Ana içeriğe atla

George Orwell'in Hayvan Çiftliği

Edebi eserlerin içeriğini doğru anlamak ve yorumlamak için hangi dönemde, hangi koşullarda yazıldıklarını bilmek gerekir. Bazı eserlerin tarihleri hakkında ve o tarihte yaşanan toplumsal gelişmeler hakkında hiçbir fikriniz olmasa bile, içinde yaşadığınız dönemin gelişmeleriyle okuduğunuz edebi eseri anlamlandırabilir, belki de her zaman dilimine ait çıkarsamalarda bulunabilirsiniz. Bazı edebi eserlerin tüm zamanlara hitap edebilme özelliği vardır.

George Orwell'in Hayvan Çiftliği adlı romanının bir Stalin eleştirisi olduğunu, dönemin İngiliz Hükümeti'ne karşı Stalin ile kurulan yakınlık nedeniyle bir tavır takınma olduğunu romanı okumadan önce bilebilirsiniz. Fakat, bazı politik gözlemlerinizle elde ettiğiniz fikirlerle romanı okuyarak ve Stalin dönemi hakkında hiçbir şey bilmeyerek ve Hayvan Çiftliği'nin Stalin dönemi eleştirisi olduğunu bilmeden de romanın vermek istediği mesaja dair çıkarsamalarda bulunabilirsiniz.

Hayvan Çiftliği, hayvanların insan türüne karşı ayaklanması ile başlıyor. Hayvanlar, kendi aralarında bir yönetim düzeni kuruyorlar. Hayvan olmanın esaslarını yedi maddede toparlıyorlar. Bir nevi anayasa yapıyorlar. Bir de ortak özelliklerini anlatan bir şarkıları, yani milli marşları oluyor. Bayrak da yapıyorlar ve çiftliğin sahibi Jones'u öldürdükten sonra bayrağı çiftliğe dikiyorlar. Napoleon adlı domuz, hayvanların lideri, yani başkanı oluyor. "Bütün hayvanlar eşittir" ibaresini taşıyan anayasa maddesi en önemli madde olarak benimseniyor.

Hayvanlar, çiftlikte büyük bir projeye soyunuyor. Bir yel değirmeni yapımı için tüm çiftlik hayvanları seferber oluyor. Daha sonra, Snowball adındaki diğer bir domuz Napoleon tarafından "hain" ilan ediliyor.

Napoleon, zamanla diğer hayvanlarla iletişiminde zayıflıyor. Köpeklerden oluşan çok güçlü bir koruma duvarının içinde dolaşmaya başlıyor. Hiçbir hayvan bu koruma ordusunu aşıp Napoleon'a yaklaşamıyor artık. Napoleon, çiftliğin en korunmaya uygun ve rahat yerinde yaşamaya başlıyor.

Napoleon'un yönetimindeki hayvan çiftliğinde atlar ve koyunlar çok çalışmaktadır. Her hayvan türü için bir emeklilik yaşı ve günlük emeklilik maaşı bağlanmıştır. Maaş, belli miktarlarda mısırdır, arpadır, buğdaydır.

Zaman içinde, domuzların kalkış saati diğer hayvan türlerine göre bir saat ileri alınır. Anayasa değiştirilir, Napoleon'un her zaman haklı olduğunu vurgulayan bir cümle yeni anayasada yer alır. Eski marş kaldırılır, yerine Napoleon'u öven yeni bir marş ilan edilir. Hayvan türlerinin emekli maaşları ödenmez olur. Napoleon'un hayatı giderek daha rahat bir hal almaktadır diğer yandan. Sonunda, "her hayvan eşittir ama bazıları diğerlerinden daha fazla eşittir" sözü ile Napoleon ve kendi türünden olan domuzlar anayasal koruma altına alınır.

Romanın sonunda, tüm hayvan türlerinin Napoleon ve diğer domuzları gizlice izledikleri ve şaşkına döndükleri bir manzara ile büyük hayal kırıklığı yaşadıkları bir gelişme ortaya çıkar. "Dört ayaklılar iyi, çift ayaklılar kötü" olarak ifade ettikleri bir felsefe ile ele geçirilmiştir çiftlik. Oysa domuzlar, çift ayak üzerinde durma antrenmanı yapmaktadırlar gizlice. İnsanların yönettiği bir başka çiftliğin sahibi olan Frederick ile önceden savaş yapılmış olmasına rağmen Napoleon, gayet mükellef bir sofrada Frederick ve adamlarıyla yemek yemektedir. Çiftliğin diğer domuzları da sofradadırlar ve köpekler koruma görevlerini yerine getirmektedirler.

Napoleon, hayvan türlerini insan türünün zulmünden kurtarmaya çalışırken, zulmün lideri olmuştur.

Romanın Türkçe'sinin önsözünde Celal Üster'in imzası var. İyi yazılmış önsözler, romanın anlamını, değerini artırırlar. George Orwell'in 2. Dünya Savaşı sırasında çalıştığı BBC'de, her hafta Hitler'in Kavgam adlı kitabından alıntılar yaparak program yapması karşısında Hitler'e telif hakkı ödenmesi için bir yol bulmaya çalıştığını bu değerli önsözden öğreniyoruz. İngiltere, Almanya ile savaşta olduğu için Hitler ile telif hakkı konusunda doğrudan temasa geçilememektedir. Fakat, Norveç üzerinden kurulan bir bağlantıyla Hitler'e telif hakkı ödemesi gerçekleştirilir.

Romanın kahramanlarından Napoleon Stalin'i temsil ediyor. Ancak, kitabın içeriğine bakıp, Napoleon'un hangi söylemlerle yola koyulup hangi noktaya geldiğini görünce çok sayıda soru oluşuyor akılda. Anayasanın değiştirilmesi ve bir kişinin ve çevresindeki zümrenin çıkarları doğrultusunda yeniden yazılması. Düşman ilan edilen başka bir çiftlikle gizliden gizliye pazarlıklar yapılması. Bir kişinin ve çevresindeki zümrenin gayet rahat koşullarda yaşamasına rağmen, diğer hayvan türlerinin hakları olan emeklilik maaşlarını dahi alamamaları, ekonomik olarak ezilmeleri.

Napoleon'u Stalin kimliğinden çıkarınca, bugünün dünyası için anlamlı sonuçlar çıkmıyor mu?

George Orwell'in 1984 adlı romanı da politik roman türündedir. Aldous Huxley'nin Cesur Yeni Dünya adlı romanı da bir başka bakış açısıyla politik eleştiri yapar. Margaret Atwood'un yorumuyla, Soğuk Savaş döneminde daha çok 1984'e benzeyen bir dünya vardı. 1989'da, Berlin Duvarı'nın yıkılmasıyla daha bir Cesur Yeni Dünya'ya benzemeye başladı küresel politik ortam.

Politik eleştiri denince, H.G. Wells'i es geçemeyiz. Romanları, bilim kurgu türündeydi ama her canlının temsil ettiği bir politik felsefe vardı romanlarda. Wells'in romanları için çekilen filmler sadece aksiyon türünde oldu, kitapların verdiği politik vurguyu izleyiciye aktarmayı başaramadı. Wells, Atatürk'ün okunmadık kitabını bırakmadığı bir yazardı.

Politik roman türünde, okuması keyifli çok fazla örnek var.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Berlin 1978

Çocukluk yaşlarındaydım ama herşeyi hatırlıyorum. Brandenburg’un önünde, bomboş bir Unter Den Linden Caddesi. Her yer bembeyaz. Berlin karla kaplı. Dondurucu bir soğuk var. Evdeki konuşmaları hatırlıyorum. İtalya’ya mı gitsek? Evet ama İtalya’ya her zaman gidilir. 1968’de, öğrenci iken BASF’te staj yaparken Mannheim’dan Berlin’e gittiğini ve çok enteresan şeyler gördüğünü anlatıyor babam. Ya duvar bir gün yıkılırsa? Bir daha görme şansı bulamayacağımız şeyleri görelim; tarihe tanıklık edelim. “Boşverin şimdi İtalya’yı, Demokratik Almanya adında bir ülke de, bugün orada olan duvar da kalmayacak bir gün” diyor babam bizi Berlin’e götürmek için ısrarlı olurken. İtalya yerinde duruyor nasılsa. Karar veriliyor ve bir kaplumbağa Volkswagen ile Regensburg’tan Berlin’e yola çıkıyoruz. Babam, gördüğümüz herşeyi anlatmaya meraklı ve istekli olduğu için, biz de dinliyoruz kendisini. Yaşıma göre konuların ağır gelip gelmeyeceğini düşünmeden anlatıyor. Gördüklerim ve dinlediklerimden etkileniyo