Ana içeriğe atla

Kürk Mantolu Madonna

Her insan biraz kendisinden, biraz çevresinden bir şeyler bulabilir Raif Efendi'de. Kendi iç dünyasında sorunlu, çekingen, donuk ama keşfedilmeyi bekleyen duygularla doludur. Renksiz kişiliğini değiştiren güç aşktır. Bir kadının baştan çıkarıcılığı ile içindeki Raif Efendi'yi keşfeder. Bu hiç tanımadığı, o güne kadar hiç bilmediği, yıllarca içinde kalmış o gizli karakter, bildiği karakteri aşkın coşkulu duygularıyla sarsar.

Böylesi bir aşka aç olunması mıdır Kürk Mantolu Madonna'ya bu ilgiyi hala bu kadar zinde tutan? Yoksa, Maria Puder'in sahte olmayan duygulara inanmak istediği tarzdaki aşk mıdır bugünün daha az sahte olmayan ilişkilerden yorgun kadınlarına cazip gelen? Ya da, Maria Puder'in rahat ve vurdum duymaz görünen tavırlarının altındaki gerçeğe güvenme arzusunun kendisini zamanla Raif Efendi'ye nasıl yaklaştıracağını hissetmenin kadınların duygularında yarattığı bir istek mi?

Yaşamın monotonluğundan çıkıp, sürprizli coşkulara kapılmanın acı ve hüzünle karışık hikayesinin merakla yoğurulmuş sürükleyiciliği var Kürk Mantolu Madonna'da. Hayatın aktığı mekanlar, karakterlerin mekânlarla, duygularıyla, düşünceleriyle ilgili anlatım ve tasvirleri bugün için çok bilinmedik hayallerin peşinde koşmayı gerektirmiyor okuyucu için. 17. yüzyıldan bir şövalye, 1.000 yıl öncesinden doğulu bir bilge ya da bugüne ait olmayan yaşamlar ve tarzlar canlandırmaya gerek yok Sabahattin Âlî'nin sarih ve okudukça daha çok okuma isteği uyandıran dilinde.

Bir eser, geçmişe yönelik çok hayal kurdurmuyor diye değil, tam tersine, çok hayal kurdurabiliyor diye de okunur ve geniş kitlelerin ilgisini çekebilir. Ancak, 70 yılı aşkın bir süre önce yazılmış bir romanın bugünün günlük hayatına hitap edebiliyor olmasının da bir ilgi çekiciliği olduğu şüphesizdir.

Anlatımda, merakın uyandırılışının bir keyfi vardır. Merak, sürüklenmektir, takip etmektir, bir an önce sona ulaşma isteğidir, koşmak istemek, sabır göstermektir. Duygularla yoğunlaşan merakın ilgiyi yoğunlaştırdığını insani tecrübelerimizle biliyoruz. Kürk Mantolu Madonna'nın Raif Efendi ile geç gelen, merak uyandıran aşkı ilgiyi doruklara çıkarıyor.

Roman, 1943'te yazılmış. Berlin'de geçiyor büyük bir bölümü. Ankara ve Harran da var içinde. Raif Efendi'nin 2 yıllık Almanya macerası ölümüne kadar damga vuruyor her gününe 10 yıl boyunca.

Almanya'nın ekonomik açıdan adeta perişan halde olduğu bir zaman diliminde geçiyor roman. Bir çekmecenin içine gizlenmiş bir not defteri ile pıtrak gibi açılıveriyor renksiz ve melankolik Raif Efendi'nin içinde gizli kalan ve kendini keşfettiği aşkının hikayesi.

Vazgeçemediğim, sayısı bir kütüphane rafını dolduracak kadar çok sayıya ulaşmış olan küçük not defterlerim. İçlerinde yazan herşeyi hiçkimsenin bilmediği notlarım. Sinirli, neşeli, hovarda, aksi, çok keyifli ya da bambaşka ruh halleri içinde yazılmış duygularım, düşüncelerim,... Kitabın beni en çok düşündüren noktası, beni benden sonra okuyacak aile fertlerimin ne düşüneceği olmuştu.

Kürk Mantolu Madonna'nın 1943'te yazılmış olmasına rağmen, neden hala çok satılan kitaplar arasında yer aldığına dair aklıma gelen soru üzerine aklıma düştü bu yazı. Onca çivisi çıkmış, yoz, seviyesiz olayların ve insanların olduğu bir dünyada Kürk Mantolu Madonna raflarda hep parlıyor.

Yazdıklarım, benim duygu ve düşüncelerimdir. Subjektiftir yani. Her okuyucunun kendi tecrübesi bir başka maceradır her eserle. Edebiyatın gücü, o kişisel maceraların toplumsal algıya dönüşmesinde gizli. Bir eser veriyorsunuz, ölüyorsunuz. İnsanlar, onlarca sene baştacı yapabiliyor sizi. Bu da, edebiyata gücünü veren edebiyatçının gücü.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Berlin 1978

Çocukluk yaşlarındaydım ama herşeyi hatırlıyorum. Brandenburg’un önünde, bomboş bir Unter Den Linden Caddesi. Her yer bembeyaz. Berlin karla kaplı. Dondurucu bir soğuk var. Evdeki konuşmaları hatırlıyorum. İtalya’ya mı gitsek? Evet ama İtalya’ya her zaman gidilir. 1968’de, öğrenci iken BASF’te staj yaparken Mannheim’dan Berlin’e gittiğini ve çok enteresan şeyler gördüğünü anlatıyor babam. Ya duvar bir gün yıkılırsa? Bir daha görme şansı bulamayacağımız şeyleri görelim; tarihe tanıklık edelim. “Boşverin şimdi İtalya’yı, Demokratik Almanya adında bir ülke de, bugün orada olan duvar da kalmayacak bir gün” diyor babam bizi Berlin’e götürmek için ısrarlı olurken. İtalya yerinde duruyor nasılsa. Karar veriliyor ve bir kaplumbağa Volkswagen ile Regensburg’tan Berlin’e yola çıkıyoruz. Babam, gördüğümüz herşeyi anlatmaya meraklı ve istekli olduğu için, biz de dinliyoruz kendisini. Yaşıma göre konuların ağır gelip gelmeyeceğini düşünmeden anlatıyor. Gördüklerim ve dinlediklerimden etkileniyo