Ana içeriğe atla

Finansal Serbestleşme: McKinnon-Shaw Yaklaşımı

1970’li yılların sonlarında gelişmekte olan ülkelerde ortaya çıkan borç krizi bu ülkelerde önemli ölçüde bir kaynak sorununun ortaya çıkmasına neden olmuştur. 1973 yılında, Ronald McKinnon ve Edward Shaw tarafından geliştirilen finansal serbestleşme (financial liberalization) yaklaşımı, temel olarak reel faizlerde meydana gelecek artış yoluyla ekonomik büyümenin sağlanmasına yöneliktir.

McKinnon-Shaw yaklaşımına göre, gelişmekte olan ülkelerde finansal baskılama (financial repression) yöntemlerinin, yani faiz oranını serbest piyasa unsurları dışında belirleyen tüm politikaların terk edilmesi gerekmektedir. Finansal serbestleşme ile para ve kredi piyasasında ortadan kaldırılacak hükümet müdahaleleri pozitif reel faizin oluşması ile sonuçlanacaktır. Hükümet müdahaleleri ile belirlenen faiz oranları ve kredi tahsisleri ekonominin kaynak dağılımını olumsuz yönde etkilemekte ve verimsizleştirmektedir.

Finansal baskılama yöntemlerinin tespiti sonrasında finansal serbestleşmenin ekonomik büyümeye sağlayacağı katkıları araştıran Ronald McKinnon ve Edward Shaw, iktisat literatürüne McKinnon-Shaw yaklaşımı olarak geçen tezi ortaya koydular.

Finansal baskılama yöntemleri, McKinnon-Shaw yaklaşımının geliştirildiği 1973 yılı öncesinde hem gelişmiş, hem de gelişmekte olan ülkelerde uygulama bulmuştu. Ancak, 1970’lerden itibaren özellikle gelişmiş ekonomilerin finansal baskılama yöntemlerini gelişmekte olan ülkelere göre daha kısa bir sürede bırakmış olmaları ve finansal serbestleşme sürecine öncülük etmiş olmaları, özellikle gelişmekte olan ülkelerin finansal baskılama yöntemlerinin sorgulanmasını ve bu alanda çok sayıda akademik çalışmanın yayınlanmasına neden oldu.

McKinnon-Shaw yaklaşımı, finansal serbestleşmeyi öncelikle yurt içi piyasada ele almaktadır. Buna göre, finansal baskılamanın ortadan kaldırılarak finansal serbestleşmeye geçmek ve finansal derinleşmenin (financial deepening) sağlanması için aşağıdaki yöntemlerin uygulanması gerekmektedir.

 

1.    Faiz oranlarının fon arz ve talebi koşullarında belirlenmesi

2.    Faizler üzerindeki yüksek karşılık oranlarının, vergilerin ve fonların düşürülmesi

3.    Finansal araçların çeşitlendirilmesi

Piyasa koşullarında belirlenen faiz oranı, reel faizi arttıracak ve serbestçe belirlenen faiz oranı sayesinde tasarruflar artacaktır (McKinnon, 1973). Reel faiz artışı, tasarruf ve tüketim arasındaki dengeleri tasarruf lehinde değiştirecektir. Yükselen reel faizlerle gelişen finansal aracılık ve kaynakların etkin tahsisi yoluyla tasarruf ve yatırım dengesi kurulacaktır.

Finansal baskılamanın mevcut olduğu koşullarda tasarruflar, tasarruf yapanın kendi yatırımlarına yönelecektir (Shaw, 1973). Reel faiz getirisinin düşük ya da negatif olması durumunda tasarruflar başta stok olmak üzere fiziki sermaye yatırımına yönelecektir. Tasarrufların yöneleceği reel faiz alternatifinin olmaması, ekonomide gereğinden fazla fiziki sermaye yatırımının oluşmasına neden olacaktır. Fiziki sermayeye gereğinden fazla yatırım yapılması, söz konusu fiziki sermayeyi taşımanın yarattığı maliyetler nedeniyle negatif getiri elde edilmesine neden olacaktır. Fiziki sermayenin negatif getirisinin ortadan kalkması için stokta tutulan fiziki sermayenin fiyatında artış olması gereklidir.

Finansal baskılamadan finansal serbestleşmeye geçiş, tasarrufların negatif reel getirili fiziki sermaye yatırımından finansal sektörün aracılık ettiği pozitif getirili varlıklara yönelmesine sebep olacaktır.

Faizin serbestçe belirlendiği piyasa koşullarında öncelikle finansal aracılık hizmetleri çeşitlenecektir. Zira, finansal hizmetlerin kar elde edebilecek bir piyasa unsuru haline gelmesi ancak reel faizin pozitif olmasıyla mümkündür. Reel faizin pozitif olması sayesinde ortaya çıkacak sonuçlar şunlardır:

 

1.    Tasarrufların artması ve tüketimin azalması

2.    Sermaye birikiminin artması

3.    Etkin kaynak dağılımının sağlanması

Hükümet müdahalelerinden arınmış piyasa koşullarında oluşacak pozitif reel faizin ilk etkisi tasarrufların özendirilmesi olacaktır. Faiz oranlarının hükümet tarafından belirlenmediği ya da herhangi bir faiz tavanı uygulamasının olmadığı bir ortamda reel getiri sağlayabilen bir faiz oranı ile tasarruf uyarılacaktır.

Tasarrufun uyarılması bir sonraki aşamada yatırımların da uyarılması anlamına gelecektir. Faiz oranının piyasa koşullarında belirlenebilmesi ve kredi tahsisinin piyasa koşullarındaki kredi mekanizmaları çerçevesinde gerçekleşiyor olması nedeniyle finansal baskılamanın (financial repression) bir sonucu olan verimsiz kaynak tahsisi ortadan kalkacaktır.

Finansal baskılama, kredi piyasasında ikili bir yapının oluşmasına yol açmaktadır. Krediler, hükümet tarafından belirlenen ve firmalara sunulan fonlama imkanları (subsidized funding) ile bu olanaklardan yararlanabilen ve yararlanamayan firmalar ayrımını beraberinde getirmektedir.

Hükümet tarafından sübvanse edilen fonlama imkanlarına sahip olan firmaların göreceli olarak sermaye yoğun teknolojilere yönelmesi ve bundan faydalanamayan firmaların ise yüksek getirili ve dolayısıyla yüksek riskli kısa vadeli projelere yönlendikleri ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, kredi sübvansiyonundan faydalanamayan firmalar için kredi tayınlaması (credit rationing) durumu ortaya çıkmaktadır.

Faiz oranlarının finansal baskılama yoluyla hükümet tarafından kontrol edilmesi, finansal sistemde gereği olmayan yatırımların gerçekleşmesiyle kaynak israfı da yaratacaktır. Kaynak israfına sebep olan yatırımlar, gereksiz şubeleşme ve ofis yatırımı olarak ortaya çıkmaktadır.

Finansal liberalleşmenin bir sonucu olarak reel faiz oranının pozitif olması, finansal aracılık hizmetlerinde artan sayıda ürünlerin ortaya çıkmasıyla ürün çeşitliliğinin oluşmasına neden olacaktır. Çeşitlilik, tasarrufların daha uzun vadelerin söz konusu olduğu finansal enstrümanlarda değerlendirilmesine yol açacaktır.

McKinnon-Shaw yaklaşımının önemle üzerinde durduğu bir diğer nokta, finansal liberalizasyon sayesinde gayrıresmi finansal piyasaların yok olacağıdır.

Özetlenecek olursa, McKinnon-Shaw yaklaşımına göre finansal serbestleşme ile yatırım verimliliği artacaktır. Yatırım verimliliğini sağlayan ve detayları yukarıda anlatılan unsurlar şunlardır (Bela Balassa, 1989):


1.    Tasarrufların negatif reel faiz ortamı nedeniyle yine reel getirisi negatif olan fiziki sermayeden uzaklaşması

2.    Kredilendirme süreçlerindeki tercihlerin (credit rationing) merkezi otorite ya da hükümet tarafından değil, faiz oranları üzerinden belirleniyor olması

3.    Aşırı ölçüde sermaye yatırımlardan uzaklaşılması

4.    Finansal sistemde kaynak israfı yaratan gereksiz yatırımların önlenmesi

5.    Tasarrufların pozitif reel faiz nedeniyle değerlendirildiği varlıkların vadelerinin uzaması

6.    Gayrıresmi kredi piyasasının öneminin azalması

Finansal serbestleşme yaklaşımının yurt içi ekonomide yukarıda anlatılan yaklaşımlarının uluslararası ekonomide de yansımaları söz konusudur. Dışa açık bir ekonomide finansal serbestleşme, bir ülkedeki yerleşiklerin yurt dışında varlık edinmesi ve borçlanabilmesi ve yurtdışındaki yerleşiklerin de o ülkede varlık edinebilmesi ve borçlanabilmesi anlamına gelmektedir.

Finansal serbestleşme yaklaşımı, uluslararası sermaye hareketlerinin serbest olduğu bir ekonomide pozitif reel getiri sağlayan faiz oranları nedeniyle yabancı sermayenin o ülkeye giriş yapacağı ilgili ülkenin yatırımlar için ihtiyaç duyduğu tasarrufları sağlayabileceği düşüncesine dayanmaktadır. Pozitif reel getiri sağlamaya başlayan bir ekonomiye yabancı sermaye girişi, o ekonominin reel faiz oranının ortalama uluslararası reel faiz seviyesine ulaştığı denge noktasına kadar devam edecektir.

Faiz oranlarında ortaya çıkan artışın gelişmekte olan ülkelerde yurt içi tasarrufları ve büyümeyi teşvik edeceği, finansal serbestleşme yaklaşımının temel tezlerinden biridir. Reel getirinin oluşması nedeniyle tasarrufları teşvik edildiği ve tasarruf yetersizliği bulunan ekonomilerde de tasarruf açığının ortadan kaldırıldığı bir denge oluşmaktadır. Finansal piyasaların serbest bırakıldığı, diğer bir ifadeyle finansal baskılamanın ortada kaldırıldığı ekonomilerde finansal aracılık hizmetlerinin gelişmesi ve finansal ürünlerin zenginleşmesi ile ortaya çıkacak finansal derinleşme, kaynakların etkin dağılımını sağlayarak yarımlar ve dolayısıyla büyüme üzerinde olumlu etkiler yapacaktır.

Ekonomi literatüründe yurt içi finansal serbestleşme ağırlıklı olarak reel faiz oranının seviyesi üzerinden tartışılmaktayken, uluslararası finansal serbestleşme ağırlıklı olarak sermaye hareketlerinin serbestleşmesinin etkilediği çok sayıda farklı değişken üzerinden tartışılmaktadır (Bela Balassa, 1989).

Kaynaklar:

Balassa, Bela: Financial Liberalization in Developing Countries, Development Economics The World Bank September 1989.

Balassa, Bela: "The Effects of Interest Rates on Savings in Developing Countries" Washington, D.C., World Bank, August 1988, mimeo.

Cho, Yoon Je: The Effect of Financial Liberalization on the Efficiency of Credit Allocation: Some Evidence from Korea, Journal of Development Economics, July 1988, pp. 101-10.

Eschenbach, Felix: Finance And Growth: A Survey Of The Theoretical And Empirical Literature, Tinbergen Institute Discussion Paper TI 2004 – 039/2.

Fama, E.F.: Efficient capital markets: A review of theory and empirical work, Journal of Finance, 25 (2), 383–417, 1970.

McKinnon, R.I.: Money and capital in economic development. Washington DC: Brookings Institution, 1973.

McKinnon, R.I.: The Order of Economic Liberalisation: Financial Control in the Transition to a Market Economy, Johns Hopkins University Press, 1993.

Shaw, Edward S.: Financial Deepening in Economic Development New York, Oxford University Press, 1973.

Stiglitz, Joseph, Andrew Weiss: Credit Rationing in Markets with Imperfect Information, American Economic Review, June 1981, pp. 393-410.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Marshall Lerner Koşulu ve J Eğrisi

Son aylarda, kurlardaki yükselişin ihracat üzerinde yapacağı olumlu etkiden sıkça söz ediliyor. Türk Lirası’nın yabancı paralar karşısında hızla değer kaybetmesinin Türkiye’nin ihracatına çok olumlu katkı yapacağı dile getiriliyor. Kurlarda görülen yükselişlerin ihracat üzerinde olumlu etkiler yapacağı doğrudur. Ancak, ihracatın sağlayacağı kaynak girişini net olarak görebilmek için ithalat cephesine de bakmak zorundayız. Yani, ihracat artışının bir ülkenin üretim yapısı nedeniyle ithalatı ivmeleyip ivmelemediğini görmek zorundayız. Aksi takdirde, yabancı para cinsinden gelir tarafına bakarken, bu geliri elde etmenin üretim yapısı nedeniyle yol açma olasılığı olan gider tarafına bakmamış oluruz. Her ne kadar ithalat, gelişmiş ülke ekonomilerinde bir kaynak çıkışıysa da, gelişmekte olan ülkelerde büyümenin fonksiyonu olabilmektedir. Diğer bir ifadeyle, gelişmekte olan pek çok ülkenin üretim yapıları nedeniyle ithalat yapmadan büyümeye geçemediği vakalar bulunmaktadır. İhracatın ye