Ana içeriğe atla

Görünmez El: Merkantilizmden Sanayileşmeye Geçiş

Bugünün küresel ekonomik düzeni sağlıksızdır, hastalıklıdır. Bu sağlıksız durumu anlamak için tarihsel bir perspektif yakalamaya çalışacak olursak, neoliberalizm adı verilen kavramın ortaya çıktığı 1980'lere gitme zorunluluğu doğar.

Neoliberalizm, yeni bir ideoloji değildir. Yeni bir felsefi akım da değildir. Tarihsel gelişim sürecine bakınca, küresel ekonominin egemen güçlerinin uluslararası politikadaki konumlarını güçlendirmek için ekonomik güçlerini artırma amacının bir aracı olma özelliği ile karşımıza çıkıyor. Kavram, ünlü Fed başkanı Volcker ve İngiltere başbakanı Thatcher tarafından oluşturuldu. Daha sonra ise, ABD başkanı Reagan ve Thatcher'ın dünyaya politika cephesinden beraberce sundukları bir araç haline dönüştü.(1)

Bugün gelinen noktayı daha geniş bir bakış açısıyla anlamak için biraz daha eskiye gidelim ve tarihsel süreci olabildiğince basit, yani anlaşılabilirlik düzeyi yüksek bir şekilde analiz etmeye başlayalım. Böylece, konunun sadece ekonomi mi, yoksa ekonomi adı altında uluslararası güç savaşını da içeren bir olgu çerçevesinde sürekli olarak dünyanın gündeminde olup olmadığını soralım. Bugün, Fed'in aldığı kararların küresel ekonominin neredeyse tamamını etkileyebilecek güce gelmesinin nedenlerini tarihsel bir bakış açısıyla anlamaya çalışalım.

İktisat, bilimsel olarak bir ahlak felsefecisi olan Adam Smith'in Ulusların Zenginliği adlı kitabıyla doğdu. Kitabın tarihi 1776'dır. Aynı yıl, Amerika Birleşik Devletleri kuruluyordu. ABD, eski bir İngiliz sömürgesi idi ve artık bağımsızlığını ilan ediyordu. Aynı dönemde İngiltere'de ilk sanayi devrimi yaşanmaktaydı. 2011 itibariyle, Alman Hükümeti'nin tanımlamasıyla dördüncü sanayi devriminde olduğumuzu anımsatalım. Yani, yaklaşık olarak 240 yıllık bir sürece dört tane sanayi devrimi sığdırıldı. Bu gelişmelerin hemen ardından bir burjuva ihtilali olan Fransız Devrimi 1789'da patlak verdi ve etkileri yayıldı.

Adam Smith'in Ulusların Zenginliği'nde anlattığı görünmez el, sanayi devrimiyle yaratılan piyasa getirileri ve dolayısıyla sermaye birikiminin artışının yaşandığı bir ortamla gelişen serbest piyasa kavramını vurguluyordu. Sanayi devrimi öncesindeki dönem, merkantilizm adı verilen bir dönemdi. Merkantilizm, devlet eliyle yaratılan korumacı politikalarla tekel rantları oluşturan bir sistemdi. Amaç, ülkelerin mümkün olduğu kadar değerli maden biriktirebilmesiydi. Bu amaca yönelik olarak ticaret yapılıyordu. Ticaretin ve finansın kontrolü devletin korumacılığı altında sağlanıyordu.

1770'li yıllarda, İngiltere'nin yaşamakta olduğu sanayi devrimi, Batı Avrupa'nın devlet korumacılığı altındaki merkantilist ticaretten sıyrılarak serbest piyasaya dayalı sanayiye geçişi anlamını taşıyordu. Adam Smith, içinde yaşadığı koşulları ve sanayi devrimi çerçevesinde oluşan serbest piyasa kavramı içindeki görünmez el mekanizmasını anlatıyordu. Ulusların Zenginliği'nin bir bölümünü de merkantilizm karşıtı görüşlere ayırmıştı.(2) Feodal lordların kraldan aldıkları imtiyazlarla ticaret yaptıkları dönem kapanıyordu.(3)

Merkantilist dönemden çıkış ve serbest piyasaya dayalı sanayi dönemi sınıflararası bölüşümde önemli sorunları beraberinde getirdi. Bu yeni dönem, işçi sınıfının giderek kötüleşen şartlarda yaşamaya başlamasına neden oldu. 19. y.y.'nin ortalarına gelinirken işçi sınıfı ayaklanmaları başladı Avrupa'da. Görünmez el, sermaye birikimi odaklıydı ve işçi sınıfının ekonomik bölüşümden alacağı payı ihmal etmişti. Sanayileşmeyle beraber, işçi sınıfının sahip olduğu bazı haklar elinden alınmıştı.(4)

1848 yılının Şubat ayında Fransa'da ayaklanmalar başladı. Ayaklanmalar, başta Almanya, Hollanda, Polonya, İtalya ve Avusturya olmak üzere Avrupa'nın büyük bir bölümüne, hatta Latin Amerika'ya sıçradı. Adam Smith'in değinmediği bölüşüm konusuna Karl Marx ve Friedrich Engels el attı. Ayaklanmaların ortaya çıktığı yıl ve hatta ayaklanmaların cereyan ettiği sırada Komünist Manifesto basıldı ve yayınlandı.

1848 ayaklanmaları kısa sürdü. Fakat, Avusturya ve Macaristan'da kölelik kaldırıldı, Danimarka'da monarşi son buldu, Hollanda'da parlamenter demokrasiye geçildi, Fransa'da Capet monarşisi son buldu.

Sanayi devrimi sürecinin ihmal ettiği bölüşüm konusunun 1848 ayaklanmalarına sebep olması gibi önemli gelişmelerin yanında, ekonomik düzen açısından başka bir önemli gelişme daha ortaya çıkmıştı. 19. y.y.'nin ilk çeyreği içinde altın standardına geçiş başlamıştı. İlk olarak, 1821 yılında İngiltere altın standardını kullanmaya başladı. 1853'te Kanada, 1865'te Newfoundland (Kanada'nın bir eyaleti), 1873'te ise ABD ve Almanya altın standardına geçtiler.

Görüldüğü üzere, 1770'lerle başlayan süreçte dünyanın ekonomik dengelerini etkileyen baş roldeki ülke İngiltere. Yukarıda özetlemeye çalıştığım gelişmelerin en önemli bölümü, serbest piyasa sistemi ile el ele gelişen sanayileşme sürecinin bölüşümü göz ardı etmiş olması ve bu durumun 1848 ayaklanmalarına neden olması. Ardından altın standardı sisteminin benimsenmeye başlanması ve bu sürecin de 1. Dünya Savaşı'na kadar devam etmiş olması.

Yukarıda anlattığım sürecin önemli bir durağı 1873 yılında ortaya çıkan büyük bir kriz ve Adam Smith ile başlayıp John Stuart Mill ile son bulan Klasik Okul'un yerine Neoklasik Okul'un devreye girmesidir. Bu başlıklardan 1873 krizini bir sonraki yazıda, Neoklasik Okul'u ise takip eden yazıda ele alacağım.

---------------------------------------------------------------
(1) Kazgan, Gülten; "Liberalizmden Neoliberalizme - Neoliberalizmin Getirisi ve Götürüsü", Remzi Kitabevi, Nisan 2016 (1. baskı), sayfa 22.
(2) Smith, Adam; "An Inquiry into the Nature and Causes of the Wealth of Nations", The University of Chicago Press, 1976, Volume Two, Book IV, sayfa 159-181.
(3) Lux, Kenneth; "Adam Smith's Mistake - How a Moral Philosopher Invented Economics and Ended Morality", Shambhala Publications, Inc., 1990, First Edition, sayfa 15. 
(4) Kazgan, Gülten; "Liberalizmden Neoliberalizme - Neoliberalizmin Getirisi ve Götürüsü", Remzi Kitabevi, Nisan 2016 (1. baskı), sayfa 16.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Berlin 1978

Çocukluk yaşlarındaydım ama herşeyi hatırlıyorum. Brandenburg’un önünde, bomboş bir Unter Den Linden Caddesi. Her yer bembeyaz. Berlin karla kaplı. Dondurucu bir soğuk var. Evdeki konuşmaları hatırlıyorum. İtalya’ya mı gitsek? Evet ama İtalya’ya her zaman gidilir. 1968’de, öğrenci iken BASF’te staj yaparken Mannheim’dan Berlin’e gittiğini ve çok enteresan şeyler gördüğünü anlatıyor babam. Ya duvar bir gün yıkılırsa? Bir daha görme şansı bulamayacağımız şeyleri görelim; tarihe tanıklık edelim. “Boşverin şimdi İtalya’yı, Demokratik Almanya adında bir ülke de, bugün orada olan duvar da kalmayacak bir gün” diyor babam bizi Berlin’e götürmek için ısrarlı olurken. İtalya yerinde duruyor nasılsa. Karar veriliyor ve bir kaplumbağa Volkswagen ile Regensburg’tan Berlin’e yola çıkıyoruz. Babam, gördüğümüz herşeyi anlatmaya meraklı ve istekli olduğu için, biz de dinliyoruz kendisini. Yaşıma göre konuların ağır gelip gelmeyeceğini düşünmeden anlatıyor. Gördüklerim ve dinlediklerimden etkileniyo