Ana içeriğe atla

PPK’nın Faiz Kararı – 22 Ekim 2020

22 Ekim 2020 tarihli PPK toplantısı sonunda alınan kararlar şunlar:
  • Politika faizi olan bir hafta vadeli repo ihale faiz oranı %10.25 düzeyinde sabit tutuldu.
  • Geç likidite penceresi işlemlerinde uygulanan faiz oranı ile gecelik borç verme faiz oranı arasındaki fark 3 puana çıkarıldı.
Yukarıdaki kararların hemen ardından kurlarda hızlı bir yükseliş, borsada ise düşüş meydana geldi. Piyasa, politika faizinde bir artış beklemekteydi. TCMB’nin geçmiş dönemlerde aldığı ya da alamadığı kararlara bakarak 1 ila 3 puan arasında değişen faiz artırımı kararı beklentileri söz konusu idi. Ancak, politika faizi değiştirilmedi ve %10.25 düzeyinde sabit tutuldu.

Piyasa, faiz oranının arttırılacağına dair öylesine güçlü bir beklenti oluşturmuştu ki, uzun bir süreden sonra Türkiye’nin CDS primleri 500 puanın altına inmişti. Bankaların büyük bir bölümü, faiz artışının gerçekleşeceğine dair beklentiyle faiz oranlarını çeşitli vadelerde son 2 haftada yükseltmeye başlamışlardı. Böylesine güçlü bir faiz artırımı beklentisi USD/TL kurunun 7.80’nin altına inmesine dahi neden olmuştu. Bu satırların yazıldığı anlarda USD/TL kuru 7.96 seviyelerine ulaşmış durumda.

TCMB’nin piyasaya likidite sağlarken kullandığı 3 temel kanal var:
  • Bir haftalık repo (politika faizinin belirlendiği kanal)
  • Gecelik borç verme kanalı.
  • Geç likidite penceresi.
TCMB, 2014 yılında para politikasının aktarım mekanizmaları yoluyla piyasayı yönlendirdiği ve dolayısıyla çok sayıda makroekonomik büyüklüğü belirlediği yer olarak politika faizi adını verdiği bir haftalık repo işlemlerinin faizini belirledi. Yani, TCMB’nin para politikasını yönettiği temel kanal bir haftalık repo işlemleri olacaktı. Ancak, TCMB bu kanalı 2014’ten bu yana kullanmakta son derece çekingen bir politika tavrı ortaya koyuyor.

TCMB’nin, yukarıdaki 3 kanal için uyguladığı bir kural var: her birinin arasındaki fark 1.50 puan olacak. Yani, politika faizi %10.25 ise, gecelik borç verme oranı %11.75 ve geç likidite penceresi oranı ise %13.25 olacak. Bugün, yukarıdaki 2. ve 3 kanal arasındaki 1.50 puanlık fark kuralını 3 puanlık farka çıkardığını PPK kararıyla ilan etti. Böylece, diğer 2 kanalın faiz oranı sabit kaldığı halde geç likidite penceresinin oranı %14.75’e yükselmiş oldu.

Neden geç likidite penceresinin oranı yükseltildi ama TCMB’nin ana politika yönetme aracı olan politika faizinin oranı yükseltilmedi? Bunun cevabını veremiyoruz. Para politikası, iktisadın en teknik alanlarından biridir. Faiz oranlarının belirlenmesi de son derece teknik içerikli bir konudur. Piyasanın kur ve borsa üzerinden verdiği ilk olumsuz tepki, TCMB’nin ortaya koyduğu teknik aksaklıktan kaynaklanmaktadır.

Teknik aksaklığın nedeni nedir? TCMB, farklı kanallardan fonlama sağlayarak piyasanın kendisinden kullandığı paranın maliyetini bu kanalların ağırlıklı ortalaması üzerinden belirliyor. 16 Temmuz 2020 günü TCMB ortalama fonlama faizi %7.34 idi. Bu farklı kanalları kullanarak yapılan fonlamanın 21 Ekim 2020 günü ulaştığı nokta %12.52. Dolayısıyla, 16 Temmuz 2020 ile 21 Ekim 2020 günü arasında geçen 97 günde TCMB’nin piyasaya sağladığı fonlamanın oranında 5.18 puanlık bir artış var.

Gecelik borç verme oranı olan %11.75 ile geç likidite penceresi oranı olan %13.25 arasında 1.50 puan fark olması kuralı 3 puanlık bir farka çıkarılmasaydı, TCMB’nin farklı kanalları kullanarak oluşturduğu TCMB ortalama fonlama faizinde pek ilerleme şansı olamayacaktı. Zira, söz konusu oran 21 Ekim 2020 günü %12.52 seviyesine ulaşmıştı ve %13.25 seviyesine ulaşmak gerekirse, manevra yapabilecek alanı olamayacaktı.

Gecelik borç verme kanalıyla geç likidite penceresi arasında 1.50 puanlık fark bulundurulması kuralının 3 puanlık fark bulundurulması kuralına çevrilmesinin nedeni, faiz oranını artırma ihtiyacı karşısında manevra alanı kazanmaktır.

Geç likidite penceresi, günlük nakit akışlarını yönetemeyen bankaların TCMB’den borçlanma ihtiyacı içine düştüklerinde kullandıkları bir alandır. Yani, yukarıdaki satırlarda dile getirildiği üzere, TCMB’nin 2014’te ilan ettiği “para politikası belirleme” kanalı değildir. Geç likidite penceresi üzerinden para politikası yönetilmez. İşte bu nedenledir ki, para politikası tekniğinin doğru kullanılmıyor olması karşısında 16 Temmuz 2020 ile 21 Ekim 2020 arasında 5.18 puanlık faiz artışına rağmen Türkiye Cumhuriyeti’nin para politikasını doğru kullanmıyor olmasına karşı piyasadan olumsuz tepki gelmektedir.

2014 yılında ilan edilen “politika faizi kanalı” kullanılmadığı içindir ki manşetlerde “TCMB faizi sabit tuttu” ifadesi öne çıkmaktadır. Oysa faiz, 16 Temmuz 2020 ile 21 Ekim 2020 arasında 5.18 puan artmıştır. Ancak bu artış, piyasanın para politikasını doğru okuyabildiği, anlayabildiği, belirlilik unsurlarını kavrayabildiği bir noktadan değil, hangi bankanın ne zaman ve ne kadarlık bir likidite ihtiyacı içinde olarak geleceği bilinmeyen geç likidite penceresi üzerinden gerçekleştirilmiştir.

TCMB’nin 2014’te belirlediği politika faizinin “politika faizi” olma özelliği kalmamıştır. Bu durum, tüm piyasa karar alıcılarının bankaların hangi maliyetle fonlandığını ancak her günün geç saatlerinde öğrendikleri bir durum ortaya koymaktadır. Oysa, bir haftalık repo faizi ile fonlama oranının belirlendiği bir ortamda öngörülebilirlik unsurları daha güçlüdür. Bir hafta vadeli fonlama oranının ana politika unsuru olarak kullanılması ve faiz oranı ile ilgili ani bir değişiklik ihtiyacında gecelik borç verme kanalının kullanılması belirlilik unsurlarını artıracaktır. Bankaların fonlama maliyetlerini olağanüstü gelişmeler hariç tutulduğunda bir haftalık bir vadede bilmeleri ve reel sektörün de bu politika araçları düzeninde takriben hangi oranlarla kredi kullanacaklarını bilmeleri önemli değil midir? Geç likidite penceresi, bu piyasaya ihtiyaç duyan bankaların başvurduğu “acil bir likidite ihtiyacı kanalı” olarak kalabilir.

Teknik bir konu ama bilmem anlatabildim mi? Politika faizini neden kullanmadığımızı ben anlamadım.

5.18 puanlık faiz neden arttı? PPK toplantısı sonrasında TCMB’nin internet sitesinden cevabı paranın otoritesi kendisi veriyor:
  • Güçlü kredi ivmesiyle ekonomide sağlanan hızlı toparlanma ve finansal piyasalarda yaşanan gelişmeler neticesinde enflasyon öngörülenden daha yüksek bir seyir izlemiştir.
  • Enflasyon beklentilerinin kontrol altına alınması ve enflasyon görünümüne yönelik risklerin sınırlanması amacıyla para politikası ve likidite yönetimi kapsamında atılan adımlarla finansal koşullarda belirgin bir sıkılaşma sağlanmıştır.
  • Kurul, dezenflasyon sürecinin yeniden tesis edilmesinin, ülke risk priminin gerilemesi, uzun vadeli faizlerin aşağı gelmesi ve ekonomideki toparlanmanın güç kazanması açısından büyük önem taşıdığını değerlendirmektedir.
  • Enflasyondaki düşüşün hedeflenen patika ile uyumlu şekilde gerçekleşmesi için para politikasındaki temkinli duruşun sürdürülmesi gerekmektedir.
Ben de karşı bir soru soruyorum: para politikası tekniğini doğru kullanarak Türkiye ekonomisinin yapısal sorunları nedeniyle var olan kur hassasiyetini dikkate almadan sıkı duruş nasıl olur?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Berlin 1978

Çocukluk yaşlarındaydım ama herşeyi hatırlıyorum. Brandenburg’un önünde, bomboş bir Unter Den Linden Caddesi. Her yer bembeyaz. Berlin karla kaplı. Dondurucu bir soğuk var. Evdeki konuşmaları hatırlıyorum. İtalya’ya mı gitsek? Evet ama İtalya’ya her zaman gidilir. 1968’de, öğrenci iken BASF’te staj yaparken Mannheim’dan Berlin’e gittiğini ve çok enteresan şeyler gördüğünü anlatıyor babam. Ya duvar bir gün yıkılırsa? Bir daha görme şansı bulamayacağımız şeyleri görelim; tarihe tanıklık edelim. “Boşverin şimdi İtalya’yı, Demokratik Almanya adında bir ülke de, bugün orada olan duvar da kalmayacak bir gün” diyor babam bizi Berlin’e götürmek için ısrarlı olurken. İtalya yerinde duruyor nasılsa. Karar veriliyor ve bir kaplumbağa Volkswagen ile Regensburg’tan Berlin’e yola çıkıyoruz. Babam, gördüğümüz herşeyi anlatmaya meraklı ve istekli olduğu için, biz de dinliyoruz kendisini. Yaşıma göre konuların ağır gelip gelmeyeceğini düşünmeden anlatıyor. Gördüklerim ve dinlediklerimden etkileniyo