Ana içeriğe atla

Covid-19 Uygulamaları Özeti: Aktif Rasyosu ve Diğer Düzenlemelerin Türk Lirası Üzerindeki Etkileri

Türkiye, Mart ayı ile başlayan Covid-19 salgınının ekonomik etkilerini kredi mekanizmasını genişleyici yönde kullanarak yumuşatmaya çalıştı. TCMB, para arzını artırırken, 18 Nisan itibarıyla BDDK tarafından uygulamaya alınan aktif rasyosu da bankaların kaynaklarını krediye, TCMB ile swap işlemlerine ve kamu kesimine ait borçlanma araçlarına yönlendirmelerini zorunlu hale getirdi. Bankalar, rasyonun getirdiği zorunluluklardan kaçmaya çalışınca, 1 Haziran’da rasyonun koşulları ağırlaştırıldı.

Aktif rasyosu, mevduat ve kredi fiyatlarını önemli ölçüde değiştirdi ve bankacılık sisteminde ortaya çıkan fiyatları sürdürülemez bir noktaya taşıdı. Bankalar, aktif rasyosunu tutturabilmek için vermek zorunda kaldıkları kredilerden kaçmak için önce mevduattan kaçmak gibi bir yöntem kullandılar. Zira, aktif rasyosu uygulaması gereği topladıkları mevduatı krediye çevirmek zorundaydılar. Bu nedenle, mevduat oranlarını düşürerek daha az miktarda mevduat toplamak ve böylece daha az miktarda kredi verme zorunluluğu ile karşı karşıya kalmayı tercih ettiler. Rasyo uygulaması, bir bankanın kredi verme kriterlerini hiçe saymaktaydı. Bankaların bu tercihi, BDDK'nın aktif rasyosunun koşullarını ağırlaştırması ile sonuçlandı.

Kredi mekanizmasının bugüne kadar görülmemiş bir boyutta büyütülmeye çalışılması ve bu amaçla kamu bankalarının kullanılıyor olması, özel bankalar için kredi vermek ile ilgili sert bir rekabet ortamı oluştururken, bu rekabetin bir sonucu olarak kredi fiyatları da sürekli olarak düşüş göstermekteydi. Mevduat, yani kaynak tarafında düşen oranlara rağmen kredi fiyatlarının da büyük oranlı bir düşüş içinde olması, özel bankalar için zor bir ekonomik denklem ortaya koymaktaydı. Fonlanma maliyetleriyle kredi fiyatlamalarının başa baş noktasında seyrettiği bir süreç yaşandı. Diğer bir ifadeyle, bir fiyat sıkışması süreci ortaya çıktı.

Aktif rasyosunun uygulamaya alındığı ve sertleştirildiği süreçte, %10.94'ün altına hiç inmemiş bir yıllık enflasyon oranı ve buna karşın %7-9 arasında değişen aylık mevduat oranları söz konusu idi. Enflasyonist beklentilerin sürekli çift haneli olduğu koşullarda mevduatın tek haneli oranlarla fiyatlanması Türk Lirası'nın negatif faiz sunan bir para birimi olması ile sonuçlandı. Bu arada, TCMB'nin enflasyon raporlarında beklediği enflasyon %7.4'ten %8.9'a ancak yükseltilebildi. Oysa, piyasanın bu yönde bir beklentisi olmadığı gibi - ki serbest piyasanın fiyatlaması için önemlidir - gerçekleşen enflasyonun da bu seviyelerle herhangi bir ilgisi bulunmamaktaydı.

Türkiye, geçmiş yılların kriz koşullarında cari fazla veren bir ülke idi. Ancak, içinden geçilen süreçte, kriz koşullarında ödemeler dengesi ile ilgili sorunların ortaya çıkma olasılığı Türkiye'nin zaten hasarlı olan risk algısını daha da hasarlı bir noktaya taşıdı. CDS primlerinin son aylardaki seyri, Türkiye'nin risk algısına ilişkin manzarayı ortaya koymaktadır. Batık durumda olduklarını söyleyebileceğimiz Arjantin ve Venezuela'nın sürekli üzerinde, Ukrayna ve Pakistan ile sıralamada yer değişiklikleri yaşayan bir Türkiye'ye hem kredibilite eksikliği, hem de Türk Lirası'nın negatif reel getiri bölgesinde olması nedeniyle kısa vadeli yabancı sermaye dahi gelmiyor ve çıkıyordu. Sonuçta, Türk sermaye piyasası, ağırlıklı olarak yurt içi yerleşiklerin yer aldığı bir piyasaya dönüştü.

Yabancı yatırımcıların güven duymadığı bir ekonomiye yurt içi yerleşiklerin tepkisi de Türk Lirası'ndan kaçmak yönünde oldu. TCMB'nin hatalı para politikalarını (https://arda-tunca.blogspot.com/2020/10/kur-ataklar-enflasyon-ve-faiz.html) bir kaç yıldır sürdürüyor olması ve Türk Lirası'nın yabancı paralar karşısında düzenli olarak değer kaybediyor olması yurt içinde de Türk Lirası'na güveni zayıflattı. Artan kurların enflasyon geçişkenliğinin yarattığı satın alma gücü zayıflaması karşısında Türk Lirası cinsinden reel faizin negatif değer taşıması, Türk Lirası yerine yabancı para cinsinden varlık tutmayı özendirdi. Böylece, yüksek ölçekli bir dolarizasyonun yaşanması kaçınılmaz oldu.

Dolarizasyonun önüne geçmek amacıyla yabancı para alımına %1'lik kambiyo gider vergisi uygulanmaya başlandı. Vergi, yabancı paraya yatırım yapılması saikini durduramadı. Hatta, tasarrufunu yabancı parada tutanlar, yeniden yabancı para satın almak istediklerinde yüksek bir vergi maliyeti ile karşılaşacakları için Türk Lirası cinsinden yatırıma yine yönelmediler. Vergi, yabancı para cinsinden tasarrufa tutunma motivasyonunu artırdı. Bu durum, geçtiğimiz günlerde kambiyo gider vergisinin %1'den %0.2'ye indirilmesi sonucunu getirdi.

BDDK, Türk bankalarının yabancı kuruluşlarla gerçekleşen türev işlemlerinin büyüklüklerinin bankaların özkaynaklarına oranlarını düşürerek işlemleri kısıtlama yönüne gitmişti. Daha sonra, söz konusu uygulama gevşetildi. İşlem büyüklüklerinin, bankaların özkaynaklarına oranı yükseltildi. Kısıtlayıcı yöndeki ilk uygulamanın etkisi, Türk Lirası'nın uluslararası piyasalarda konvertibilitesini yitirmesi oldu. Kur ataklarına karşı önlem amacıyla ortaya çıkan kısıtlayıcı uygulama etkili olamadı. Dış piyasalardan geldiği ve geleceği düşünülen spekülatif ataklara karşı alındığı düşünülen bu önlemin olumlu sonuç vermesi mümkün değildi. Çünkü, kur artışını engellemek amacıyla TCMB'nin döviz rezervlerini zayıflatıyor olması yurt içindeki yerleşiklerin, yani Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ekonomiye olan güvenini sarstığı ve kurun yükselmeye devam edeceği yönündeki beklentilerini güçlendirdiği için, yurt dışından gelmekte olduğu düşünülen "spekülatif ataklar" ülke içinden geldi.

Aktif rasyosu, Ağustos ayının ortalarından itibaren gevşetilmeye başlandı. Yani, bankaların kaynaklarıyla kredi verme zorunlulukları hafifletilmeye başlandı. Aynı dönemde, çok büyük boyutlu bir genişleyici para politikası TCMB'nin ortalama fonlama faizini yükseltmesiyle son buluyordu. TCMB, süreci 16 Temmuz'dan itibaren başlatmıştı. Yani, para politikası, Mart-Temmuz döneminde aktif rasyosu ile beraber kredi mekanizmasını ivmelendirirken, süreç ters yönde çalışmaya başlıyordu. Ancak, yukarıda ilgili bağlantısı verilen önceki yazıda dile getirildiği üzere, para politikası uygulamaları sıkılaştırıcı olmadığı gibi, yanlış da yönetilmekteydi. Ancak, TCMB'nin faizi artırdığı sürecin gerekçesi, enflasyonun istenen düzeye inmiyor olmasıydı.

Aktif rasyosu, piyasa fiyatlamalarında büyük bir sıkışmaya işaret ediyordu ki, uygulamanın sonucunda faizin piyasa tarafından yüksek oranlı olarak artırılacağı çok belliydi. Aktif rasyosunu belli bir süre için tutturan bankalar, kamu bankalarıyla rekabet etmenin yarattığı karsız süreci tamamlayıp, fiyatları artıracaktı. Nitekim, rasyolar tutturulduktan sonra fiyatlar yükselmeye başladı. TCMB, politika faizi yerine, diğer kanallar ile para politikasını yönetince, ortaya çıkan belirsizlik ve para politikasına karşı güven eksikliği, piyasadaki mevduat ve kredi fiyatlarının TCMB'nin ortalama fonlama faizinden koptuğuna işaret etmekteydi. Diğer bir ifadeyle, para politikası Türk Lirası'nı yönetmiyordu ve etkinsizleşmişti.

Aktif rasyosu, tüm sektörlere yönelik kredilerin rasyo tanımına dahil edilmemesi, mevduat bankaları ve katılım bankaları için farklı rasyo kriterleri uygulanması nedeniyle haksız rekabete neden oldu. Ayrıca, rasyoyu tutturmak pahasına arkasında Türkiye Cumhuriyeti devletinin desteği bulunan kamu bankalarının özel bankalar karşısında rekabet avantajına sahip olması da bir başka haksız rekabet unsuruydu. Reel sektörde yüksek miktarlı kredi kullanan firmaların fiyat pazarlıklarında aktif rasyosunu bankacılık sistemine karşı bir pazarlık unsuru olarak kullanması da özel bankalar için bir dezavantaj yarattı. 

Son olarak, mevduat bankalarına %90, katılım bankalarına %70 olarak uygulanması, bankaların aktif rasyosu uygulaması öncesindeki kredi/mevduat oranlarına hemen hemen denk gelmesi nedeniyle etkinliğini yitirdi. Bir sonraki aşamada uygulamadan kaldırılması isabetli bir karar olacaktır.

Türk Lirası'nı cazip kılmak adına mevduat ve kar paylarında BSMV oranlarının düşürülmesi, mevduatı cazip hale getiriyor gibi gözükebilir. Halihazırda Türk Lirası cinsinden tasarrufu olanların diğer Türk Lirası cinsinden varlıklardan mevduata yönelmeleri söz konusu olabilir. Ancak, uygulamanın sadece yıl sonuna kadar devam edecek olmasını anlamlandırmak kolay değil. Ayrıca, sadece mevduat yerine, tüm Türk Lirası cinsinden tasarruf araçlarına da benzer vergi indirimlerinin getirilmesi tutarlılık ve yine adil rekabet koşulları gereği gerekmez miydi?

Türk Lirası'na güven getirmek için her ne yöntem uygulanırsa uygulansın, etkin bir para politikasının Türk Lirası'na kazandıracağı itibarı ve güveni başka hiçbir yöntem kazandıramaz. Her bir uygulamanın bir deneme niteliğinde olması ve daha sonra ise, yapılan bir hatadan dönüş yapıldığı algısının oluşmasının yarattığı belirsizlik karar alma süreçlerini önemli ölçüde tıkamaktadır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Berlin 1978

Çocukluk yaşlarındaydım ama herşeyi hatırlıyorum. Brandenburg’un önünde, bomboş bir Unter Den Linden Caddesi. Her yer bembeyaz. Berlin karla kaplı. Dondurucu bir soğuk var. Evdeki konuşmaları hatırlıyorum. İtalya’ya mı gitsek? Evet ama İtalya’ya her zaman gidilir. 1968’de, öğrenci iken BASF’te staj yaparken Mannheim’dan Berlin’e gittiğini ve çok enteresan şeyler gördüğünü anlatıyor babam. Ya duvar bir gün yıkılırsa? Bir daha görme şansı bulamayacağımız şeyleri görelim; tarihe tanıklık edelim. “Boşverin şimdi İtalya’yı, Demokratik Almanya adında bir ülke de, bugün orada olan duvar da kalmayacak bir gün” diyor babam bizi Berlin’e götürmek için ısrarlı olurken. İtalya yerinde duruyor nasılsa. Karar veriliyor ve bir kaplumbağa Volkswagen ile Regensburg’tan Berlin’e yola çıkıyoruz. Babam, gördüğümüz herşeyi anlatmaya meraklı ve istekli olduğu için, biz de dinliyoruz kendisini. Yaşıma göre konuların ağır gelip gelmeyeceğini düşünmeden anlatıyor. Gördüklerim ve dinlediklerimden etkileniyo