Neoklasik Okul, Jevons ve Walras'ın
iktisadın bilimsellik düzeyini artırma çabalarıyla önemli ölçüde matematiğin
zeminine oturmaya başlamıştı. Teorik iktisat, önemli gelişmeler kaydediyordu.
Ancak, özellikle mikro iktisat literatürüne yapılan katkılarla soyut
kavramların giderek ön plana çıktığı bir teorik gelişim süreci yaşanmaktaydı.
Teorik iktisadın gelişmesiyle beraber, iki temel akımın tanımlaması yapılmaya
başlandı: tarihsel ve teorik akım. Özellikle Alman ekolünün bu iki akım
arasındaki çizgileri çok belirgindi. İktisadı pür bir "iktisat
bilimi" haline getirme çabalarıyla varsayımlar ve matematiğin ve soyut
kavramların yoğun kullanımı artarken tarihsel okul, iktisadi ilişkileri
tarihsel süreç içinde analiz ederek çıkarsamalar yapmaya ve iktisadın
kurallarını tarihten gelen süreçlerle belirlemeye çalışıyordu. Yani, ortada bir
metot tartışması (methodenstreit) vardı.
Tarihsel akım ile ilgili savların önemli bir ismi Thomas Edward Cliffe Leslie
(1827-1882) idi. Leslie, tarihsel gelişmeler içindeki örnek olayları kullanarak
soyut kavramların yerine tarihsel sürecin kullanılmasını öneriyordu. Ekonomik,
politik ve sosyal nitelikli kuruluşların gelişme sürecini dikkate alıyor,
rekabetin ve sermayenin dolanım serbestisinin iktisadi ilişkileri son derece
karmaşık bir hale getirerek belirsizlik unsurlarını artırdığını söylüyordu.
Ayrıca, ekonominin kanunlarının evrensel olmadığını ve yere göre değiştiğini
dile getiriyordu. Bu görüşler, bugünün ekonomik yapısı düşünüldüğünde öngörü
düzeyinin çok yüksek olduğu görüşler olma özelliğiyle çarpıcıdır.
İngiltere, Almanya'da olduğu gibi tarihsel ve teorik yaklaşımlar arasındaki
çizginin çok keskin olmadığı bir havada iktisadı tartışmaktaydı. Bunun temel
nedeni, Cambridge'te politik iktisat profesörü olan ve 1880'lerden Keynesyen
devrimin iktisada damgasını vurduğu 1930'lara kadar İngiltere'deki iktisat
çalışmalarını domine eden bir ismin varlığıydı: Alfred Marshall (1842-1924).
Marshall, 1860'lı yıllarda John Stuart Mill'in (1806-1873) doktrinini
matematiğe adapte etmeye çalıştı. Arz ve talep eğrilerini matematiksel bir
formatta inceledi. Bu analizinde, Alman Rau, Hermann ve Thünen'den etkilendi.
Ardından, Jevons'un The Theory of Political Economy adlı eserini okudu ve fayda
teorisini arz ve talep eğrilerine adapte etti. Talep eğrisini, fayda analizi
ile ele aldı. Jevons ve Walras'ta olduğu gibi, statik denge noktasına matematiksel
denklemlerle ulaştı. Fakat, soyut kavramların yoğun kullanımı yerine, realist
bir bakış açısını benimsedi. Jevons ve Walras'tan soyut kavramlara dayalı
analizler noktasında koptu. Analizlerinde, tek bir genel ekonomik denge yerine,
her piyasayı ayrı ayrı analiz ederek kısmi denge kavramını benimsedi.
İktisatçılar, 19. y.y. boyunca özellikle fizik ve biyolojinin metotlarından
faydalanmışlardır. Marshall, biyolojinin ve özellikle evrimin metotlarını
kullanmıştır. Jevons ve Walras'ın analizleri, fiziğin mekanik prensiplerini
kullanıyordu ama Marshall bu yaklaşıma şüpheci yaklaşıyordu. Bireyin
davranışlarının veri niteliği taşımadığı ve davranışların içinde bulunulan
ortama göre değişebildiğini iddia etti. Yine evrimin mantığı içinde firmaların
da bir yaşam döngüsüne sahip olduklarını ve zamanla etkinliğini kaybeden
firmaların yerine piyasada yeni ve etkinlik sağlayanların geçtiğini anlattı.
Marshall, iktisadın dönemsellik (kısa/uzun) analizine de önemi katkılar yaptı
ve bu konuda farkındalık geliştirdi. Ekonomideki en kısa dönemin piyasa dönemi
olduğunu ortaya attı. Kısa dönemde, talebin fiyatı belirlediğini söyledi. Çabuk
tüketilmesi gereken ürünlerin (örneğin balık) söz konusu olduğu kısa dönemli
piyasalarda arzın süratle devreye girme imkanı olmadığı için kısa dönemde
talebin fiyatın üzerinde çok daha büyük bir gücü olduğunu tespit etti. Uzun
dönemli piyasalarda ise, üretim için yeterli sürenin mümkün olduğunu ve bu
nedenle artan arz ile uzun dönemde fiyatların düşme eğiliminde olacaklarını
anlattı.
Marshall da iktisadın bir bilim olarak bilimsel tasnifte yer alması gerektiğini
düşünüyordu. Marshall, bir matematikçiydi. Ancak, matematiğin iktisattaki
kullanımının iktisadı çok soyut kavramlara götürerek realist olmaktan
çıkarmaması gerektiğini anlatıyordu. Principles of Economics (1890) ve Industry
and Trade (1919) adlı eserlerinde matematiksel denklemlere çalışmalarının bir
dayanağı olarak yer veriyor ama matematiği eserlerinin odak noktasına
koymuyordu. İşte bu nedenle, yani Marshall'ın matematiği bir araç olarak
kullanması ve realist yaklaşımları benimsemesi nedeniyle tarihsel ve teorik
okul arasında bir denge oluşmuştu. Dolayısıyla, Alman ekolündeki tarihsel ve
teorik yaklaşımlar arasındaki keskin çizgiler yukarıda da dile getirildiği
üzere Marshall sayesinde İngiltere'de söz konusu olmamıştı.
20. y.y. başlarken iktisat, marjinalist akımın teorilerinin hakimiyet kurduğu
ve bilimsel özelliklerinin kuvvetlendiği bir dal haline gelmişti. Neoklasik
İktisat ile iktisat, Klasikler'in uzun dönem dinamiklerini dikkate alan
analizlerini geride bırakmıştı. Ancak, önceki yazıda ve bu yazının içinde
değinilen statik denge kavramı sorgulanmaya başlanmış ve konjonktürel
dalgalanmalar üzerine çalışmalar ortaya çıkmıştı. Schmoller'in öğrencilerinden
Arthur Spiethoff (1873-1957), Marx'ın etkisinde kalmış Mikhail Ivanovich
Tugan-Baranovsky (1865-1919) ve Albert Aftalion (1874-1956) konjonktürel
dalgalanmaları incelemeye alarak dinamik analize geçiş yapmaktaydılar. Benzer
şekilde, Friedrich von Wieser'den (1851-1926) etkilenmiş olan Joseph Alois
Schumpeter (1883-1950) ve Eugen Bohm von Bawerk (1851-1914) ekonomik gelişme
teorilerinin öncüleri oldular.
Konjonktürel dalgalanmalar ve gelişme iktisadı üzerinde çalışanların vardıkları
önemli bir sonuç vardı. Teknolojik gelişmelerle ve yeniliklerle (inovasyon)
sağlanan kazanımlarla ekonomi mevcut denge noktasından başka bir denge
noktasına ilerliyordu. Teknolojik gelişmelerin yarattığı fırsatlar tükendiği
anda ekonomi yavaşlamaya başlıyor ve depresyon sürecine giriyordu. Kriz sürecinden
çıkış ise ancak yeni bir teknolojik gelişme ve yenilik dalgasıyla mümkün
olabiliyordu. Bugünün dünyasında, ABD'de 1990'larda yaşanan teknolojik
gelişmelerin süratini ve 2000'lerin başından itibaren nasıl bir düşüşe
geçtiğini düşündüğümüzde, bu analizlerin günümüz koşulları altında
değerlendirilmesi çok daha anlam kazanıyor olacaktır.
20. y.y. başlarken, tarihselcilerle teorisyenler arasındaki önemli bir tartışma
serbest ticaret üzerinde yaşanmaktaydı. Teorisyenler, tam serbest ticarete
destek veriyorlardı. Buna karşın tarihselciler ekonomi politikasının daha
korumacı bir yaklaşımla serbest ticarete izin vermesi gerektiğini
savunuyorlardı.
Gelişme iktisadı ile ilgilenenlerin çoğu sosyal reformisttiler. Kapitalizmin
gelişme süreci içinde işçi sınıfının giderek gerilediği bir süreç
yaşanmaktaydı. Sosyal reformistler Marxist değildiler ama kapitalizmin bir
değişim ihtiyacı içinde olduğunu düşünüyorlardı. ABD'de Henry George, Progress
and Poverty (1879) adlı eserinde rantın vergilendirilmesi üzerine düşüncelerini
anlatıyor ve işçi sınıfının adaletsiz olan ekonomik konumundan kurtuluşu
üzerine fikirler geliştiriyordu.
Kapitalizmin gelişme sürecinde iktisat akademik bir disiplin haline gelmiş bir
şekilde 20. y.y.'yi karşılıyordu. İngiltere, Almanya ve Avusturya'da gelişen
teorilerle Avrupa'da ilerleyen iktisada ABD de katkı sunuyordu. 1850'lerde,
ABD'de yapılan çalışmaların Avrupa'da yapılanların bir türevi olup olmadığı
tartışıldı. Ancak, 1880'lere gelindiğinde ABD başlı başına bir akademik çalışma
yeri olarak kabul görmeye başlamıştı.
Yazı dizisinin önceki yazıları:
Görünmez El: Merkantilizmden Sanayileşmeye Geçiş (arda-tunca.blogspot.com)
Globalleşen Dünyanın Ortasında 1873 Krizi (arda-tunca.blogspot.com)
Neoklasik Okul - 1: İktisadın Artan Bilimselliği (arda-tunca.blogspot.com)
Yorumlar
Yorum Gönder