Ana içeriğe atla

Korona Sürecinden Çıkan Notlar

Dünyada neler oluyor? Türkiye’nin bireysel gelişmeyi engelleyen, ufuk kapatan ve psikolojik bozulma yaratan gündeminden ara ara sıyrılmak adeta bir ihtiyaç.

Gelişmiş ülkelerde korona sonrası döneme geçiş başlamış durumda. Korona krizinin başındaki tarihi nitelikli veriler şimdi bir başka yönden tarihi nitelikler sunmaya başladı.

Bir yılı aşkın bir süredir dünya tarihinin dönüm noktalarını ele alan yazılara odaklanmak zorunda kaldık. Kolera, veba salgınları, büyük savaşlar, ağır ekonomik krizler gibi önemli olayların öncesini ve sonrasını ilgili dönemlerin gelişmiş ve az gelişmiş ülkeleri açısından değerlendiren yazılar okuduk, verileri analiz ettik. 2020’nin başlarından itibaren ekonomileri çökerten korona sürecinden de bazı dersler çıktı. Gözlemlerimin sonucunda çıkardığım dersler şunlar:

Sebebi ekonomi ya da finans olmayan krizlerin gelişmiş, gelişmekte olan ve az gelişmiş ülke ayrımını “medeniyet” çerçevesinde ortaya koyduğuna tanıklık ettik. Bilim, gelişmiş ülkelerde. Bilimin gelişmesi için gereken kültürel ve kurumsal zemin gelişmiş ülkelerin hücrelerinde. Bilimin doğru ellerde, doğru amaçlarla kullanılmasının nasıl sonuçlar ortaya koyabildiğini gözlemledik.

Bilimin gelişmiş ülkelerde var olması, tüm gelişmiş ülkelerin sağlık hizmetlerini vatandaşlarına ulaştırmakta benzer başarılar ortaya koymalarının sebebi olmadı. Hatta, farklı yönetimler altında çok farklı uygulamalarla son derece başarısız uygulamaların son derece başarılı uygulamalara dönüşebildiğini gördük. Trump yönetimindeki ABD’nin Biden yönetimindeki ABD ile bu anlamda çok büyük farklılıklar gösterdiğini izledik. Ancak, AB ve Japonya’nın halen aşılama konusunda ABD’ye göre çok geride kalmış olduğunu gözlemliyoruz.

Ekonomi ya da finans kaynaklı olmayan bir krizin tedarik zincirlerine verebildiği hasarı gördük. Tedarik zincirlerinin çöküşü, korona krizinin başlarında da önemli bir gündem maddesiydi (Tedarik Zincirlerinin Covid-19 İle Değişimi (arda-tunca.blogspot.com)). Krizden çıkış sürecinde, bazı ürünlerin tedariğinde sorunlar yaşanmaya başlandı. ABD’de yükselen enflasyonun nedenlerinden biri de yaşanan çıktı açığı (ABD’de Enflasyon Neden Tarihi Bir Yükselişte? (arda-tunca.blogspot.com)).

Gelişmiş ülkelerin ve gelişmekte olan ülkelerin ekonomik yapılarındaki farklılıklar krizler karşısında ortaya koydukları çözüm yöntemlerini de farklı kılıyor. Gelişmiş ülkeler, tasarruf oranlarını artırırken, gelişmekte olan ülkelerde kaynak açığı gün yüzüne çıkıyor. Ülke bütçelerinden ayrılan kaynakların dizaynları gelişmiş ülkelerde bireylerin ve ailelerin bütçelerine doğrudan kaynak aktarma yoluyla şekillenirken, gelişmekte olan ülkelerde mevcut kıt kaynakların verimsiz noktalara yönlendirilmesi söz konusu olabiliyor (Why Latin America’s economy has been so badly hurt by covid-19 | The Economist). Kaynak açığı, dünyanın bazı ülkeleri için ekonomik aktivitenin neredeyse durma noktasına geldiği bir dünyada açlık anlamı taşıyor. World Food Programme tarafından ilan edilen açlık haritasına göz atarak sağlık krizini ekonomik çöküşle beraber okuyabilmek mümkün: 2020 - Hunger Map | World Food Programme (wfp.org)

Gelişmiş ülkelerde yaratılan tasarrufun, krizden çıkış sürecinde tüketime yönelirken halen var olan belirsizlikler nedeniyle istikrarsız bir süreç izlediğini görmekteyiz. Benzer şekilde, istihdam piyasasındaki gelişmelerin de inişli çıkışlı olduğunu söylemek mümkün. Ancak, yine de olumlu bir trendin güçlü bir geri dönüşe işaret ettiği ortada.

Tedarik zincirlerinde ortaya çıkan hasar ve istikrarsız da olsa talep yönlü güçlü aktivite artışı kriz sürecinin parasal genişleme ve mali yardım paketleriyle birleşince enflasyonist bir sürecin başlangıcını da beraberinde getirdi. Dönemin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan arz ve talep dengesizlikleri yok olduktan sonra da enflasyonist bir etkinin varlığı görülmeye devam edecektir.

Tarihte yaşanan diğer krizlerin de önemli teknolojik ilerleme dönemlerine denk geldiğini görüyoruz. Bu çerçevede, korona krizinin de benzer bir teknolojik ilerleme dönemine denk geldiğine tanıklık ettik. Ancak, bu defa içinde bulunulan teknolojik ilerleme sürecinin öncekilerden önemli bir farkı var. Tarihteki hiçbir teknolojik gelişme, insan faktörünü bugünkü boyutta istihdam piyasasının dışında bırakacak etkiye sahip değildi. Korona, kısaca dijitalleşme olarak adlandırılan çok geniş bir teknolojik gelişme alanının ilerleyişini 2019 yılının sonlarında iken düşünülemeyecek bir hıza ulaştırdı.

Savaşlar, krizler, afetler ve bunların yarattığı sosyoekonomik değişimler politik eğilimler ve manzarada da değişimler yaratabiliyor. I. Dünya Savaşı sonrasında, Weimar Almanya’sında yaşanan siyasi istikrarsızlıklar ve sonunda ortaya çıkan hiperenflasyon ve Hitler’i iktidara getiren süreç. Ardından, sebepleri yüzlerce kitaba konu olan II. Dünya Savaşı sonrasındaki Alman mucizesi yılları. 2008 krizi sonrasında ortaya çıkan marjinalleşme ve yerelleşme eğilimleri ve ağır hasar alan demokrasiler. Çok daha fazla örneklendirme yapmak mümkün. Korona sonrasındaki dönemin demokrasinin güçlenmesi ve uluslararası işbirliklerinin artması adına katkı sağlamayacağını tahmin ediyorum. Dünyanın, işbirliklerini artırmak konusunda korona krizinden çok güçlü mesajlar almış olmasına rağmen böyle bir noktaya gelemeyeceğini öngörüyorum. Ancak, ülkeler bazında iktidar değişikliklerinin ilk yapılacak seçimlerde ortaya çıkabileceğini görmekteyim.

Biraz son günlere ait verilere odaklanalım. Veriler, sürekli olarak ortaya koydukları niceliğin dışında nitelik olarak sorgulanmayı ve her zamankinden daha çok analiz edilmeyi gerekli kılıyor. Zira, belirsizlik unsurlarının fazlalığı verilerin altında yatan gelişmelerin açıklanmasını zorlaştırıyor. Bu durum, dünya genelinde bir süre daha böyle devam edecek.

Çin’de sanayi üretimi Mart’ta %14.1 artarken, Nisan’da %9.8 artıyor. Perakende satışlar Mart’ta %34.2 artarken, Nisan’da %17.7 artıyor. Tedarik zincirlerinde yaşanan kopukluklar ve emtia fiyatlarındaki artışlar dengesiz bir toparlanmaya işaret ediyor. Küresel toparlanma süreci Çin’in ihracatına önemli destek verirken içerideki yatırım harcamaları da toparlanma sürecinin baş aktörlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Ancak, tüketim harcamaları ekonomiye henüz arzu edilen desteği veremiyor. Zira, geleceğe yönelik belirsizlikler ve istihdam piyasasındaki istikrarsızlıklar tüketimin istikrarlı olarak toparlamasındaki önemli engeller olarak Çin ekonomisinin karşısına çıkmış durumda.

Çin, 2020’nin son çeyreğinde %6.5 büyümüştü. 2020 genelinde ise %2.3’lük bir büyüme gerçekleşmişti. 2020 yılının büyüme oranı, Çin’de son 44 yılın en düşük büyüme oranı idi.

Çin, 2021’in ilk çeyreğinde ise %18.3 büyüdü. 2021’in ikinci çeyreğinde %7, 2021’in tamamında ise %8 civarında büyümesi bekleniyor ki korona öncesinde Çin’in giderek %6 civarında bir büyüme patikasına kalıcı olarak oturuyor olduğu gözlemleniyordu.

Dünyanın pek çok ülkesinde ve bölgesinde olduğu üzere artan üretim maliyetlerinin yarattığı kar marjları düşüşleri Çin’de de önemli boyutta yaşanıyor. Üretim cephesinde yaşanan enflasyonist baskı, ülkede yaşanan kredi genişlemesinin yavaşlamaya başlaması gerektiğini söylüyor. Ancak, geleceğe yönelik belirsizlikler halen para politikasında yaşanacak sıkılaşmaya yönelme eğilimlerinin önünde engel olarak duruyor.

Korona öncesinde, ABD’nin bir çeyrekte yaşadığı en yüksek büyüme oranı 1950 yılan aitti ve %3.9 idi. Bu verinin yıllıklandırılmış karşılığı ise %16.7 idi. ABD, aşılamada Biden döneminde büyük ilerlemeler kaydetti. 2020 yılının ikinci çeyreğinde %9.5 küçüldü. Yıllıklandırılmış olarak anlamı, %32.9’luk küçülme. 2020’nin üçüncü çeyreğinde ise %7 büyüdü. Bunun yıllıklandırılmış karşılığı ise, %30 büyüme. ABD, Biden’ın $2 trilyonluk altyapı projeleri paketi ile ekonomiye yeni bir nefes vermek isteğinde. Biden, projeyi “yüzyılda bir” olarak adlandırıyor ve amacı yeni iş sahaları yaratmak. Bunun için de kurumlar vergisinin %21’den %28’e çıkarılması gündemde.

ABD’deki gelişmeleri demografik yönüyle ele alan Paul Krugman (Opinion | Low Population Growth's Challenge for the Economy - The New York Times (nytimes.com)) Alan Hansen’in 1939 tarihli bir makalesine (Economic Progress and Declining Population Growth on JSTOR) atıfta bulunarak ABD ekonomisine ilişkin gündemde çok yer bulmayan bir bakış açısı getiriyor. Geleceğin planlanması için önemli tespitler söz konusu.

Japonya, 2021’in ilk çeyreğinde %1.3 daraldı. Yıllık bazda %5.1’lik bir küçülme anlamına geliyor. Aşılamada başarı sağlayamayan ülkelerden biri Japonya. Toparlanma sürecini dengesiz yaşayan ülkelerin başında geliyor ve ABD ve Çin’den sonra dünyanın üçüncü büyük ekonomisi. 2020’nin ikinci çeyreğinde %8.2 küçülmüştü. Bu küçülme, 1955’ten itibaren yaşadığı en yüksek oranlı küçülme idi. Korona salgını Japonya’yı fazla etkilememişti ve bu nedenle 2020’nin ikinci yarısında güçlü bir büyüme kaydetti. 2020’nin üçüncü çeyreğinde %5, dördüncü çeyreğinde ise %3 büyüdü. Bu büyüme oranlarının sırasıyla yıllıklandırılmış değerleri %21.4 ve %12.7.

Korona sürecinin en büyük olumsuzluklarını yaşayan kıtanın Güney Amerika olduğunu söylemek mümkün. 2020 yılında dünya ekonomisi %3 küçüldü. Latin Amerika ve Karayipler %7 ile dünyanın en yüksek oranlı küçülen kıtası oldu. Dünyanın açlık haritasında Brezilya’nın 2020’de açlıkla ilgili bir sorunu yok gibi gözüküyorsa da ülke nüfusunun %9’unun gıdaya ulaşmakla ilgili sorunları var (Brazilians are increasingly going hungry | The Economist). Yani, gıda güvenliği ile ilgili sorunlar söz konusu. Ülkede manşet enflasyon %5.2 ama gıda fiyatları artış oranı %15. 2020’de Peru %11 küçüldü. Latin Amerika ve Karayipler’in insan insana temas gerektiren sektörlerinin bölgedeki ağırlığı %43. Gelişmekte olan ülkelerin ortalaması ise %30. Bu veri, ekonomilerin neden dünyanın diğer bölgelerinden daha yüksek oranda küçüldüğünü anlatıyor. Bölge ülkeleri, yukarıda dile getirilen yanlış mali destek programlarının sonuçlarını yaşıyor.

AB, €750 milyarlık bir destek paketi ile Mundell’in optimum para alanının varlığı için koşul olarak ortaya koyduğu bir merkezi bütçenin varlığı noktasına Euro Bölgesi özelinde en çok yaklaştığı noktaya geldi. 2008 krizinden sonra da ABD ekonomisi Avrupa ekonomilerine göre çok daha kısa sürede toparlamıştı. Benzer durum koronada da yaşandı. Krizlerin özellikle Euro Bölgesi için mesajı net: mali birlik başta olmak üzere Euro ile ilgili yapısal sorunları çözün!

Yukarıdaki tespitleri başka bakış açılarıyla zenginleştirmek gerekiyor. En fazla öne çıkanları kişisel tecrübe ve gözlemlerime dayanarak değerlendirmeye çalıştım. Ancak, verilerin ortaya koyduğu tarihi nitelikli iniş ve çıkışlar analizlerin niteliksel yönünde tespitlerin yapılabilmesini son derece güçleştiriyor. Verileri belli bir düzen dahilinde özellikle sıralamadım. Normal olmayan gelişmeleri farklı başlıklar altında göstermeyi özellikle tercih ettim.

Önümüzdeki dönem, gelişmiş ülkelere daha hızlı istikrar, gelişmekte olanlara ise daha fazla sabır mesajı veriyor. Bazı verilerin arkasındaki nedenleri anlamamız ise belli ki zamana yayılacak.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Berlin 1978

Çocukluk yaşlarındaydım ama herşeyi hatırlıyorum. Brandenburg’un önünde, bomboş bir Unter Den Linden Caddesi. Her yer bembeyaz. Berlin karla kaplı. Dondurucu bir soğuk var. Evdeki konuşmaları hatırlıyorum. İtalya’ya mı gitsek? Evet ama İtalya’ya her zaman gidilir. 1968’de, öğrenci iken BASF’te staj yaparken Mannheim’dan Berlin’e gittiğini ve çok enteresan şeyler gördüğünü anlatıyor babam. Ya duvar bir gün yıkılırsa? Bir daha görme şansı bulamayacağımız şeyleri görelim; tarihe tanıklık edelim. “Boşverin şimdi İtalya’yı, Demokratik Almanya adında bir ülke de, bugün orada olan duvar da kalmayacak bir gün” diyor babam bizi Berlin’e götürmek için ısrarlı olurken. İtalya yerinde duruyor nasılsa. Karar veriliyor ve bir kaplumbağa Volkswagen ile Regensburg’tan Berlin’e yola çıkıyoruz. Babam, gördüğümüz herşeyi anlatmaya meraklı ve istekli olduğu için, biz de dinliyoruz kendisini. Yaşıma göre konuların ağır gelip gelmeyeceğini düşünmeden anlatıyor. Gördüklerim ve dinlediklerimden etkileniyo