Ana içeriğe atla

Mary Stuart

Siyaset, tarih boyunca insan karakterinin en sorunlu yönlerini dışa vurduğu bir alan olmuştur. Güç elde etme ve koruma mücadelesi, aristokratik ego, ekonomik çıkarlar uğruna mücadele etmek gibi dürtülerin en sert davranış biçimleriyle ortaya döküldüğü bir alandır. Siyaset, sadece ülke yönetimi gibi büyük ölçekli bir kavram olarak da düşünülmemelidir. Hayatın içinde, her yerde farklı şiddet ve ölçeklerde siyaset vardır. İnsanın sosyal yaşamının bir parçası olarak da değerlendirilebilir. İnsanın farklı karakter özelliklerinin bir bütünü olarak doğasını yansıtmaktadır.

Muazzam bir kitap okudum. Neredeyse hiçbir eserini “pek de beğenmedim” diyemediğim Stefan Zweig’ın Mary Stuart başlıklı biyografisini bitirdim. İşi gücü bitirdikten sonra, bir an önce oturup kitabın okumaya ara verdiğim sayfalarından okumaya devam etmenin heyecanını her gün yaşadım. Bir tarih kitabı havasında yazılmış değil bu biyografi. Zweig’ın romancı yönüyle yazılmış ve son derece sürükleyici bir dille ve havayla akıyor. Can Yayınları tarafından basılmış olan tercümesini okudum. Bazı eleştirdiğim yanlarına rastladıysam da, genel olarak iyi bir tercüme olduğunu ifade edebilirim.

Altı günlük iken İskoçya kraliçesi olmuş bir kızın yaşam hikayesi Mary Stuart. Kendisi doğarken, babası ölüm döşeğindedir. Tüm hayatını, heyecanlı mizacının zorunlu olarak taşıdığı kraliçelik ünvanı ile yoğurulmasının kendisine kazandırdıkları ve kaybettirdiklerini tecrübe ederek geçirir. Doğduğu anda aldığı ilk nefes, oksijenden çok, buram buram siyaset havasıdır.

Çocukluk yıllarında, Fransız monarşisi ile kurdurulan evlilik bağı ile Fransa kraliçesi de olur. Görkemli bir törenle Notre Dame katedralinde takar kraliçelik tacını. Doğduğu andan itibaren hayatına vurulmuş ünvan prangaları ile akmaktadır yaşamı. Bu prangalar, karakteri, siyasete teslim olmak zorunluluğu ve gücü kontrol etme mücadelesi, bir celladın ellerinde son bulacak kader çizgisini çizmiştir. Katolik Fransa ile katolik İskoçya için güçlü bir bağ kurmanın yolu, annesi Fransız olan Mary Stuart’ın yine küçük bir çocuk olan Francis ile evlendirilmesidir. Francis, doğuştan taşıdığı bir rahatsızlık sonucu erken yaşta hayatını kaybeder. Mary Stuart’ın Fransa kraliçeliği de sona erer ve 1560’ta imzalanan Edinburg Antlaşması ile Fransa-İskoçya ilişkileri eski havasını kaybeder. Mary Stuart, İskoçya’ya geri döner.

Mary Stuart’ın İskoçya’sı Avrupa’nın çok gerisindedir. Mary Stuart için Fransa’da süren görkemli hayat bitmiştir. Şimdi, her anı siyaset ile dolu geçecek bir hayat beklemektedir kendisini. Protestan İngiltere’nin kraliçesi I. Elisabeth ile entrikalarla dolu amansız bir siyasi mücadelenin içinde geçecek yıllar başlar. Aslında, birbirlerinin kuzinidirler.

Mary Stuart, bazen çocuk gibi coşkulu, bazen histerik bir kadın, bazen kurnaz bir siyasetçidir. Elisabeth, daha sakin bir karakterdir ama hayatı neredeyse sadece siyaset ile doludur. Hüküm sürdüğü dönemin İngiltere’si, çok büyük aşamalar kaydeder ve adeta eşik atlar.

Bu yazının amacı, Mary Stuart’ın yaşamını analiz etmek değil. Ancak, hayatı ve çevresi hakkında kısa bilgiler geçmeden siyasetin geçmişini örneklere bakarak bugünle karşılaştırma şansımız yok. Kitap şunu anlatıyor aslında: siyaset, demokrasinin gelişmişlik düzeyinden bağımsız olarak, temel motivasyonları değişmeden her zaman var. Demokrasinin, hukukun, bilimin, sanatın gelişmişlik düzeyi, siyasetin insan doğasının ilkel yönlerini açığa çıkaran yönlerini törpülüyor.

1500’lerin ikinci yarısında, demokrasiler bugüne göre çok geridir. Oysa, antik çağlarda ortaya çıkmış, farklı düzeylerde uygulama bulmuştur ama yüzlerce yılda geldiği nokta, onca yılın yaratması beklenen seviyenin çok gerisindedir. Orta çağın karanlık havasının bilim ve sanatla dağılmaya başlamasıyla ağır ağır gelişmiştir. Ancak, siyasetin karakteri yine aynıdır. Çağlar boyunca yaşanan değişimlerle, inişler ve çıkışlarla demokraside bir ilerleme var ama siyasetin kendisi yerinde duruyor. Demokrasi zayıfladıkça, azgınlaşarak ve çirkinleşerek geri dönüyor.

İşin felsefesine girerek yaptığımız saptamaları dikkate alarak Mary Stuart’a devam edelim.

İskoçya’ya Fransa’dan geri dönen İskoçya kraliçesi, kuzeni Henry Stewart (Lord Darnley) ile evlenir. Mary Stuart’ın hayatını alt üst edecek süreç bu evlilikle başlar.

Daha evliliğin başlarında İskoçya kraliçesinin ruhuna hiç hitap etmez Lord Darnley. Zamanla birbirlerinden koparlar. Kraliçe, sekreteri David Rizzio ile fazla yakın çalışmaktadır. Rizzio, Mary Stuart’ın özel odasına girebilecek kadar yakındır kraliçeye. Aralarında romantik bir ilişki olduğu dedikoduları Holyrood Sarayı’nın koridorlarında fısıldanmaya başlar. Lord Darnley, kendisine karşı tehdit olarak gördüğü David Rizzio’yu lordlardan oluşan bir grubu bir araya getirerek öldürtür. Cinayet, Mary Stuart’ın önünde cereyan etmiştir.

Cinayetle beraber, kraliçenin Lord Darnley’e karşı soğukluğu bir nefrete dönüşür. Bu arada, bir çocukları olmuştur. I. James’tir çocuğun adı. Çocuğun varlığı, Elisabeth’i çılgına çevirir. Ya bu çocuk, aradaki akrabalık ilişkisi nedeniyle sadece İskoçya’nın değil, ileride İngiltere’nin de başına geçerse? Protestan İngiltere’nin tepesinde katolik bir İskoç! Ayrıca, varlığından dahi hoşlanmadığı kuzini Mary Stuart’ın oğlu. Taht ve güç mücadelesinin tetiklediği duygular, entrikalar, cinayetler ve siyaset!

Çocuk ruhlu, dans etmeyi, müziği, ava çıkmayı seven İskoçya kraliçesinin Lord Darnley’den intikamı çok ağır olur. Gözleri önünde öldürülen sekreteri David Rizzio’dan sonra aslında kendisi de mi öldürülmek istenmiştir?

Ruhu çocuk gibi canlı İskoçya kraliçesinin gönlü Bothwell adında bir lorda kaymıştır bu arada. Bothwell ile olası bir evlilikte taht kime, nasıl kalacaktır? Bir tarafta kuzini Elisabeth, oğlu ve diğer tarafta Lord Darnley ile devam eden evlilik ama Bothwell ile ruhunda ve kafasında dolanan evlilik planları. Siyaset, aile ilişkileri, ihtiraslar birbirine girmiştir. Herşeyi göze alarak bu kör düğümü çözmenin bir yolu vardır: Lord Darnley’i öldürmek.

Tezgah kurulur. Holyrood Sarayı’ndan uzaklarda, hasta yatağında yatmaktadır Lord Darnley. Bir kaza sonucu olmalıdır ölümü. Bothwell, Lord Darnley cinayetini planlar. Cinayet gerçekleşir. Mary Stuart, artık kendi kontrolü dışına çıkacak olaylar zincirinde yok olacaktır.

İskoçya ayaklanır. Lord Darnley’nin ölümüyle sonuçlanan patlamanın bir cinayet olduğu ortaya çıkar. Bu arada, Mary Stuart’ın Bothwell ile evliliği de gerçekleşir. I. James ortalarda yoktur. İskoçya kraliçesi, halkın ve bir protestan papaz olan John Knox’un fahişelik ithamları ile yüzleşmek durumunda kalır. Zaman içinde gelişen olaylar karşısında Mary Stuart, Elisabeth’in İngiltere’sine sığınmak zorunda kalır. Artık, kendi ülkesinde rahat yaşama şansı kalmamıştır.

Uzun bir sürgün döneminde Mary Stuart, Elisabeth’in kontrolü altındadır. Durumdan, Elisabet memnundur ama kendisine kurulabilecek olası kumpasların tedirginliği içindedir. Nitekim, yersiz değildir bu tedirginlikler. Kendisine yapılacak bir suikast söz konusudur ve Mary Stuart da bu plana dahil edilir. Tarihe Babington Planı olarak geçen suikast girişiminde Mary Stuart’ın şifreli yazışmalarının olduğu ortaya çıkar. Bu noktadan sonra, İskoçya kraliçesinin bitmek ve tükenmek bilmeyen acıları başka bir evreye atlar.

Hiçbir hukuk düzenine uymayan, uluslararası camianın onay vermeyeceği bir yargılama süreci başlar. Elisabeth, idam ister ama bunu istiyormuş gibi görünmek istemez. Ya bir gün kendisi için de benzer bir hüküm söz konusu olursa? Yargılama devam eder. Hukuktan çok, sürecin içinde bulunanların kendi hayatlarını, güçlerini, konumlarını korumak amacıyla ortaya koydukları stratejiler, entrikalar ve davranış biçimleri yönetir yargılamayı.

Yargılama biter ve 8 Şubat 1587’de Mary Stuart’ın boynuna indirilen üç adet balta darbesi hayatına son verir.

Siyaset, insan karakteri ve toplum ile ilgili bir kavram. Birey, toplum, toplumun yönetimi, demokrasi, monarşi, v.s. Bunların hepsi, insan varsa var. Siyaset değişmiyor. Çünkü, insanın doğası değişmiyor. Demokrasi, hukuk, bilim, sanat, siyasetin yapılış şeklini belirliyor.

Mary Stuart’ın hikayesi, ölümüyle de bitmiyor. 1603’te Elisabeth de ölüyor. Taht, hem İskoçya’nın, hem de İngiltere’nin kralı olarak I. James’e kalıyor. Oğul James, anne Mary’nin kurtarılması için kılını kıpırdatmıyor. Yani, siyaset değişmiyor. İnsan karakteri aynı. Ama, demokrasiye çok ihtiyaç var ve bugün hala bu dünyada işlevi olan monarşiler var.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Berlin 1978

Çocukluk yaşlarındaydım ama herşeyi hatırlıyorum. Brandenburg’un önünde, bomboş bir Unter Den Linden Caddesi. Her yer bembeyaz. Berlin karla kaplı. Dondurucu bir soğuk var. Evdeki konuşmaları hatırlıyorum. İtalya’ya mı gitsek? Evet ama İtalya’ya her zaman gidilir. 1968’de, öğrenci iken BASF’te staj yaparken Mannheim’dan Berlin’e gittiğini ve çok enteresan şeyler gördüğünü anlatıyor babam. Ya duvar bir gün yıkılırsa? Bir daha görme şansı bulamayacağımız şeyleri görelim; tarihe tanıklık edelim. “Boşverin şimdi İtalya’yı, Demokratik Almanya adında bir ülke de, bugün orada olan duvar da kalmayacak bir gün” diyor babam bizi Berlin’e götürmek için ısrarlı olurken. İtalya yerinde duruyor nasılsa. Karar veriliyor ve bir kaplumbağa Volkswagen ile Regensburg’tan Berlin’e yola çıkıyoruz. Babam, gördüğümüz herşeyi anlatmaya meraklı ve istekli olduğu için, biz de dinliyoruz kendisini. Yaşıma göre konuların ağır gelip gelmeyeceğini düşünmeden anlatıyor. Gördüklerim ve dinlediklerimden etkileniyo