Evrendeki her şey müzikle anlatılabilir. Günün saatleri,
kocaman kayalara hırçın deniz dalgalarının vuruşu, dünyanın mevsimleri, insanın
içindeki coşku, hüzün, aşk, bir balığın suda çırpına çırpına yüzüşü. Her şey
müzikle anlatılabilir. Keman bir duyguyu vurgularken, obua, o duyguların hangi
ortamda geliştiğini açıklamaya çalışabilir ve aynı anda piyano ile bir
sokaktaki insanların adımlarından gelen sesler vurgulanabilir. Müzik
aletlerinden çıkan seslerle olaylar, duygular birbirine karışıp bir bütünü
sahnede anlatabilir. Notaların içinde, çok sayıda yoldan yapılan coşkulu bir
ruh gezintisidir müzik.
Şükran duygusunu anlatmış Fazıl Say. 23 Nisan 1920’de Meclis’i
açan iradeye ve insanlarına şükranını anlatmış piyanosunda. Suya Yazılan’dan
öğrendim Şükran Türküsü’nü. Kaçırmışız eşim Sibel ile bu ziyafeti. Oysa, o
coşkulu yolculuğu keşfederken bazen karşımıza Max Bruch, bazen Lalo, bazen
Sarasante, bazen Theodorakis, bazen Barcelona Gypsy Balkan Orhcestra çıkıyordu
şu salgın günlerinde.
23 Nisan’ın 100. yıldönümünde Şükran Türküsü. Notaların
arasından İstiklal Marşı çıkıyor. Yakaladın mı bak diyorum Sibel’e. Kaçırıyor
arada ama yakalıyor bir ara ve tekrar ediyor defalarca İstiklal Marşı’nın
Şükran Türkü’süne dokunup uçuveren melodisi.
Bestelerin nasıl ortaya çıktığını, hikayesini, neden bestelendiğini,
nereden ilham aldığını bilmek gerek. Müziği hissetmek, olayları ve duyguları
yakalamak için önce bilmek ve anlamak gerek. Sadece müzik değil, bir romanın da
anlamı havada kalabilir hikayesi bilinmeyince. Bir şiir, bambaşka bir anlam
kazanabilir hangi tarihte ve nerede yazıldığı öğrenilince.
Suya Yazılan’da yazanlarla birleşti Şükran Türkü’sünün
anlattıkları. Kendi mesleğimden örneklerle yakınlıklar buldum kitapta
anlatılanlarda: bir türlü kabuğunu kıramamak ve takılıp, tıkanıp kalmak bir
yerlere.
Ahmet Adnan Saygun, Necil Kazım Akses, Hasan Ferit Alnar,
Cemal Reşit Rey, Ulvi Cemal Erkin isimlerini kaç kişi bilir bugün? Kaç kişi bir
kanun konçertosundan haberdardır? Bela Bartok’un Anadolu’yu dolaşıp köylerde
ses kayıtları yaptığını ve Anadolu’dan çıkan seslerden esinlenip kendi
eserlerine serpiştirdiğini kimler bilir? Acıdır ki, büyük bir tesadüf eseri San
Francisco’da keşfetmiştim bu kayıtları ben de. Bela Bartok’un Anadolu’da
dolaşıp köylerde kayda aldığı kadın ve erkek seslerine San Francisco’da sahip
olmak. Pek bir garip!
İçine kapanık olan ve zamanla daha da kapanmış bir yerdir
Türkiye. Önyargı diyor Fazıl Say. O önyargıyı kişisel olarak kırmayı hep
başarabildiysek de uluslararası alanda hep o ülkenin altımızda bıraktığı
boşluğu hissettik yaşamımızda. Birbirimizi ittik, kaktık çünkü. Kendisine karşı
dürüst olmayı bilmeyen toplumlar, dışarı açılamıyorlar. Başarılar bireysel
kalıyor, ülke geneline yayılmıyor. Yayılma şansını tarihi tesadüflerle bulduğu
anda da kısa ömürlü oluyor. Başarı gelenekselleşemiyor. Müzik böyle, spor
böyle, ekonomi böyle, siyaset böyle, bilim böyle. Almanya bile karanlık
geçmişiyle yüzleşiyor, barışıyor. Başarabiliyor bunu zor da olsa.
Notaların akışında şükranı hissederken düşünerek kaderi de
hissettiren bir eser çıkmış ortaya. Bir tarafta şükran, diğer tarafta devamı
gelememiş bir toplumsal hikaye.
Camille Thomas’ın Voice of Hope albümündeki Never Give Up
da Fazıl Say’dan hediye. Bir gün, bizden sonrakilerin bu kaderi kırabilmesi
dileğiyle.
Yorumlar
Yorum Gönder