Ana içeriğe atla

Elveda Assos

"Anne" diyorum, "yine geldik topraklarımıza". Ucu sivri tepeli ada gözüktü yine kilometrelerce uzaktan. Annem arabamızın camlarını açıyor çam kokularını ciğerlerimize dolduralım diye. Buram buram kekik kokularıyla, çam kokularıyla doluveriyor arabanın içi bir anda esen rüzgarla. Kıvrıla kıvrıla iniyoruz dik yokuşlu bozuk yollardan. Gözlerinden süzülen yaşları silmeye çalışıyor annem, babam. Evimize iniyoruz yine.

Aşağıda, kıyıda herkes bizi bekliyor. Koyun çıngıraklarının bizi her zaman büyüleyen sesiyle yol alıyoruz. Radyomuzda Yunan havaları, yemeden burnumuza gelen balık kokuları, daha şişeden çıkmadan kokan rakı... Elimi henüz sürmediğim ahtapotun derisi parmaklarımın ucunda. Bir şenlik, bir coşkudur gidiyor arabanın içinde.

Koskoca tepeler, makiler ve her noktası gözümüze ilişen herşey. Her taşın kenarında, her ağacın altında ve denizin yüzeyindeki her kayanın üzerinde bir hikayemiz var. Binlerce yıllık medeniyetlerin hikayelerine karışmış kendi hikayelerimiz var birbirinden heyecanlı, birbirinden coşkulu.

Arşipel, dünyanın tüm güzellikleri, Tanrı'nın bize bahşettiği bu doğa, Ege'nin zeytinli ekmek kokusu sanki sadece bize ait. Yalvarıyorum anneme, babama bunları kimselere anlatmasınlar da sadece biz çıkaralım tadını diye. Tahmin ediyorum çünkü oralara doluşacak insanların neler yapabileceklerine benim taşıma, ağacıma, zeytinime, denizin dibinde seyrettiğim amforalara ve içlerinden kafasını çıkarıp beni izleyen balıklara ve daha aklıma şimdi gelmeyen nice şeye. Beni ben yapanlara yani.

Sonra, sabahları uyandığımda sıcaklığını yeni yeni hissettirmeye başlayan güneşin masmavi denize vuran ışıltıları. Van Gogh'un sarısı gibi sarıyla, Matisse'in mavisi gibi maviyle bize kendini sunan muhteşem tepelerin ve denizin beni kucaklayışı ve sabahın dingin havasında hızla yol aldıktan sonra motorunu kapatarak kıyıya süzüle süzüle yanaşmakta olan sandaldan gülerek bize bakan ve balık ağlarını toplamaktan dönen annemin uzaktan el sallayışları. Öğleden sonraları çıkan imbatla üzeri pul pul olan denize yayıla yayıla varan kekik kokularının yüzerken beni mest edişi. Hepsi birer fotoğraf karesi gözümün önünden gitmeyen.

Kızarmış kalamarlar tabak tabak önümüzde. Balığa çıkarken sipariş alıyoruz, ne istendiyse onu tutup dönüyoruz kıyıya. Sandaldan, elimizdeki balıkların pullarının parıltısıyla gözünü kamaştırıyoruz kıyıda dört gözle bizi bekleyenlerin. Kollarım, sırtım, omuzlarım tuzdan harita gibi olmuş. Tatlı su süresim yok ama vücuduma.

Akşam, Ege sofrasında sohbetler, hikayeler, şarkılar. O zamanları beraber geçirdiğimiz ama bugün olmayanlar sofralarda... Hepiniz anılarıma ve benden sonraya emanetsiniz şimdi.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Berlin 1978

Çocukluk yaşlarındaydım ama herşeyi hatırlıyorum. Brandenburg’un önünde, bomboş bir Unter Den Linden Caddesi. Her yer bembeyaz. Berlin karla kaplı. Dondurucu bir soğuk var. Evdeki konuşmaları hatırlıyorum. İtalya’ya mı gitsek? Evet ama İtalya’ya her zaman gidilir. 1968’de, öğrenci iken BASF’te staj yaparken Mannheim’dan Berlin’e gittiğini ve çok enteresan şeyler gördüğünü anlatıyor babam. Ya duvar bir gün yıkılırsa? Bir daha görme şansı bulamayacağımız şeyleri görelim; tarihe tanıklık edelim. “Boşverin şimdi İtalya’yı, Demokratik Almanya adında bir ülke de, bugün orada olan duvar da kalmayacak bir gün” diyor babam bizi Berlin’e götürmek için ısrarlı olurken. İtalya yerinde duruyor nasılsa. Karar veriliyor ve bir kaplumbağa Volkswagen ile Regensburg’tan Berlin’e yola çıkıyoruz. Babam, gördüğümüz herşeyi anlatmaya meraklı ve istekli olduğu için, biz de dinliyoruz kendisini. Yaşıma göre konuların ağır gelip gelmeyeceğini düşünmeden anlatıyor. Gördüklerim ve dinlediklerimden etkileniyo