Ana içeriğe atla

Diocletianus’un Tavan Fiyatlar Fermanı

Roma İmparatorluğu tarihi ile ilgili yazılmış en kapsamlı eserlerden biri 1776-1788 yılları arasında yayınlanmış olan “The History of the Decline of the Roman Empire” adlı çalışmadır. Eser, Edward Gibbon’ındır. Kitabın yazılış amacı, Roma tarihini anlatmaktan çok, bir ülkenin nasıl çökebileceğine dair detaylı bir örnek sunmaktır. Mesaj, İngiltere’yedir.

Roma, 3. y.y.’da bir krizin içindedir. Oysa 2. y.y.’da, Gibbon’un ifadesiyle “insanlık tarihinin en mutlu ve müreffeh” dönemini yaşamıştır. 3. y.y.’da yaşanan çöküş sonrasında, M.S. 284’te Diocletianus gelir iktidara. Ortada, derlenip toparlanması gereken koskoca bir Roma İmparatorluğu vardır.

Diocletianus’un imparatorluğa çeki düzen vermek için ilk ele aldığı konuların başında ordunun düzen altına alınması gelir. Yönetim şeklinde de değişiklikler yapılması gerekmektedir. Diocletianus’a göre, Britanya’dan Mezopotamya’ya, Kuzey Afrika’dan Orta Avrupa’ya uzanan toprakların tek merkezden yönetilmesi imkansızdır. Kendisini en yetkili imparator olarak hiyerarşinin tepe noktasına oturtur ve imparatorluğun doğu bölgesinin sorumluluğunu üstlenir. Batı bölgesine Maximian’ı imparator olarak atar. Galerius ve Constantius da diğer imparatorlar olarak yeni yönetim biçimi altında Roma tarihindeki yerlerini alırlar. Bu dört imparatorlu yönetim biçimine tetrarşi adı verilir.

Antik dönemde, devletin en önemli harcama kalemi askeri harcamalardır. Sağlık, eğitim ve sosyal transfer harcamaları gibi kalemler devletin bütçesinde henüz yoktur. Çünkü, devletin bu fonksiyonları antik dünyada tanım bulmuş değildir.

Askeri harcamaların karşılanması için halka vergi salınması gerekmektedir. Diocletianus, imparatorluğun topraklarını savunabilmek için dört yüz bin kişilik asker sayısını beş yüz elli bin ila altı yüz bin arasına çıkarır.

Diocletianus’un devleti, yeniden yapılanma çerçevesinde bürokrasiyi artırır. Bürokrasi, düzen demektir ve Roma İmparatorluğu’nda düzen kalmamıştır. M.S. 235 yılına kadar geçen 266 yılda yirmi yedi imparator tahta çıkmıştır. Sonraki 50 yılda yirmi altı resmi ve 25 sözde imparator göreve gelmiştir. Yok olan istikrarla devletin düzeni adeta dağılmıştır. Diocletianus, bu dağılmış düzeni toparlamaya çalışır. Geçmişteki imparatorlar gibi Roma’da oturmaz. Tahtta bulunduğu süre içinde Roma’ya sadece bir kez gitmiştir. İmparatorluğun doğu bölgesinden sorumlu olduğu için Nikomedia’da (İzmit) saray yaptırmıştır.

Diocletianus’un döneminde kamu harcamalarının milli gelire katkısı, milli gelirin %6-7’si civarındadır. Kamu harcamalarının 2/3’si de askeri harcamalardan oluşmaktadır.

Diocletianus, geçmiş dönemlerin kötü yönetiminin ve askeri harcamaları karşılamak için saldığı vergilerin bir sonucu olarak önemli bir ekonomik sorunla karşı karşıya kalır: hiperenflasyon. Nesiller boyu süren kötü yönetimler sonucu ekonomi bozulmuştur ve halk yorgundur. Çöküş sürecinin üzerine devleti derleyip toparlamak ve artan askeri harcamaları karşılamak üzere salınan vergiler de eklenince fiyatlar patlamıştır. Hiperenflasyon, hiç öngörülemeyen toplumsal sorunların baş göstermesine neden olur.

Uygulanan yeni politikalarla ve bürokrasi ile, tetrarşi ve güçlenen ordu ile prestiji artan Diocletianus, “dominus” konumuna gelir. Yani, bir “sahip” ya da “efendi” konumunda görülmektedir. Altında, liyakat ile göreve gelmiş profesyonel kadrolar vardır. Artan gücü, toplumda önemli bir nüfuza sahip olması ile sonuçlanır. Fakat, hiperenflasyon sorunu bir kenarda durmaktadır.

Artan fiyatlar karşısında tüccarlar suçlu görülür. Fiyatlara aşırı ölçüde zam yapmakta oldukları düşünülür. Bunun üzerine, tavan fiyatlar fermanı (edict on maximum prices) 301 yılında Antioch’ta (Hatay) çıkarılır. Diğer bir çare olarak, kullanılan paraların içindeki gümüş oranı %95’ten %5’e düşürülür (debasement). Gıdadan tekstile, ulaşımdan diğer tüm hizmetlere kadar tüm ürünlerin fiyatlarına bir tavan uygulanır. Hiperenflasyon ile topyekün bir mücadeleye girişilir.

Tavan fiyatlar fermanının ilan edildiği yılda Adam Smith’in ortaya çıkmasına tam 1.475 yıl vardır. Ancak, arz-talep kuralları çalışmaktadır. Bir ticarethanenin karlılığı, stok tutma ihtiyacı gibi kavramlar vardır. İktisat, insanın iktisadi hayattaki davranışlarını inceleyerek kendisine bilimsel metotlar geliştirmiştir. Yani, sonradan kural olarak tanımlanan olgular toplumlarda antik çağda da mevcuttur. Piyasa ekonomisinin adı konulmamıştır ama çalışmaktadır.

Hiperenflasyona karşı önlem olarak uygulanan fiyat baskılamaları iş sahiplerinin maliyet yapılarını elbette dikkate almaz. Her ne kadar ücretler de baskılanmışsa da diğer maliyet unsurları devrededir. Bir gelir tablosu mantığında düşünüldüğünde, imparatorluğun iş yerlerinin kar edemez olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. Sonuç ne olur? Fiyatlamalarını serbest piyasa koşullarında yapamayan ve doğal arz-talep koşullarını kullanabilme şansı olmayan iş sahipleri ticarethanelerini yavaş yavaş kapatmaya başlarlar. Baskılanan fiyatlarla maliyetlerini karşılayamamaktadırlar. Bu defa, hiperenflasyon sorununu daha da derinleştiren bir başka unsur devreye girer: arz kısıntısı. Kapanan iş yerlerinin sebep olduğu arz eksikliği nedeniyle talep karşılanamaz hale gelir ve hiperenflasyon daha büyük bir soruna dönüşür. Piyasanın doğal koşullarında arz, talep, fiyat oluşamaz.

Roma’da mal ve hizmet için tavan fiyatlar fermanı çıkarıldı. Fiyat kavramını, mevduat ve kredi faizi ya da piyasa koşulları içinde oluşması beklenen her tür fiyat için düşünebiliriz. Piyasa ekonomisi uygulanırken piyasayı dikkate almayan yaklaşımlar, çok ağır ekonomik sonuçlar doğuruyor. Bu kavramların birer ideolojiye dönüşmesi, tanım bulması, sınıf mücadelelerine konu olması, sistem tartışmaları yapılması, v.s. insanlığın yüzlerce yılını aldı. Diocletianus ve altındaki yöneticiler piyasa kavramını Adam Smith gibi algılamıyorlardı ya da enflasyon konusuna Keynes gibi bakamıyorlardı ve böylesine ağır bir hatayı yapabildiler. Ancak, benzer hatalar günümüzde de yapılabiliyor.

Bu arada, iktisatta hiç baskılama yapılmadı değil. Örneğin, finansal baskılama (financial repression) metotları var. Ancak, bilimsel tanımları, kuralları ve yöntemleri var. Hatta, 1980’lerin neoliberal akımına neden olan yöntemlerdir 2. Dünya Savaşı sonrasının finansal baskılama yöntemleri. Diocletianus’un baskıladığı şey, çarşının, pazarın mallarının fiyatlarıydı. Tanıdık geldi mi?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Berlin 1978

Çocukluk yaşlarındaydım ama herşeyi hatırlıyorum. Brandenburg’un önünde, bomboş bir Unter Den Linden Caddesi. Her yer bembeyaz. Berlin karla kaplı. Dondurucu bir soğuk var. Evdeki konuşmaları hatırlıyorum. İtalya’ya mı gitsek? Evet ama İtalya’ya her zaman gidilir. 1968’de, öğrenci iken BASF’te staj yaparken Mannheim’dan Berlin’e gittiğini ve çok enteresan şeyler gördüğünü anlatıyor babam. Ya duvar bir gün yıkılırsa? Bir daha görme şansı bulamayacağımız şeyleri görelim; tarihe tanıklık edelim. “Boşverin şimdi İtalya’yı, Demokratik Almanya adında bir ülke de, bugün orada olan duvar da kalmayacak bir gün” diyor babam bizi Berlin’e götürmek için ısrarlı olurken. İtalya yerinde duruyor nasılsa. Karar veriliyor ve bir kaplumbağa Volkswagen ile Regensburg’tan Berlin’e yola çıkıyoruz. Babam, gördüğümüz herşeyi anlatmaya meraklı ve istekli olduğu için, biz de dinliyoruz kendisini. Yaşıma göre konuların ağır gelip gelmeyeceğini düşünmeden anlatıyor. Gördüklerim ve dinlediklerimden etkileniyo