Bir seyahate çıkmadan önce, yanınıza
kitap alacağınızda, kitaplarınızı gittiğiniz yerin atmosferine uygun olarak
seçmeye özen gösterir misiniz? Bir romanın betimlemelerini okurken, yeni bir
kelime öğrendiğinizde, betimlemeleri sindirmek ya da yeni kelimeyi anlamak için
gösterdiğimiz çaba, hep kafamızda bir resim ya da mekan canlandırma ihtiyacı
uyandırmaz mı? Örneğin, bir roman ya da şiir okurken, algınızın varabileceği en
ileri noktaya gidebilme çabasıdır kafanızda bir mekan canlandırma isteği.
Bazen okuduğumuz eserlerin bize
anlatmaya çalıştıkları, okunan metinler içinde giderek belirginleştikçe,
beynimizde oluşmuş resimleri silip, yeni bir resim yaratma ihtiyacı
hissettiğimiz de olur. Bu, eserde anlatılanlarla hayallerimizin
uyumlaştırılması çabasıdır. Algımızın, bize anlatılanları en üst düzeyde
kavramamıza yardımcı olabildiği noktada, artık resmin tamamı canlanmıştır
beynimizde. Algılarımızın bir izdüşümü
olan hayali resim, bir sonraki adımda, duygularımızı resmin içine katmaya
başlar. O anda, hayali görsel mekan, duygular, kokular, renkler okuduğumuz
eserin sembolleri olmaya başlarlar. Bu nedenle, edebiyat eserlerinin bizi hayal
etmeye zorladığı mekanlar önemlidir. Fakat, hepimizin algılama farklılıkları
nedeniyle, hayal ettiği mekanlar, aynı eseri okuyan pekçok kişide sayısız
hayali mekanın oluşmasına sebep olur. Zamanla, okuduğumuz bir edebiyat eserinin
kendine has ama kişiye özel hayali mekanları, renkleri, kokuları, yaşamımızın
bizim için belli bir anlam içeren kesitleri, edebiyat eseriyle aramızda bir anı
oluşturur. Eserle aramızdaki duygusal ilişki, beynimizdeki algılamalarda ve
duyu organlarımızın hafızasında yer eder. Yer ettiği şekilde de, bize belki
keyif, belki hüzün, belki kahkaha atma ya da ağlama duygusu, belki de acı
verir.
Feride Çiçekoğlu’nun, Suyun Öte Yanı adlı romanını Assos’ta okuyup, Midilli
Adası’nı seyrettiğimde, romanın içeriği daha bir anlam kazanmış, duygularım
daha bir derinleşmişti. Yine aynı yerde, Dido Sotiriyu’nun, Benden Selam Söyle
Anadolu’ya adlı romanını okuduğumda da akşamüstü güneşiyle şarap rengine
bürünen Homeros ve Halikarnas Balıkçısı’nın Ege’si ya da Arşipel’i,
algılarımdaki tüm hassaslığıma nüfuz etmişti. Nazım’ın Prag’da yazdığı şiirleri Prag’da okuduğumda,
Emile Zola’nın Germinal’ini bir Fransa gezisinde okuduğumda, eser-mekan
ilişkisinde yakaladığım derinlik çok başka ve keyifliydi.
Betimleme, okuyucunun hayal gücünü ele geçirmenin, okuyucuyu adeta hipnotize etmenin bir yoludur. Ne kadar iyi ve hayal gücümüzü kullanmamıza yardımcı olan bir betimleme varsa okuduğumuz eserde, eserin yarattığı kalıcılık da o kadar uzun süreli ve derin olur. Betimlemenin zenginliği, algılarımızda da zenginlik yaratır. Mekanı detaylandırır. Dolayısıyla, kokular, renkler, sesler, v.s. sanki bizde anlatılan yerdeymişiz duygusunu uyandırır. Kelimelerin gücünü iyi kullanan bir eseri bitirdiğinizde, içine geri döndüğünüz gerçek mekanın hayal kırıklığı yarattığı mutlaka olmuştur bugüne kadar.
Bizim edebiyatımızda betimlemeyi en başarılı yapanlardan biri Yaşar Kemal’dir. Yaşar Kemal’de tekrarın sıklığından ve betimlemelerin uzunluğundan yakınan okuyuculara da çok rastladım ama kelimelerin, anlatımın gücünü etkili bir şekilde hissettirebilen önemli örneklerden biridir Yaşar Kemal. Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana, Karıncanın Su İçtiği, Tanyeri Horozları ve Çıplak Deniz Çıplak Ada’da anlattığı ada, Yaşar Kemal neşriyatının yakın geçmişteki son derece başarılı örnekleridir.
Edebiyat ve mekan: Eserlerin
okuyucuda yarattığı etkilenme de olaylar, karakterler, düğüm, serim ve çözüm dizilimi
kadar önemlidir. Bir esere uygun olarak betimlenmemiş, hayal edilmemiş mekan,
okurken tad kaçırır. Victor Hugo da Jean Valjean’ın, farelerin cirit attığı
lağım çukurlarındaki yürüyüşlerini iyi betimlemeseydi, şu an kulaklarımda,
lağım sularının içinde yürüyen Jean Valjean’ın ayaklarından gelen su sesleri
yankılanıyor olamazdı. Mekanı, anlatımın ve yazarın tecrübelerinin zenginliği
besliyor yani. Okuyucu da mekandaki zenginliği iyi betimleyen eserlerde buluyor
okumanın keyfini.
Yorumlar
Yorum Gönder