Ana içeriğe atla

Küreselleşmenin Durma Noktasına Giden Süreç: 1. Dünya Savaşı

İktisadi teoriler, ortaya atıldıkları ve geliştirildikleri dönemlerin sosyal, siyasal, kültürel ve ekonomik koşulları ele alınmadan değerlendirmeye tabi tutulamaz. Teorilerin, içinde doğdukları ve geliştikleri koşulları yeteri kadar anlamamak teorilerle ilgili fikirlerin yanlış bir noktaya ulaşmasıyla sonuçlanır.

İktisatta, bir teorinin içinde doğduğu koşulları ya da herhangi bir dönemde meydana gelen iktisadi gelişmeleri açıklamasına pozitif iktisat, olması gerekeni açıklamasına ise normatif iktisat denir. Normatif bir yaklaşımda, iktisadi olayların arasındaki neden ve sonuç ilişkileri belirli bir ideolojinin bakış açıları çerçevesinde bir ya da çok sayıda koşula bağlıdır. ABD'li iktisatçı Frank Knight, "nedir" ve "ne olması gerekir" sorularına farklı cevaplar bulabilmenin imkansız olduğunu düşünür. Knight, risk ve belirsizlik kavramları üzerinde çalışmalar yapmış ve bu çalışmaların etkisiyle pozitif/normatif iktisat ayrımının imkansız olduğu sonucuna ulaşmıştır. Fakat, kendisinin liberal politikaların ateşli bir savunucusu olduğunu ve söz konusu ayrımı liberal politikalar çerçevesinde reddettiğini unutmamak gerekiyor.

1. Dünya Savaşı'na kadar giden yaklaşık 45-50 yıllık bir süreçte iktisat bilimsel anlamda önemli ilerlemeler kaydetmişti. 1870'lerden itibaren üretilen teoriler, o günlerin ortamı içinde ortaya çıkıyordu. İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya iktisadın ve özellikle kapitalizmin gelişiminin açıklanmasında önemli rol oynayan ülkeler olmuşlardı. Ancak, 19. y.y. biterken ve 20. y.y. başlarken ABD'den gelen akademik katkı ivme kazanıyordu. ABD'nin içinde bulunduğu koşullar, özellikle rekabet ve işletmelerin kontrolü üzerine iktisat yazınını geliştiriyor ve Veblen ile yeni bir alt çalışma kolunun temelleri atılıyordu: kurumsal iktisat.

İktisat, bilimsel anlamda önemli gelişmeler kaydediyor ve giderek daha sofistike bir çehreye bürünüyordu. Yazı dizisinin önceki yazılarında aktarılan koşullar 19. y.y.'nin son çeyreğinde giderek küreselleşen bir ekonomik düzene işaret ediyordu. Ancak, ekonomik gelişmelerden toplumların her kesimi aynı oranda faydalanamıyordu. ABD'de, tekelleşme eğilimleri artmıştı ve o günlerin koşulları altında eserlerini veren çok sayıda iktisatçı sosyal reform önerileri sunmaktaydı.

19. y.y.'nin son çeyreğindeki küreselleşme hareketi önce 1873 krizinden etkilendi. Ardından, son derece önemli siyasal gelişmelerle beraber 1. Dünya Savaşı'na uzanan yolun taşları döşendi.

1. Dünya Savaşı'nın neden çıktığına dair çok sayıda tez bulunmaktadır. Fakat, tüm sebeplerin kökeninde ekonomik avantaj yaratma isteği bulunmaktadır. 1. Dünya Savaşı'nın nedenlerini iyi anlayabilmek ve kapitalizmin küreselleşme sürecinin nasıl ve hangi nedenlerle durduğunu iyi okuyabilmek için savaşın çıktığı 1914 yılından 40-50 yıl kadar geriye gitmek gerekir.

19. y.y.'de, Avrupa'da gelişen ve liderliğini İngiltere'nin yaptığı kapitalizm sömürgeler üzerinden sağlanan düşük maliyetli hammadde ve diğer girdilerden yararlanmaktaydı. Kapitalizmin gelişme sürecinin diğer bir önemli aktörü olan Fransa da ucuz kaynaklara ulaşmanın bir yolu olarak sömürgelerden faydalanmayı seçmişti. Fransa, yazı dizisinin önceki yazılarında anlatıldığı üzere, iktisadın bilimsel anlamda gelişimine önemli isimlerle katkı sunmuştu.
Almanya, derin bilimsel ve kültürel birikimine rağmen birleşik bir ülke konumunda değildi. Germanik köklerden gelen küçük devletlerin varlığı söz konusuydu ve hepsi Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun kontrolü altındaydılar. Bismarck, Prusya'nın başbakanı iken, Alman İmparatorluğu'nun şansölyeliğine giden bir yolu planlandı. Önce, Alman olma özelliğine sahip küçük devletleri Avusturya-Macaristan İmparatorluğu'nun güdümünden 1866'da kurtardı. Yedi hafta süren kısa bir savaş ile bu devletlerin bağımsızlığı elde edildi.

Bismarck, öteden beri Prusya'nın düşmanı konumundaki Fransa'ya savaş açmanın bir yolunu aradı. 1870 yılında, Fransa'ya ait Alsace-Lorraine bölgesini işgal etti. Neredeyse eş anlı olarak, Prusya'nın kralı Keiser Wilhelm I'in akrabası olan Hohenzoller prensini İspanya'da tahta oturtmaya çalıştı. Böylece, Fransa'yı hem kuzeyden, hem de güneyden sıkıştırarak iki cepheli bir savaşa zorladı. 1870-71 arasında süren Fransa-Prusya Savaşı Prusya'nın zaferiyle sonuçlandı. Alsace-Lorraine yeni kurulan Alman İmparatorluğu'na geçti. Almanya, birliğini oluşturdu ve Avrupa'nın ortasında yükselen bir güç konumuna geldi.

Derin tarihi ve kültürel köklere sahip olan Avrupa'nın "Alman" unsurları benzer derinlikte tarihi ve kültürel köklere sahip olan İngiltere, Fransa ve Avusturya gibi birleşik ve güçlü bir devlet kuramamışlardı. Bismarck, bu güçlü devletin temellerini atıyor ve Almanya'yı büyük bir güç haline getirmeye çalışıyordu. Dünya, 19. y.y.'nin sonunda eskiye göre birbiriyle çok daha fazla etkileşimde olan, ticaret yapan ülkelerden oluşmaktaydı. 1873 krizi, ilk büyük küresel kriz olma özelliğiyle kapitalizmin gelişimine yön veren tüm baş aktörleri etkilemişti. Krizin kaynağı da aslında bu baş aktörlerdi.


Almanya'nın birleşik bir güç olarak ortaya çıkması, sömürge yaratmak konusunda İngiltere ve Fransa'ya rakip olmak yönünde politikalar izlemesi ve askeri gücünü sürekli olarak artırması uluslararası ilişkilerde cepheleşmelerin önünü açtı. Avusturya-Macaristan, Almanya, İtalya, Osmanlı İmparatorluğu aynı cephede yer alırken, Fransa, İngiltere, Rusya, Japonya 1. Dünya Savaşı'na diğer cepheyi oluşturarak girdi. ABD, 1917 yılına kadar tarafsız konumda yer aldı. Ülkeler arası anlaşmalarla saflar savaşın çok öncesinde oluşmaya başlamıştı. Fransa, Almanya'nın Alsace-Lorraine bölgesinin alınmasını kabullenememişti ve Almanya'ya karşı rövanşist bir dış politika uygulama amacındaydı. Bu politika, 1. Dünya Savaşı'na giden yolda önemli unsurlardan biriydi.

İngiltere, kıta Avrupa'sı ile ilişkilerinde kendini ayrı bir noktada konumlandırıyordu. 19. y.y.'nin son çeyreğinde uyguladığı politika izolasyonistti ve bu politikayı "mükemmel izolasyon (splendid isolation)" olarak adlandırıyordu.

1. Dünya Savaşı'nın patlaması, yukarıda açıklanan ekonomik temelli nedenlerle güçlenen emperyalist eğilimler, askeri anlamda güçlenmelerin getirdiği yeni dengeler, artan milliyetçilik duyguları ve ülkeler arasındaki kutuplaşmalar ve cepheleşmeler ile söz konusu oldu.

Dünya, 20. y.y.'nin özellikle son 20 yılını neoliberal politikaların devreye sokulmasıyla küreselleşmenin etkisi altında geçirdi. Yaşanan olayların ve süreçlerin 19. y.y.'nin son çeyreği ile farklılıkları olsa da, ortaya çıkan sonuçların bazı nitelikleri benzerlikler göstermektedir. İngiltere'nin 19. y.y.'nin sonlarındaki izolasyonist politikaları ile 23 Haziran 2016 tarihli İngiltere referandumunun sonucunda İngiltere'nin Avrupa Birliği'nden ayrılması yönünde oy çıkması da pek tesadüf olarak değerlendirilemez.

Yazının başlarında değindiğim üzere, kapitalizmin gelişme sürecinde ortaya çıkan sosyal sorunlar bazı iktisatçıları sosyal reformlar önermeye yönlendirmişti. ABD'de John R. Commons History of Labor in the United States (1918-1935), The Legal Foundations of Capitalism (1924) ve Institutional Economics (1934) adlı eserleriyle içinde yaşadığı koşullara bilimsel yaklaşımlar sunuyordu. John Bates Clark gibi Heidelberg'te Karl Knies'in öğrencisi olmuştu ve Alman tarihsel okulunun etkisi altındaydı.

ABD, J. B. Clark, Fisher, Veblen ve Commons ile yükseliyor ve iktisat biliminin gelişiminde giderek ağırlığını hissettirmeye başlıyordu.

J. B. Clark'ın oğlu John Maurice Clark (1884-1963) kurumsal iktisada yöneliyordu. ABD'de Wesley Clair Mitchell (1874-1948) National Bureau of Economic Research (NBER) adlı kuruluşun 1920'de kurulmasında önemli rol oynuyordu. İktisadi analiz, giderek daha sofistike bir noktaya doğru ilerliyordu.

Frank Knight, Risk, Uncertainty and Profit (1921) adlı eseriyle dikkat çekiyordu. Liberal politikaları savunuyordu ve Viner ile Şikago Üniversitesi'nde çalışmalar yapıyordu. James Laurence Laughlin'in kurduğu Şikago Okulu'na katılıyordu. Liberal politikaların savunulması noktasında Şikago, ilerleyen yıllarda da önemli bir akademik çalışma yeri olarak kalmaya devam edecektir.

J. M. Clark, Studies in the Economics of Overhead Costs (1923) adlı eseriyle rekabet koşulları üzerinde duruyordu. The Social Control of Business (1926) ile antitröst yasalarından istihdam yasalarına, asgari ücretten gıda standartlarına ve şehir planlamacılığına kadar çok sayıda sosyal içerikli konulara değindi.

Edward Chamberlin (1899-1967), The Theory of Monopolistic Competition (1933) ile piyasa yapısı ve rekabet üzerinde duruyordu.

Dikkat edilecek olursa, gelişen kapitalizm, iktisatçıları fayda ve marjinal fayda analizlerinden sonra rekabet, işletmelerin kontrolü, piyasa yapısı ve kurumsal yapılar üzerinde yoğunlaştırmıştır. 1873 krizi, 19. y.y.'nin son çeyreğinde ortaya çıkan gelişmeler ve 1. Dünya Savaşı'na uzanan süreçten sonra 1929 İktisadi Buhranı'nı hazırlayan koşullar da gelişmiştir.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Berlin 1978

Çocukluk yaşlarındaydım ama herşeyi hatırlıyorum. Brandenburg’un önünde, bomboş bir Unter Den Linden Caddesi. Her yer bembeyaz. Berlin karla kaplı. Dondurucu bir soğuk var. Evdeki konuşmaları hatırlıyorum. İtalya’ya mı gitsek? Evet ama İtalya’ya her zaman gidilir. 1968’de, öğrenci iken BASF’te staj yaparken Mannheim’dan Berlin’e gittiğini ve çok enteresan şeyler gördüğünü anlatıyor babam. Ya duvar bir gün yıkılırsa? Bir daha görme şansı bulamayacağımız şeyleri görelim; tarihe tanıklık edelim. “Boşverin şimdi İtalya’yı, Demokratik Almanya adında bir ülke de, bugün orada olan duvar da kalmayacak bir gün” diyor babam bizi Berlin’e götürmek için ısrarlı olurken. İtalya yerinde duruyor nasılsa. Karar veriliyor ve bir kaplumbağa Volkswagen ile Regensburg’tan Berlin’e yola çıkıyoruz. Babam, gördüğümüz herşeyi anlatmaya meraklı ve istekli olduğu için, biz de dinliyoruz kendisini. Yaşıma göre konuların ağır gelip gelmeyeceğini düşünmeden anlatıyor. Gördüklerim ve dinlediklerimden etkileniyo