Covid-19 salgınının ilk etkisi bir arz şoku olmuştu. Çin gibi devasa bir üretim ülkesinin şalterleri indirmesiyle beraber küresel boyutlu bir arz daralması yaşandı. Yaşanan arz şoku, Çin’den ithalat yapan üreticilerin üretimde Çin’e ne kadar bağımlı hale geldiklerini sorgulamalarına yol açtı.
Hemen hemen son 30 yıl, küreselleşme olgusunun tedarik
zincirlerinin arasındaki bağları karmaşıklaştırdığı bir süreci beraberinde
getirdi. Değişen tüketici tercihleri, üretim süreçlerinin yönetimini farklılaştırdı.
Stok tutma süreleri ve yöntemlerinden lojistik hizmetlere kadar üretimi ve
üretilen malların dolaşımını etkileyen tüm kavramlar teknolojinin de etkisiyle yeniden
tanımlandı. Fakat, Büyük Resesyon sonrasında başka bir süreç çalışmaya başladı.
Tarihten de biliyoruz ki savaşlar ve ekonomik krizlerin
ticaret üzerinde iki önemli etkisi oluyor: siyasette artan milliyetçilik ve
ekonomide artan korumacılık eğilimleri. Büyük Resesyon sonrasında ortaya çıkan ekonomik
hasar, dünya genelinde gelir adaletsizliği olarak yansıma buldu. Gelir
adaletsizliğinin seçmen tercihlerindeki yansıması, küresel ekonomi için çok
önemli olan çok sayıda gelişmiş ülkede milliyetçi akımların yükselişi olarak
karşımıza çıktı. Dünya siyaseti ve ekonomisi için son derece büyük öneme sahip
olan ABD’de Trump’ın iktidara gelişi hem siyasette artan milliyetçi-muhafazakar
eğilimlerin dünya geneline yayılmasına, hem de ekonomide korumacılığın
yükselmesine neden oldu.
2016 yılında iktidara gelen Trump’ın Çin ile ticaret
savaşlarını başlatması tedarik zincirleri üzerinde siyasi bir risk olarak
yansıma bulmuştu. Küreselleşme ile beraber yayılan ve uzayan tedarik
zincirlerinin giderek artan siyasi risklere maruz kalması, bu zincirleri
yönetmek durumunda olan şirketleri tedirgin etmekteydi.
2019 yılında, ABD-Çin arasındaki ticaret savaşlarının
sonucu olarak ABD’nin Çin mallarına uyguladığı tarifelerin ortalama oranı %12’den
%21’e çıkmıştı. Çin’in Amerikan mallarına uyguladığı tarifelerin ortalama oranı
ise %17’den %21’e çıkmıştı. Oysa, 1980’lerle başlayan neoliberal akımların 1990’larda
hız kazanan küreselleşmeyle oluşturduğu algı şuydu: adeta global bir köye dönen
dünyanın artık başka bir düzenle yönetilmesi mümkün değildir. Francis Fukuyama,
“The End of History and the Last Man” başlıklı kitabıyla, dünyadaki bu değişmez
düzen algısının nedenlerini anlatıyordu. Ancak, kendisinin de böyle bir algıya
kapılmaktaki hatasını 2008 sonrasının başkalaşmış bir dünyasında kabul
ediyordu.
Çin’in Dünya Ticaret Örgütü’ne katılımı 2001 yılında
gerçekleşmişti. O yıldan itibaren Çin’in ara malı/hammadde ve sermaye malı
ihracatındaki küresel payı %10’dan %30’a çıkmıştı. Aynı dönemde, Çin’in büyüyen
orta sınıfı, Çin’i devasa bir üretici iken, devasa bir tüketici konumuna da
getirmişti. Böylece, Çin’in düşük maliyetli işgücüne sahip olmanın ihracatta
sağladığı rekabet üstünlüğü zayıflamaya başlamıştı. Yaşanan bu değişim, Çin’in
ihracat artışını 2015 itibarıyla durma noktasına getirirken, ithalatın artması
sonucunu da beraberinde getiriyordu.
Büyük Resesyon, küreselleşme sürecini iki temel nedenle
sekteye uğrattı: ticaret hacminde ve tedarik zincirlerinin yönetimini ve
gelişmesini dolaysız olarak etkileyen doğrudan yabancı sermaye yatırımlarında
düşüş. Tedarik zincirlerinin 1990’ların hakim olan ekonomik gelişmelerinden başka
bir noktaya evirilmek yönünde en ağır şekilde ilk etkilendiği gelişme Büyük
Resesyon ile başlayan değişim oldu.
Dijitalleşme, üretimi ve dolayısıyla tedarik zincirlerinin
yönetimini etkileyen bir başka önemli etkendi. Küreselleşmenin hızla yaşandığı
süreçte tedarik zincirlerinin uzaması gibi bir durum ortaya çıkmıştı.
Özellikle, demir perde ülkelerinin sosyalizm ya da komünizmden serbest piyasa
ekonomisine geçişinin yaşandığı dönemde, çok uluslu şirketlerin tedarik zincirlerini
(değer zinciri - value chain kavramı daha çok kullanılmaktaydı) geliştirdikleri
pazarlarda, zincirin her noktasında üretime katma değer sunan üretim
yapılarının sıfır noktasından inşa edilmesi söz konusu olmuştu. Dijitalleşmenin
2010’lu yıllarda kazandığı hızla gelişmediği önceki dönemde, serbest piyasa
ekonomisine yeni geçmiş olan ülkelerin değer zincirlerinin oluşturulmasının
temelinde, değer zincirinin her noktasında yaratılan uzmanlaşma öne
çıkmaktaydı. Uzmanlaşmanın yaratılmasının mümkün olduğu her noktada (farklı
ülkeler, ana endüstrilerin alt segmentleri, v.s.) ortaya çıkan üretim yapıları
tedarik zincirlerinin uzamasına neden oluyordu. Bu satırların yazarı da o
dönemde, çok uluslu bir şirketin batı ülkelerinde oluşturmuş olduğu değer
zincirlerinin Doğu Avrupa, Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da nasıl yaratılabileceğine
dair coğrafi genişleme projelerinde yer almakta ve akademi dünyasında konunun
önemli uzmanlarından Michael Porter’ın kitaplarını okumaktaydı.
Dijitalleşmenin hız kazanmasıyla beraber iki unsur eski
önemini ve değerini yitirmeye başladı. Birincisi, üretimin yeri, ikincisi ise
ucuz işgücü maliyeti idi.
Covid-19 sürecinin öncesinde, tedarik zincirlerinin
uzunluğu ve Çin’e fazla bağımlı hale gelmiş üretim yapılarının çokluğu bir
sorun niteliğinde tartışılmaktaydı. Büyük Resesyon döneminin bir sonucu olan siyasette
milliyetçi-muhafazakar eğilimlerin güçlenmesi ve bu eğilimlerin ticaret
savaşları ile ekonomide korumacı bir noktaya evrilmesi Fukuyama’nın değişmez
düzenini değiştirdi ve tedarik zincirleri üzerinde siyasi risklerin oluşmasına
neden oldu. Ayrıca dijitalleşme, üretimde lokasyonun ve düşük maliyetli
işgücünün önemini kaybetmeye başlamasına neden olurken, tüketim tarafında
özellikle sosyal medya üzerinden süratle değişen tüketim kalıplarının ortaya
çıkmasına neden oldu. Tüketim cephesinde değişen talebin nitelikleri daha hızlı
üretimi ve lojistik hizmetleri zorunlu hale getirdi. Küresel boyutta düşen kar
marjları da bu sürece dahil olunca, stok maliyetlerini düşürmeye yönelik olarak
üretimde kullanılan ve “just-in-time” yaklaşımı olarak adlandırılan stok tutma
yönteminin önemi arttı. Bu paragrafta anlatılan süreç, tedarik zincirleri
güvenliği, elastikiyeti gibi konu başlıklarını önemli tartışma gündemi haline
dönüştürdü. Ortaya çıkan sonuç, nihai tüketiciye yaklaşan, diğer bir ifadeyle
lokalleşme ve/veya bölgeselleşme eğilimi artan tedarik zincirleri yönetimi oldu.
Covid-19 krizi ile beraber, yukarıdaki satırlarda ele alınan tedarik zincirlerinde etkili olan tüm süreçlerin derinleşerek etkili olacağını düşünebiliriz. Yukarıda anlatılan Covid-19 krizi öncesinde var olan değişimleri Covid-19 krizi ile ortaya çıkan bazı yeni gelişmelerle beraber ele alacak olursak aşağıdaki sonuçlara ve öngörülere ulaşabileceğimizi düşünebiliriz.
- Covid -19 salgınının ilk çıktığı ülke Çin oldu. Çin’de üretimin durma noktasına gelmesiyle Çin’e bağımlılık faktörü derinleşmiş bir halde ortaya çıktı.
- Tedarik zincirlerinin uzun olmasının acil nitelikli ihtiyaçlar (savaş, felaket, v.b. şok nitelikli anlarda) söz konusu olduğunda önemli bir dezavantaj yarattığı yönündeki farkındalık arttı.
- Yukarıdaki satırlardan farklı olarak, dikey uzmanlaşmanın özellikle bir ülke çapında söz konusu olmasının büyük bir olumsuzluk yarattığı ortaya çıktı. Zira, belli sektörlere aşırı bağımlı ekonomilerin milli gelir üretiminde kaynak çeşitliliğine gitmesinin ne kadar önemli olduğu dersi çıkarıldı ki korumacı önlemlerle kendi içine kapanan ekonomiler için aşırı uzmanlaşmanın getirdiği riskler bir ölçüde farkındalık yaratmıştı.
- Dijitalleşme, üretimde de, tüketimde de yaşanan bir süreçti. Fiziki mal hareketinin salgın koşulları gereği yavaşladığı bir dünyada tüketim tercihleri eskiye göre daha da süratli bir şekilde değişmeye başladı ve üretim de buna uymak zorunda kaldı. Arz esnekliği, bu anlamda kısa sürede sağlanabilecek bir olgu değil ama ihtiyaç, daha çarpıcı bir şekilde ortaya çıktı. Önümüzdeki dönemde üretimin lokasyonu yerele dönecek ve düşük maliyetli işgücü önemini artan oranda yitirecek. Burada, hükümetlerin sosyal politikalarının nasıl şekilleneceği son derece önemli tartışmaları ve yaklaşımları beraberinde getirecek.
- Covid-19 salgınının bazı iş kollarında bir daha geri dönüşü olmayacak şekilde ortaya çıkardığı uzaktan çalışma yöntemleriyle dijital ticaretin ivmelendiğine tanıklık edeceğiz. Mal ticaretinin yanında, Covid-19 salgını öncesinde küresel ticaretin beşte birine denk gelen hizmet ihracatı önemli boyutlu bir artış gösterecek.
- Hizmet ihracatının artacak olmasıyla beraber bazı uluslararası anlaşmazlıkların anlaşma noktasına getirilmesini zorunlu kılacak gelişmeler yaşanacak. Bunların başında, ülkeler arasında veri transferlerinin nasıl yapılacağı gelmektedir. Hizmet sektörünün liberalleşmesini gerektirecek gelişmeler yaşanıyor olacaktır. Eğitim, sağlık, finans ve muhasebe, bilişim gibi sektörlerin dijital olarak verdikleri uluslararası hizmetlerin ülkeler arasında hangi ortak regülasyonlara tabi olacakları, hangi ortak sertifikasyon yöntemlerine tabi tutulacakları ve vergilendirmelerinin nasıl yapılacağı uluslararası mutabakat gerektiren konular olacak.
Tedarik zincirleri, yukarıda dile getirilmeye çalışan süreçlerin etkileri sonucunda şekil değiştirmeye devam edecek. Tüm bu konuların ortasında insan sermayesi duruyor. İş kanunlarının kimi nasıl koruyacağı da önemli bir konu başlığı olacak. Covid-19 ile çok fazla değişiklik oldu gibi gözükse de, var olan süreçlerin insanlığı götüreceği noktaların yıllarla ifade edilecek boyutta öne kaydığını ifade etmek daha doğru bir yaklaşım olacaktır.
Covid-19 salgını ile süreci ele alan önceki yazılar:
Covid-19 ile Değişen Dünya ve Değişen Koşullar
https://arda-tunca.blogspot.com/2020/10/covid-19-ile-degisen-dunya-ve-degisen.html
Nedenleri ve Sonuçlarıyla Düşük Faiz Ortamı
https://arda-tunca.blogspot.com/2020/10/dusuk-faiz-ortamnn-sonuclar.html
Yorumlar
Yorum Gönder