Ana içeriğe atla

Minsky: Finansal İstikrarsızlık Hipotezi

1970’li yıllar ve sonrasında, Eugene Fama ve Robert Lucas’ın başını çektiği etkin piyasalar hipotezi (efficient market hypothesis) hem akademik olarak ilgi görmekte, hem de hipotezin doğruluğu genel kabul görmekteydi. Ancak, finansal istikrarsızlık hipotezi (financial instability hypothesis) üzerinde 1950’lerden itibaren çalışmaya başlamış Hyman P. Minsky, etkin piyasalar hipotezine karşı çıkmaktaydı.

Minsky’ye göre etkin piyasalar hipotezi, para ve finans kavramlarını hipotezin yeteri kadar odağına koymuyordu. Modern kapitalist bir ekonominin karmaşık yapısı içinde paranın ve finansın etkin piyasalar hipotezinde düşünülenden daha büyük bir önemi bulunmaktaydı. Pek çok iktisadi okulda yansız olarak ele alınan para, Minsky’nin finansal istikrarsızlık hipotezinde yansız değildir.

Minsky, matematik eğitimi almış bir akademisyendir. Ancak, çalışmalarını ekonomi alanında yapmıştır. 1929’da ortaya çıkan Büyük Depresyon döneminde yaşamış ve J.M. Keynes’ten etkilenmiştir. Her ne kadar, aldığı eğitim matematik de olsa, ekonominin yoğun olarak matematiksel yaklaşımlarla geliştirildiği dönemlerde ekonomiyi yoğun matematiksel formüllerle çalışmamıştır.

Minsky, finansal istikrarsızlık hipotezini yatırım kavramı ile açıklamaktadır. Bugün yapılan bir yatırımın karı, bir işletmenin faaliyetleri boyunca gelecekte ortaya çıkacaktır. Bugün yapılan yatırımın iki kaynağı olabilir: bir firmanın kendi nakdi kaynağı ya da borç ile sağlanan nakdi değer. Bu iki kaynağın arasındaki dengenin hangi noktada optimalite sağlayabileceği önemli tartışma konularındandır.

Minsky, bir yatırım için sağlanan finansal olanakları üç farklı sınıflandırma altında analiz etmiştir.

Bir şirketin yatırımının kendi kaynakları ile finanse edilmesi (hedge financing): Bu yöntem, bir firmanın borçlarını kendi faaliyetleri ile gelecekte elde edeceği nakit akışından sağladığı kaynakla ödemesidir. Minsky, bu yöntemi en güvenli finansman yöntemi olarak görmektedir. Zira, borcun geri ödenmesi, gelecekte elde edilecek karlara dayanmaktadır. Bu yöntem ile sağlanan finansman, bir firmanın borçluluk düzeyini düşük tutacaktır.

Spekülatif finansman (speculative financing): Bir firmanın bugün sağladığı finansal kaynağı geri öderken, faiz ödemeleri için faaliyetlerinden elde edeceği gelecekteki nakit akışını kullanmasıdır. Ancak, anapara geri ödemesi için finansal kaynağın yeniden kullanımı gerekmektedir. Bu yöntem ile finansman sağlanması, yukarıda dile getirilen birinci yönteme göre daha risklidir. Sağlanan finansmanın anapara geri ödemesinin gerçekleştirilebilmesi için makroekonomik koşulların olumlu bir konjonktür içinde olması gerekmektedir. Bir ekonominin resesyon ya da depresyon koşullarında olması, anaparanın yeniden kullanılmasını mümkün kılmayabilecektir.

Ponzi finansmanı (Ponzi financing): Bir firmanın bugün sağladığı finansal kaynağı geri öderken, ne faiz, ne de anapara için faaliyetlerinden elde edeceği gelecekteki nakit akışını kullanmadığı durumdur. Finansal kaynağın temin edilmesinin dayanağı olan varlığın borcun vadesine kadar hem faiz, hem de anapara ödemesini gerçekleştirecek bir değerde olabileceği varsayımına dayalı olarak hayata geçirilmiş bir finansman söz konusudur. Ancak, söz konusu varlığın borcun vadesinde hem faiz, hem de anapara ödemesini gerçekleştiremeyecek bir değere sahip olması riski mevcuttur. Makroekonomik konjonktür varlığın değerini belirleyecek temel unsurdur.

Yukarıda anlatılan finansman koşulları, en düşük riskliden en yüksek riskli olana göre sıralanarak Minsky tarafından ortaya konmuştur. Borcu veren ve alan taraflardan bir tanesinin borcun koşulu olan yükümlülüğünü yerine getirememesi finansal sistem için bir risktir. Borcun taraflarından bir tanesinin yükümlülüğünü yerine getirememesi nedeniyle finansal açıdan zarar gören bir tarafın diğer yükümlülüklerini yerine getirememesi piyasa koşullarında arka arkaya gerçekleşirse, ortaya sistemik bir riskin çıkması olasıdır.

Sistemik risklerin ortaya çıkması ve finansal yapının daha fazla risk taşıyamayacak hale gelmesi ile varlık fiyatları düşmeye başlayacaktır. Borca konu olmuş her varlık, bir firmanın gelecekteki nakit akışları üzerinde finansal kaynağı sağlayan taraf açısından bir hak talebini ifade etmektedir. Bir varlığın değeri, gelecekteki nakit akışının gerçekleşmesi ile doğru orantılıdır. Borçların ödenmesi ile ilgili risklerin piyasa koşullarında yaygınlaşması sistemik olarak varlık fiyatlarının peş peşe düşmesine yol açacaktır. Bu süreci Irving Fisher, borç deflasyonu (debt deflation) olarak adlandırmıştır. 1929 yılında ortaya çıkan Büyük Depresyon koşullarının ağırlaşması, borç deflasyonu koşulları altında gerçekleşmiştir.

Ekonomilerde, ağırlıklı olarak Minsky’nin yukarıda dile getirildiği üzere tanımladığı birinci yöntem ile yatırımların finanse edilmiş olması makroekonomik denge açsından risk azaltıcı bir unsurdur. Diğer iki yöntemin kullanımıyla ve özellikle Ponzi finansmanı yoluyla yatırımların finanse edilmesi ekonomileri yüksek sistemik risklere maruz bırakacaktır. Parasal sıkılaşma ya da dışsal şokların etkisiyle varlık fiyatlarının düşmesi, özellikle finansal koşulları olumsuz olan firmaların varlıklarını satmaya başladıkları bir süreci başlatacaktır. Böyle bir gelişme, varlık fiyatlarında yeni bir düşüş sürecini beraberinde getirecek ve olumsuz bir sarmal oluşturacaktır.

Bu yazı, beş yazılık bir dizinin son yazısı olmuştur. Dizi halinde yazı yazmanın sebebi, özellikle 2008 krizine yol açan ve küresel ekonomiyi bugünün ortamına sürükleyen sürecin tarihsel gelişimini kısaca anlatmak olmuştur. Sürecin çok daha detaylı ve akademik nitelikli analizleri bulunmaktadır. Dizi boyunca kullanılan dipnotlar, çok daha detaylı çalışmaların bazılarını kapsamaktadır. Ancak, 1970’lerden itibaren başlayan sürecin felsefesini yansıtan temel makaleler dizi boyunca özellikle kullanılmıştır.

Süreç, özellikle gelişmekte olan ülkeler açısından yüksek bağımlılık ile sonuçlanmış ve aynı zamanda, dünya genelinde gelir eşitsizliğini büyük bir soruna dönüştürmüştür. Gelir eşitsizliğinin yarattığı ekonomik hasarlar, iktisat literatüründe sıklıkla analiz edilen bir başlığa dönüşmüştür.

Dizinin diğer yazıları:

Finansal Baskılama (Financial Repression) (arda-tunca.blogspot.com)

Finansal Serbestleşme: McKinnon-Shaw Yaklaşımı (arda-tunca.blogspot.com)

Finansal Serbestleşme ve Gelişmekte Olan Ülkeler (arda-tunca.blogspot.com)

Finansal Serbestleşme Tezine Teorik İtirazlar (arda-tunca.blogspot.com)

 

Kaynaklar:

Minsky, H.P.: ‘Discussion’, American Economic Review, 53 (2), 401–12, 1963.

Minsky, H.P.: ‘Financial markets and economic instability, 1965–1980’, Nebraska Journal of Economics and Business, 20 (4), 5–16, 1981.

Minsky, H.P.: Stabilizing an Unstable Economy, New Heaven: Yale University Press, 1986.

Minsky, H.P.: ‘Securitization’, Levy Economics Institute, Policy Note no. 2008/2, 2008.

Mishkin, Frederic S.: Understanding Financial Crises: A Developing Country Perspective, in Michael Bruno and Boris Pleskovic, eds., Annual World Bank conference on development economics. Washington DC: World Bank, 1996, pp. 29–62.

Kaminsky, Graciela L., Leiderman, Leonardo: High Real Interest Rates in the Aftermath of Disinflation: Is It a Lack of Credibility?, Journal of Development Economics, February 1998, 55 (1), pp. 191–214.

Kindelberger, Charles: Manias, Panics, and Crashes, New York: Basic Books, 1978.

Whalen, C.J.: Understanding the credit crunch as a Minsky moment, Challenge, 51 (1), 91–109, 2008.

Wray, L. Randall, Tymoigne, Éric: Macroeconomics Meets Hyman P. Minsky:  The Financial Theory of Investment, The Levy Economics Institute and University of Missouri–Kansas City, Working Paper No.  543, 2008.

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Berlin 1978

Çocukluk yaşlarındaydım ama herşeyi hatırlıyorum. Brandenburg’un önünde, bomboş bir Unter Den Linden Caddesi. Her yer bembeyaz. Berlin karla kaplı. Dondurucu bir soğuk var. Evdeki konuşmaları hatırlıyorum. İtalya’ya mı gitsek? Evet ama İtalya’ya her zaman gidilir. 1968’de, öğrenci iken BASF’te staj yaparken Mannheim’dan Berlin’e gittiğini ve çok enteresan şeyler gördüğünü anlatıyor babam. Ya duvar bir gün yıkılırsa? Bir daha görme şansı bulamayacağımız şeyleri görelim; tarihe tanıklık edelim. “Boşverin şimdi İtalya’yı, Demokratik Almanya adında bir ülke de, bugün orada olan duvar da kalmayacak bir gün” diyor babam bizi Berlin’e götürmek için ısrarlı olurken. İtalya yerinde duruyor nasılsa. Karar veriliyor ve bir kaplumbağa Volkswagen ile Regensburg’tan Berlin’e yola çıkıyoruz. Babam, gördüğümüz herşeyi anlatmaya meraklı ve istekli olduğu için, biz de dinliyoruz kendisini. Yaşıma göre konuların ağır gelip gelmeyeceğini düşünmeden anlatıyor. Gördüklerim ve dinlediklerimden etkileniyo