1914-1945 arasında geçen süreç,
Avrupa tarihinde kargaşa dolu yıllara işaret eder. Bu sürecin içine iki
tane dünya savaşı ve o güne kadar görülen en büyük ekonomik kriz sığmıştır.
Avrupa'da sınırlar değişmiştir.
Yaşanan tarihsel süreçlerle beraber kapitalizm de evrilmektedir. Ancak, 1.
Dünya Savaşı'nın içinde yaşanan Bolşevik Devrimi ile kapitalizmin karşısında bir
sistem oluşmaya başlamıştır. 1776'da bilimsel olarak doğduğu kabul edilen ve
sonrasında gelişen kapitalizmin karşısında ilk kez fikir boyutunu aşarak
alternatif olarak gelişen bir sistem kurulmaktadır.
İktisat, önceki yazılarda anlatılan bilimsel gelişimi içinde özellikle
odaklandığı ve analiz ettiği konuları yıllar içinde değişen koşullara göre
değiştirmektedir. Yani teori, içinde yaşadığı koşullara göre gelişmekte ve
yaşananlara açıklamalar getirmeye çalışmaktadır. 2. Sanayi Devrimi'nin yeniden
tanımladığı üretim ilişkileri sermayenin ihtiyacını ve önemini artırmıştır. 1.
Sanayi Devrimi ve öncesinde arazi ve doğal kaynak sahibi olmak önemli iken, 2.
Sanayi Devrimi'nin ön plana çıkardığı kavram sermaye olmuştur.
Sermayenin ön plana çıkması ve 20. y.y.'nin başlarından ortasına kadar yaşanan
kaoslarla dolu süreç iktisat yazınında yoğun olarak konjonktürel
dalgalanmaların analiz edilmesi ve teorinin bu yönde gelişmesi sürecini
beraberinde getirmiştir. 1873, 1907, 1929 yıllarının krizleri ile beraber yaşanan
savaşlar sermayenin sürekli olarak el ve coğrafya değiştirmesiyle sonuçlanmış
ve ulaştığı ve terk ettiği ekonomiler üzerinde etkiler bırakmıştır. Bu
etkilerin hangi değişkenler üzerinde ve hangi süreler içinde ortaya çıktığı
iktisada konjoktürel dalgalanma teorilerinin üretilmesi olarak yansımıştır.
Akademik açıdan Avrupa'nın sahip olduğu önem, özellikle 2. Dünya Savaşı
sırasında Avrupa'dan ABD'ye kaçan akademisyenlerin çalışmalarını Amerikan
üniversitelerinde sürdürmeleri nedeniyle ABD'ye kaymıştır. 1940'lı yıllara
gelindiğinde, akademik çalışmaların ağırlık ekseni artık ABD'dedir.
Wassily Leontief (1906-1999), St. Petersburg'tan önce Berlin'e, daha sonra da
Harvard Üniversitesi'ne kaçmış bir Rus'tur. Walras'ın genel denge analizini
basitleştirmeye çalışmış ve teoriyi reel ekonomiye aktarmaya çalışmıştır.
İktisat literatürüne Leontief Matrisi olarak geçen girdi-çıktı analizleriyle
kendisinden sonra yapılan çalışmaların temelini atmıştır.(1)
Joseph Alois Schumpeter, 1912'de yayınladığı The Theory of Economic Development
adlı eserinde kapitalist gelişme sürecinin merkezine girişimciyi yerleştirir.
Çalışmaları, Leontief'in girdi-çıktı analizinden daha geniş bir alanı kapsar.
Schumpeter, yeni ürünlerin üretilmesi, yeni arz kaynaklarının yaratılması, yeni
üretim metotlarının bulunması gibi ekonomide yenilik ve verim artışı ifade eden
konularda sorumluluğun girişimcilerde olduğunu anlatır. Her yeniliğin, mevcut
dengeyi uyardığını ve yeni kar olanakları yarattığını söyler. Zamanla, yeniliği
taklit edenlerin devreye girmesiyle yeniliği yaratan girişimcinin kar marjının
daraldığını ve başka bir girişimcinin bir yenilik yaratmasıyla ekonomide yeni
bir denge noktasına hareket edildiğini anlatır. Bu fikirleri çerçevesinde
1930'lu yıllarda konjonktürel dalgalanmalarla ilgilenir ve 1939 yılında
Business Cycles adlı eserini yayınlar.
Schumpeter'in Business Cycles adlı eseri, yine konjonktürel dalgalanmalarla
ilgilenen Simon Kuznets'ten (1901-1985) ağır eleştiriler alır. 1929 Buhranı
sonrasında iktisat literatürü Keynes'in yoğun olarak etkisi altındadır.
Keynes'in teorisi üzerinde çalışanların ağırlıkta olduğu süreçte Schumpeter'in
kitabı pek beğenilen bir eser olarak anılmayacaktır. Ancak, Capitalism,
Socialism and Democracy (1943) adlı eserinin iktisat yazınındaki etkileri son
derece önemli olacaktır. Başarılı bir kapitalist süreçte Marx'ın iddia ettiği
gibi işçi sınıfının ayaklanması gerekmeyecektir. Zira, kapitalist sürecin
çalışmasıyla işçi sınıfının refah düzeyi artacak ve ayaklanmasına gerek
kalmayacaktır. Ancak, Schumpeter'e göre kapitalizm sürekli olarak devinim
içinde olan ve kendi kendini dönemsel olarak yok eden bir sistemdir. Ancak bu
yok oluş, yeniden yaratılışın temeli olacaktır. Bu süreç, yaratıcı yıkım
(creative destruction) olarak adlandırılmaktadır. Özetle, Schumpeter'e göre
kapitalizm sürekli olarak kendi küllerinden doğan bir süreci ifade eder.
1940'lı yıllarda, iktisat yazınında hakimiyeti ABD ele geçirmiştir. Ancak,
Cambridge'te bir grup akademisyen rekabet teorisi üzerinde çalışmaktadır. Piero
Sraffa (1898-1983), Joan Robinson (1902-1983) bu akademisyenlerin bazılarıdır.
Marshall'ı eleştirmektedirler. Ayrıca Sraffa, Neoklasik İktisat'ı da yerle bir
eden bir eleştiri yapmıştır. Almanya ise, Heinrich von Stackelberg (1904-1946)
ve Frederik Zeuthen gibi isimlerle oligopol teorisini geliştimektedir.
Konjonktürel dalgalanmalar ile ilgili çalışmalarda Avusturya tarafından da
önemli katkılar geldi. Ludwig von Mises (1881-1973) ve Friedrich von Hayek
(1899-1992) İsveç'li Knut Wicksell'in kümülatif proses teorisi(3)
üzerine inşaa ettikleri göüşleriyle kapitalizmin gelişimi üzerine önemli
görüşler ortaya attılar. Wicksell'in doğal faiz oranı kavramı(4)
üzerinde özellikle durdular. Wicksell'in parasal faiz oranı olarak tanımladığı
kredi faiz oranının doğal faiz oranından düşük tutulması halinde önemli bir
enflasyonist süreç oluşacağını ve ekonomide kaynak tahsisinin değişeceğini dile
getirdiler. Çünkü, doğal faiz oranından düşük olan parasal faiz oranı nedeniyle
girişimcilerin sermaye yoğun üretim proseslerine yatırım yapacaklarını
düşündüler. Sermaye yoğun üretime yatırım yapılması ile bu yatırımlardan getiri
elde edilmeye başlanmasının çok uzun zaman alacağını ortaya attılar. Bu
durumda, sermaye mallarının fiyatlarının tüketim ürünlerinin fiyatlarına göre
daha yüksek oranda artacağını dile getirdiler. Bu koşullar altında, ekonominin
kaynakları sermaye mallarına yönelmiş olacak ama sermaye mallarının getirisi
uzun bir sürecin sonunda ancak gündeme gelecek ve tüketici için tüketim
talebini ertelemenin herhangi bir anlamı olmayacaktı. Bu durum, tüketim
harcamalarında önemli bir artışı ve sonuçta fiyatların yükselmesini beraberinde
getirecekti.
Kredi genişlemesi, bir noktada duracaktı. Kredi genişlemesinin durduğu noktada
faiz oranlarının artması gündeme gelecekti. Çünkü, ekonominin kaynakları
sermaye yoğun yatırımlarda değerlendirilmiş ve yatırımlar için kaynaklar
tüketilmiş olacaktı. Faizin artması ise, üretimin yavaşlaması ve işsizliğin
ortaya çıkması ile sonuçlanacaktı. Bu şartlar, parasal faiz oranının düşük olduğu
dönemde yapılan ve getirisi uzun dönemde söz konusu olacak olan sermaye yoğun
yatırımları karsız hale getirecekti. Karsız hale gelen sermaye yoğun
yatırımların ise kapatılması gündeme gelecekti.
Mises ve Hayek'in varsayımları, bugünün koşulları düşünüldüğünde çok anlamlı
gelmeyebilir. Ancak, iktisadi teorileri içinde doğdukları koşullar altında
değerlendirmek gerekir. Mises ve Hayek'in görüşlerini ortaya attıkları dönemde
Almanya'da hiperenflasyon koşulları yaşanmaktadır ve ABD ekonomisi büyük bir
kredi genişlemesi sonucunda çökmüştür. İçinde bulunulan dönemde, sermaye
önemlidir ve sermaye yoğun üretime yatırım eğilimi güçlüdür. Nasıl ki 1. Sanayi
Devrimi döneminde arazi ve doğal kaynakların önemi büyük ise, bugün de bilgi ve
bilgiye dayalı teknolojilerin ağırlığı söz konusu ise, 20. y.y.'nin o kaos dolu
döneminde de sermaye çok önemlidir.
Mises ve Hayek, genişleyici para politikası kullanımına karşıydı. 1929 Buhranı
koşullarında dahi faiz oranınını düşürmek yerine kendi haline bırakmak
gerektiğini düşünüyorlardı. Üretim, para arzının artırılmadığı koşullara
kendiliğinden uyum sağlayacaktı.
Mises ve Hayek'e Stokholm'den itiraz geliyordu. Erik Lindahl (1891-1960), Erik
Lundberg (1907-1989), Gunnar Myrdal (1898-1987) ve Bertil Ohlin (1899-1979),
Wicksell'in teorisine bambaşka bir açıdan bakmaktaydı. Avusturya Okulu'nun
doğal faiz oranını sermayenin verimliliği olarak gören bakış açısını
eleştirdiler. Onlara göre, sermayenin verimliliğini teknik olarak tanımlamak
mümkün değildi. Yaklaşımları, Irving Fisher'in sermayeyi gelecekteki gelir
akımının değeri olarak gören yaklaşımına yakındı. Dolayısıyla, kredi talebini
geleceğe yönelik beklentiler belirliyordu. Teorileri, ucu açık kalan bazı soru
işaretleri bırakıyordu. Diğer yandan, ekonomik krize karşı hem para, hem de
maliye politikalarının beraber kullanımını öneriyorlardı.
İktisadın teorik olarak nitelenmesinin ardında, bugünün koşulları ve teorilerin
ortaya çıktıkları dönemin koşullarının karşılaştırmasının gözardı edilmesinin
yattığını söyleyebiliriz. Teorilerin, gerçekleşmiş olanı anlattığı ve geleceğe
ışık tutmakta zorlandığı ve bu nedenle iktisadın bir vizyon sorunu olduğu bence
doğrudur ama teorilerin uygulamadan uzak olduğu iddiası doğru değildir.
Yapılması gereken, teorilerin uygulama içindeki hangi koşullarda ortaya
çıktığını iyi anlamaktır.
Dizisinin önceki yazıları:
- Görünmez El: Merkantilizmden Sanayileşmeye Geçiş (arda-tunca.blogspot.com)
- Globalleşen Dünyanın Ortasında 1873 Krizi (arda-tunca.blogspot.com)
- Neoklasik Okul - 1: İktisadın Artan Bilimselliği (arda-tunca.blogspot.com)
- Neoklasik Okul - 2: Tarihçiler ve Teorisyenler (arda-tunca.blogspot.com)
- Neoklasik Okul - 3: ABD'de İktisadın Gelişimi (arda-tunca.blogspot.com)
- Küreselleşmenin Durma Noktasına Giden Süreç: 1. Dünya Savaşı (arda-tunca.blogspot.com)
- 1929 Buhranı'na Giden Süreç ve Buhran'ın Nedenleri (arda-tunca.blogspot.com)
------------------------------------------
(1) Backhouse, Roger E.; "The Penguin History of Economics",
Penguin Books Ltd., 2002, sayfa 207.
(2) Heilbroner, Robert L.; "The Worldly Philosophers", Simon &
Schuster, Inc., 6. baskı, sayfa 293.
(3) İktisadi Bir Beyin Jimnastiği: Johan
Gustaf Knut Wicksell
(4) Kısaca, reel sektörde sermayenin getirisi olarak tanımlanabilir.
Yorumlar
Yorum Gönder