 2021’de Kovid-19 nedeniyle oluşturduğu $1.9 trilyonluk destek paketinin mevcut %8.5’lik enflasyona 4 yüzde puanlık katkı yaptığı belirtiliyor. ABD için yapılan bu tespitin Avrupa için de bir mesajı ve önemi var.

ECB, enflasyona karşı faizi yükseltirken maliye politikası bu sıkılaştırıcı para politikasına kayıtsız kalamaz. Yani, para politikası sıkılaşma yönünde çalışırken, maliye politikası genişleyici yönde çalışamaz, çalışmamalıdır. Bianchi ve Melosi’nin işaret ettiği gibi, para politikası enflasyonu düşürmeye çalışırken ekonomik destek paketleriyle enflasyonu yukarıda tutacak ya da yükseltecek maliye politikası kaynaklı unsurlar devreye sokulamaz. Aksi halde, hem para politikasının, hem de maliye politikasının etkinliği azalır. Ancak, Avrupa’da mali birlik yok!

Gelişmeler, toplumsal destek zorunlulukları, desteklerin yarattığı enflasyon ve resesyon baskısı altında ekonomi politikalarının kararlarının olağanüstü hassaslaşmasına neden oluyor. Bildiğim kadarıyla, siyasiler ekonometrik modellere bakarak karar almıyorlar.

2008 sonrasında para politikası hep genişleyici yönde kullanıldığı halde enflasyonun yükselmediği koşullar bulunuyordu. Bu nedenle, maliye politikasının “politika etkinliği ve uyumu” kavramı çerçevesinde genişleyici olmasında sakınca yoktu.

Kovid-19 sonrasındaki dünya son derece karmaşık ekonomik gelişmeler ortaya koyuyor. Doğru politik çözümler için enflasyonun yapısal değişim dinamiklerini anlayabilmek çok önemli. Konu sadece enerji ve gıda fiyatlarındaki gelişmelerden ibaret değil.

İklim krizi, piyasa ve özgürlükler:

Gelelim en önemli konuya: iklim krizi. İnsanlığın içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi bunalım iklim krizi ile boyut atlıyor. Devletler üstü kuruluşların ortaya koyduğu sera gazı salımı hedefleri doğa bilimlerinin felaket senaryoları karşısında yetersiz önlemler içeriyor. Bu konunun detaylarına bir başka yazıda yer vereceğim. İklim krizi ve ekonomi hiçbir şekilde birbirinden ayrılamaz. Zira, iklim krizinin nedeni ekonomi.

Büyüme, kalkınma ve demokrasi arasındaki ilişkileri analiz eden, konuya tarihsel perspektiften bakan çok sayıda akademik makale bulunuyor. 1980’ler sonrasında uygulama bulan kapitalist anlayış sosyal ve ekonomik adaleti göz ardı ediyor.

“Özgürlükçülük” sloganı ile kendisini “globalleşme” kavramı etrafına yerleştiren kapitalizm “piyasanın” her sosyal sorunu çözebileceği varsayımına dayandı. İklim krizi de bu “her sosyal sorunun” bir parçası. Yeni kapitalist anlayış, serbest piyasanın “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” prensibini “kuralsızlık” olarak yorumladı ve “deregülasyon” süreçleri yaşandı. Bu süreçler, özellikle batı ekonomilerinde dezavantajlı sosyal sınıfların büyümesi ve artan eşitsizliklerle sonuçlandı.

Gelişen koşullar, toplumların yereli önemseyen siyasi tercihlere kaymasını beraberinde getirdi. Kapitalizm, piyasa mekanizması üzerinden özgürlükçülüğü savunurken, tiranların, faşistlerin popülist söylemlerle arka arkaya iktidara geldiği ya da çok yaklaşabildiği bir dünya yarattı. Gelişmekte olan ülkelerde de benzer siyasi tercihler oluştu. Zira, onlar da bir dönem gelişmişlerin yarattığı krizden faydalandılarsa da, gelişmişlere olan “bağımlılıklarından” dolayı daha sonra zarar görmeye başladılar. Özgürlükler ve demokrasi küresel ölçekte önemli hasarlar aldı.

Demokrasinin kapitalizme özgürlük kavramı üzerinden katkı vererek ekonomik refah sağlanacağı düşünülürken, kapitalizmin piyasa fetişisti bakış açıları demokrasiyi vurdu.

Hasar gören demokrasiye sadece ekonomik eşitsizlikler cephesinden bakmak yetersiz olur. Ancak, kuşkusuz ki eşitsizliklerin çok önemli payı bulunuyor.

İklim krizi, iklim mültecileri yaratıyor. İklim mültecilerinin artması, milliyetçilik kavramının daha fazla gündemde olduğu bir dünya yaratabilecek. İklim krizinden yoğun etkilenenler, daha az etkilenen ülkelere göç edebilecek. Bulunmayan su, kuraklık nedeniyle elde edilemeyen tarım ürünleri artan göç sorunuyla beraber demokrasiye ilave hasar verebilecek.

Herşeyi piyasaya bırakan kapitalizm, temelinde eşitsizliklerin olduğu bir rejim değişikliğini belli bir ölçüde yaşadı. İstediği ve başta yarattığı düşünülen liberal ortam hasar aldı. İklim kriziyle beraber bu sürecin bir başka seviyeye uzanması kaçınılmaz gözüküyor. Kapitalizm, “özgürlük” kavramını kendi dayattığı düzenle kaybedecek. Demek ki, mevcut haliyle kapitalizm kendi içinde çelişkili ve otokratik düzenlere yol açabiliyor. Kapitalist özgürlük fikri samimi olsaydı dünyanın en zenginleri Kuzey Kutbu’nda eriyen buzullar nedeniyle ortaya çıkan yeni enerji kaynaklarının sondajlaması işinin peşinden koşmazlardı.

Avrupa kuraklıktan kavruluyor, Kaliforniya yanıyor, Salt Lake Gölü ağır su kaybı yaşamış durumda, Pakistan’ın üçte biri sel nedeniyle sular altında, deniz seviyeleri yükseliyor, v.s. Bu olanları öngörmüş modeller ve çalışmalar var.

40.000 kilometrelik ekvator çizgisinin civarında 3.5 milyar insan yaşıyor. Bu insanların büyük bir bölümünün iklim mültecisi haline geldiğini düşününüz. Diyebiliyorsanız, haydi deyin “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler”.

Not: Bu yazı, 08.09.2022 tarihinde yazılmış ve daha sonra PolitikYol sitesinde yayınlanmıştır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Berlin 1978

Çocukluk yaşlarındaydım ama herşeyi hatırlıyorum. Brandenburg’un önünde, bomboş bir Unter Den Linden Caddesi. Her yer bembeyaz. Berlin karla kaplı. Dondurucu bir soğuk var. Evdeki konuşmaları hatırlıyorum. İtalya’ya mı gitsek? Evet ama İtalya’ya her zaman gidilir. 1968’de, öğrenci iken BASF’te staj yaparken Mannheim’dan Berlin’e gittiğini ve çok enteresan şeyler gördüğünü anlatıyor babam. Ya duvar bir gün yıkılırsa? Bir daha görme şansı bulamayacağımız şeyleri görelim; tarihe tanıklık edelim. “Boşverin şimdi İtalya’yı, Demokratik Almanya adında bir ülke de, bugün orada olan duvar da kalmayacak bir gün” diyor babam bizi Berlin’e götürmek için ısrarlı olurken. İtalya yerinde duruyor nasılsa. Karar veriliyor ve bir kaplumbağa Volkswagen ile Regensburg’tan Berlin’e yola çıkıyoruz. Babam, gördüğümüz herşeyi anlatmaya meraklı ve istekli olduğu için, biz de dinliyoruz kendisini. Yaşıma göre konuların ağır gelip gelmeyeceğini düşünmeden anlatıyor. Gördüklerim ve dinlediklerimden etkileniyo