Ana içeriğe atla

Türkiye Anomalisi: Enflasyon Yükselirken Piyasa Faizleri Neden Düşüyor?

TÜİK tarafından açıklanan Ocak 2021 TÜFE verisi yıllık %14.97, ÜFE ise %26.16 oldu. TÜFE Eylül 2020, ÜFE ise Mayıs 2020’den bu yana düzenli olarak yükselişte.

TCMB’nin 19 Kasım 2020 tarihli PPK toplantısına kadar hatalı para politikası uygulamalarına bir kez daha yer vermek niyetinde değilim. Konuyla ilgili yazılar, bu blog sitesinde yer almaktadır.

19 Kasım 2020 sonrasında, Aralık ve Ocak aylarının PPK toplantıları gerçekleşti. Ardından, enflasyon raporunun sunumu yapıldı. TCMB, hükümete 2020 enflasyon hedefinin neden tutturulamadığına dair bir mektup yazdı. 19 Kasım 2020 sonrasındaki süreç, para politikasında doğru noktaya ulaşmak konusunda önemli ölçüde olumlu adımlar atıldığını gösterdi. Bazı noktalarla ilgili eleştiriler yapılabilse de, para politikasının ana yapısı, eski döneme göre çok daha sarih ve sağlıklı bir yapıya kavuştu. Ancak, söz konusu olumlu gelişmelerin sürdürülebilirliği ve istikrarı konusunda önemli soru işaretleri bulunuyor. Bu soruları, kişisel blog sitesinde Uğur Gürses çok net olarak soruyor (Enflasyona “şahin bakış” sürebilecek mi? – Ekonomi Alla Turca / Uğur Gürses (ugurses.net)) ki katılmamak elde değil.

Şubat başı itibarıyla piyasa faizlerinin ulaştığı noktayı 2020’den 2021’e devreden gelişmeler çerçevesinde irdelemek zorundayız. Bu noktada, aktif rasyosu ile ilgili 2020 uygulamalarını mercek altına yatırmak durumundayız. Bu konunun detaylarına da yeniden girmeyeceğim. Bu konuda da bu blog sitesinde yazılmış yazılar mevcut.

Aktif rasyosu, BDDK tarafından bankalara uygulatıldı. Bankalar, kaynaklarını kanuni zorunluluk gereği olarak rasyonun mecbur kıldığı oran çerçevesinde kredilere yönlendirdiler. Rasyo, bankaları düşük getirili ya da negatif getirili kredileri piyasaya salmaya mecbur bıraktı. Rasyo, salınan kredilerin vadesine de müdahale ettiği için, bankaları 2021 yılının önemli bir bölümünde etkiliyor olacak.

Para politikasında bir sıkılaşma söz konusu ve TCMB, yükselen enflasyon karşısında sıkı duruşunu uzun bir müddet sürdürmek zorunda olacağını dile getiriyor. Hatta, gerekirse daha sıkı bir para politikası uygulanabileceğini yeni başkan Naci Ağbal ifade ediyor. Yeni başkan, enflasyonda katılık olduğunu ve faiz indirimlerini konuşmanın bugün için erken olduğunu da dile getirdi.

TCMB, sıkı duruştan söz ediyorken ve faiz indirimlerini konuşmak için henüz erken diyorken ve enflasyon da yükseliyorken son günlerde faiz oranları neden düşmeye başladı?

Türkiye, iktisat teorisinin, yani bilimin ortaya koyduğu kuralların doğru olup olmadığını test etmeye çalışırcasına politikalar geliştiriyor. Bu blog sitesinde, zaman zaman ekonomi tarihine de yer veriyorum ve ekonomi kurallarının metodolojik olarak fizik, biyoloji, evrim gibi doğa bilimlerinin mantığı ile paralellikler gösterdiğini aktarmaya çalışıyorum. Nitekim, aktif rasyosu ile suni olarak baskılanan kredi fiyatları para politikasında bir süredir doğru uygulamalar başlamasına rağmen etkisini sürdürüyor. Etkinin nasıl ortaya çıkmakta olduğunu irdeleyelim.

Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor ki, yıl sonlarında bankalar bilançolarının daha güçlü gözükmesi için belli bir kaynak maliyetine katlanarak mevduat toplama yarışına girerler. Bu nedenle, yıl sonlarında yükselen mevduat ve kredi faizleri yeni yılın başlarında bir miktar gevşeyebilir. Bu, rutin bir durumdur. Nitekim, 2021’in başında da böyle bir gelişme oldu. Ancak, son günlerde faiz oranlarındaki düşüş ivme kazandı.

Yukarıda dile getirildiği üzere, aktif rasyosunun uygulandığı dönemde bankalar çok düşük getirili ya da negatif getirili krediler verdiler. Bankalar, bu kredileri bilançolarında bir süre daha taşıyacaklar. Aktif rasyosunun etkilerinin zayıflatıldığı ve uygulamanın 2020 sonunda kaldırılacağı ilan edildikten sonra ve para politikası sıkılaşınca, yüksek maliyetli kaynak toplamaya başladılar. Öncelikle hedef, kar marjlarını korumak suretiyle kredi döngüsünü devam ettirmekti. Çünkü, aktif rasyosunun bilançolarına verdiği hasarı telafi etmek istiyorlardı. Ayrıca, 2020’de bankalar tarafından aktif rasyosu nedeniyle zorunlu olarak verilen kredilerin zayıflayan ekonomik aktivite ortamında sorunlu hale dönüşme olasılığı var. Bu olasılık, 2021 ve sonrası için en önemli gündem başlıklarından birini oluşturuyor. Bu, sürekli olarak analiz edilmesi gereken bir nokta. Piyasa tabiriyle, “yüzdürülmekte” olan krediler var. Bu nedenle, bankaların karlılık açısından kendilerine bir yastık niteliğinde destek sağlamaları gerekiyor.

Yeni yılla beraber, korona salgınına ilişkin kısıtlamaların ve oranı düşen kredi genişlemesinin ve artmış olan faizlerin etkisiyle ekonomik aktivitede bir zayıflık söz konusu. Bankaların kredi operasyonları önemli ölçüde zayıfladı. Para politikası da parasal istikrar sağlamak için bunu amaçlıyor. Ancak, söz konusu kuruluşların faaliyetlerini devam ettirmeleri, yani kredi vermeleri gerekiyor.

Bankaların müşterileri cephesinden konuya bakacak olursak, bir başka durum daha söz konusu. Yine aktif rasyosunun etkileriyle, bankaların müşterileri konumundaki hane halkı ve firmalar ihtiyaçları olmayan kredileri kullandılar. Firma bilançolarında, bu kredilerin kullanımından dolayı hem banka kredileri, hem de banka hesapları şişmiş durumda. Diğer bir ifadeyle, kredi ihtiyaçları söz konusu değil. Bu nedenle kredi talebi yok. Bu da aktif rasyosunun piyasa normali dışında bugüne yansıması olarak karşımıza çıkıyor.

Bankalar, kredi talebi düşünce mevcut faiz oranlarıyla kredi talebi yaratamadıklarını ve daha da önemlisi aktif rasyosunun yarattığı bilanço baskısını gideremediklerini gördüler. Son günlerin mevduat ve kredi fiyatları düşüşü öncesinde kredi faizleri yukarıda tutulurken, mevduat faizlerini yıl sonu etkisini atlatarak zaten bir miktar düşürmüşlerdi. Ancak, kredi talebi tatmin edici bir noktaya ulaşamayınca, kredi talebini canlandırmak amacıyla kredi fiyatı rekabetine girmeye başladılar. Yani, bilanço büyütmek, diğer bir ifadeyle iş hacmini artırmak suretiyle kar elde etme (kar oranını artırmak değil) çabasına giriştiler. Diğer yandan, kar oranını da korumak amacıyla mevduat oranlarını bir miktar daha gevşettiler.

Gelinen noktada yapılması gereken tespitler ve sorulması gereken sorular var.

Aktif rasyosu gibi piyasa kuralları dışına çıkan uygulamaların ne gibi sonuçları olabildiğini Türkiye yaşıyor. Parasal istikrarı sağlamak amacıyla TCMB faiz artırırken ve enflasyon hala yükselmekteyken ekonomi teorisini alt üst ediyor gibi gözüken bir durum ortaya çıkmış oluyor. Bu ortamda, faizler düşüyor. Oysa, tam anlamıyla ekonomi kuralları çalışıyor. Gerçekleşen, aktif rasyosunun bir sonucu olarak halen para politikasının etkin çalışmasının engellenmekte olduğudur. Aktif rasyosu, para politikasını çalışamaz hale getiren bir uygulama idi.

Ekonomik aktivitenin ekonomi kaynaklı olmayan nedenlerle böylesine düştüğü bir ortamda kredi oranlarını düşürmek suretiyle kredi talebi yaratılabilir mi?

Dolarizasyonun geldiği bu seviyede, düşen TL cinsinden faizlerle TL’nin reel getirisi nasıl cazip olabilecektir? Bu şartlar altında, yabancı paralar cinsinden mevduatlarda çözülme beklenebilir mi? Durum, TCMB’yi ek sıkılaşmaya gitmek zorunda bırakır mı? Bu durumda, yukarıda atıfta bulunulan Uğur Gürses’in sorularına ne gibi yanıtlar verilmesi gerekir?

Aktif rasyosunu icad edenler, ekonominin böyle bir açmaza girebileceğini acaba düşünmüşler miydi?

Konuyla ilgili diğer yazılar:

Kur Atakları, Enflasyon ve Faiz (arda-tunca.blogspot.com)

Türkiye'den Aktif Rasyosu Geçti (arda-tunca.blogspot.com)

Güvensizlik Sorununun Gölgesinde Enflasyonist Beklentiler (arda-tunca.blogspot.com)

Enflasyon-Faiz İlişkisi Çerçevesinde 2021’in Faiz Tahminleri (arda-tunca.blogspot.com)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Berlin 1978

Çocukluk yaşlarındaydım ama herşeyi hatırlıyorum. Brandenburg’un önünde, bomboş bir Unter Den Linden Caddesi. Her yer bembeyaz. Berlin karla kaplı. Dondurucu bir soğuk var. Evdeki konuşmaları hatırlıyorum. İtalya’ya mı gitsek? Evet ama İtalya’ya her zaman gidilir. 1968’de, öğrenci iken BASF’te staj yaparken Mannheim’dan Berlin’e gittiğini ve çok enteresan şeyler gördüğünü anlatıyor babam. Ya duvar bir gün yıkılırsa? Bir daha görme şansı bulamayacağımız şeyleri görelim; tarihe tanıklık edelim. “Boşverin şimdi İtalya’yı, Demokratik Almanya adında bir ülke de, bugün orada olan duvar da kalmayacak bir gün” diyor babam bizi Berlin’e götürmek için ısrarlı olurken. İtalya yerinde duruyor nasılsa. Karar veriliyor ve bir kaplumbağa Volkswagen ile Regensburg’tan Berlin’e yola çıkıyoruz. Babam, gördüğümüz herşeyi anlatmaya meraklı ve istekli olduğu için, biz de dinliyoruz kendisini. Yaşıma göre konuların ağır gelip gelmeyeceğini düşünmeden anlatıyor. Gördüklerim ve dinlediklerimden etkileniyo