Devletin ekonomideki rolüyle ilgili süreçleri 2.
Dünya Savaşı sonrası ve 1970’lerin başları ile ilişkilendirerek analiz etmek
bugünün anlaşılması ve geleceğe ilişkin öngörüler yapılması konusunda çok
yardımcı oluyor. Küresel boyutlu her kritik gelişme ya da ağır bir sorun
devletin rolünü tartışmaya açıyor.
1980’lerin liberalleşme süreci özel girişimi
öne çıkarmıştı. Devletin rolü, düzenleyici ve denetleyici olma sınırlarında
kalacaktı. Ancak, etkisi yaygın ve derin olan bazı gelişmeler devletin özel
sektörün alanına yeniden girmesine neden oldu.
2008’deki Büyük Resesyon ve 2020’in Kovid-19
krizi sosyalist bloğun çöküşünden sonraki en önemli dönüm noktaları oldu. Devletin
rolünün yeniden tanımlanmasına ilişkin gündem giderek ağırlık kazandı.
Büyük Resesyon öncesindeki dikkat çekici
gelişme 1990’ların sonundan itibaren gelişmiş ülkelerin genelinde artan gelir eşitsizliği
oldu. Gelir eşitsizliği, Büyük Resesyon ile küresel ölçekte yaygınlaştı.
Kovid-19 ile ekonomi dışındaki alanlara da yayıldı.
Oxfam
International’a ait bir çalışmaya göre,
Kovid-19 başladığından bu yana dünyanın en zengin 10 kişisi saniyede $15.000,
günde $1.3 milyar kazanç elde etti. Bu 10 kişinin serveti, dünyanın en düşük
gelire sahip 3.1 milyar insanının sahip olduğu toplam servetin 6 katı
büyüklüğüne ulaştı. Veriler, ekonomik eşitsizliğin boyutlarını çarpıcı olarak
ortaya koyuyor.
Büyük Resesyon öncesinde, hızla günlük
hayatımıza nüfuz eden teknoloji şirketlerinin büyüme hızı, özellikle bu grupta
yer alan şirketlerin zamanla oligopolleşme eğilimlerinin artışını ve işgücü
veriminin düşüşünü beraberinde getirdi. Dünyanın en büyük 10 teknoloji
firmasının toplam büyüklüğü 5 yıl öncesine göre 2’ye
katlanmış durumda. Dünyanın en zengin 10 kişisine ait yukarıdaki
veriler bu sürecin bir sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Teknoloji devlerini
kontrol altına almak yönünde özellikle ABD ve Çin’de hukuki çalışmalar
yapılıyor. Fakat, bambaşka piyasa yaklaşımlarıyla.
Ülkeler arasındaki eşitsizlik de 1990’lardan
sonra ilk kez bu kadar çarpıcı bir manzara ortaya koyuyor. 1990’ların tüm
dünyayı eş anlı olarak yukarı taşıyan havası uzun süredir dağılmış durumda.
ABD, Biden’ın alt yapı yatırımlarına yönelik
planlarıyla geniş kitlelere gelecekte gelir kaynakları yaratabilmenin peşinde. 1990’lardan
sonra yaygın bir orta sınıf yaratan Çin, ortak
refah programı ile eşitsizliğe karşı önlem arayışında. Avrupa Birliği
(AB), ekonomik bağımsızlığı artırmak için bir stratejik
özerklik planı üzerinde çalışmakta. Sonuçları bilinmez ama tüm bu
projelerin ortak bir amacı var: artan eşitsizlik karşısında “devletin” çare
arayışı. Eşitsizliklerin arkasında çok karmaşık ekonomik, sosyal ve başka konu
başlıkları altındaki gelişmeler var.
Eşitsizlik ile iç içe geçen ve eşitsizliği
besleyen ekonomi dışındaki önemli
konulardan biri uzun süredir küresel iklim değişikliği iken, 2020
itibarıyla buna dünyanın küresel salgınlar ile mücadelesi de eklenmiş oldu. Tedarik
zincirlerinde baş gösteren kırılmalar devletin iş dünyası ile ilişkilerinde
değişikliklere yol açtı.
Bu yazıya hazırlık kapsamında notlarıma göz
atarken, The Economist dergisinin son sayısında devletin ekonomideki rolü ile
ilgili bir araştırma
çalışmasına denk gelmek yazıya katkı sunan bir tesadüf oldu. Küresel
boyutta yayılan devlet yönetme anlayışını “patronvari” olarak niteliyor dergi.
Refah devletinin genişlediği ifade ediliyor. Oysa, 1990’dan 2016’ya kadar
küresel boyutta $3.6 trilyonluk varlık özelleştirilmiş idi.
Küresel boyutlu sorunların ağırlaşmasında
küreselleşmiş dünyada artan bulaşıcılık etkisinin payı büyük. Küresel
sorunların çözümü için daha çok küresel işbirliği gerekirken, ABD, Rusya, Çin
arasında hegemonya
savaşına tanıklık etmekteyiz. Hegemonya savaşını Tayvan, Ukrayna, Kuzey
Akım 2 Doğalgaz Boru Hattı, Kazakistan, Güney Çin Denizi, Asya'daki
ticari entegrasyonlar, v.b. başlıklar üzerinden izliyoruz.
Teknoloji ilerlerken firmaların inovasyon gücü
azaldı. Tedarik zincirlerinde yaşanan kırılmalarla ülkelerin üretim gücünde
ortaya çıkan zayıflamalar bazı özel koşullarda özel sektörün sorun çözmede
yetersiz kaldığına işaret etti. Örneğin, çip üretiminde geliştirme sağlanması
konusunda Amerikan Senatosu şirketlere destek kararı aldı.
Piyasanın etkin işleyişi, iktisat teorisinde
çok geniş yer bulmuş bir tartışma başlığıdır. Piyasanın etkinliği
tartışılırken, devletin ekonomideki rolü de tartışmanın içinde önemli bir yer
işgal etmektedir.
Çevreyle ilgili konulardan ilaç üretimine,
enerji üretiminden bio-teknolojiye kadar çok sayıda sektörde Fransa, ABD, Çin,
İngiltere, v.s. düzenleyici ve denetleyici olmanın ötesine geçen fonksiyonlar
ifa etmeye başladılar. Özel sektörün çözemediği ya da çözmeye niyetinin
olmadığı sorunlarda devlet devrede. Dönemin koşullarına göre özel öneme sahip
kritik sektörlerin devletler tarafından desteklendiği bir süreç söz konusu.
Oysa, 1980’lerin hayali bu değildi.
Devletin giderek artan ağırlığı ile kamu
borçluluğu ve vergiler de bu devasa konunun önemli bir yerinde duruyor. Ulusal ve
uluslararası düzeyde vergi kanunlarının küresel ekonomiye verdiği şekli devletin
düzenleyici ve denetleyici olmasının ötesinde, yönlendiricilik rolüyle beraber
değerlendirmek gerekiyor.
ABD ve AB’de yönlendiricilik, özel şartların
gerektirdiği bir zorunluluk olarak görülürken, Çin ve Rusya’da, rejimin
totaliter yönünü vurgulayan özellikler olarak ortaya çıkıyor.
2008’in Büyük Resesyon’unun ve 2020’nin
Kovid-19 krizinin zaten hasarlı olan demokrasilere daha da hasar verdiği
görülebiliyor. Bir tarafta ABD ve AB’nin yer aldığı, diğer tarafta Çin ve
Rusya’nın yer aldığı farklı kapitalist ve toplumsal düzen anlayışları özgürlükler
ve toplumsal refah çerçevesinde batıyı öne çıkarıyor.
Devletin ekonomideki rolü konusunda kapitalist
dünyada her ne kadar piyasanın düzenlenmesi ve denetlenmesi esas ise de, bazı
konuların sadece piyasaya bırakılamayacağının ve devletin yönlendirici
özelliğinin varlığının önemi bugünün nesilleri tarafından anlaşılmış durumda.
Nereye ve ne zamana kadar yönlendiricilik? Bu sorunun cevabı yok.
Francis Fukuyama’nın 1990’larda ileri sürdüğü
tarihin sonu tezinin geçerliliğinin olmadığını görüyoruz. Tarih, hiçbir konuda
bir daha asla olamayacak dememeyi öğretiyor.
Not: Bu yazı, 20.01.2022 tarihinde yazılmış ve
daha sonra PolitikYol sitesinde yayınlanmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder