1970'li
yıllarda dünya enflasyon ve işsizliği ilk kez bir arada gördü. Durgunluk ve
enflasyon bir arada yaşandı ve stagflasyon kavramı literatürde tanımlandı.
Dönemin Fed başkanı Paul Volcker'in enflasyona karşı önlem almak amacıyla faiz
oranını yükseltmesiyle ekonomi tarihinin meşhur Latin Amerika krizi başladı.
Ancak, başka bir sonuç da ortaya çıktı: Dolar aşırı ölçüde değerlendi.
1980-1985
arasında Dolar, Japon Yeni, Alman Markı, Fransız Frangı ve İngiliz Sterlini
karşısında yaklaşık olarak %50 oranında değer kazandı. Söz konusu ülkeler, o
dönemin en büyük beş ekonomisini oluşturmaktaydı.
ABD'nin
cari açığının milli gelire oranı %3.5 civarında idi. Ayrıca, 1980'lerin
başından beri resesyon sorunuyla baş etmeye çalışıyordu. Volcker'ın faiz kararı
ile enflasyona karşı önlem alınmaya çalışılmıştı ama Amerikan üreticisi, hizmet
sektörü ve çiftçisi aşırı değerli Dolar nedeniyle uluslararası ticarette
rekabetçi olamıyordu.
Yukarıda
adı geçen para birimlerine sahip ülkeler New York'ta, Plaza Otel'de bir araya
geldiler ve tarihe Plaza Antlaşması olarak geçen antlaşmaya imza attılar. Buna
göre, söz konusu ülkelerin merkez bankaları 1985-1987 arasında uluslararası
piyasalara toplam $10 milyarlık Dolar enjeksiyonu gerçekleştirdiler. Aynı
dönemde Dolar'ın Yen karşısındaki değeri %51 oranında düştü.
ABD
için önemli olan bu antlaşmayla Amerikan ekonomisi uluslararası alanda rekabet
gücü kazandı ama Japonya piyasasında başarı elde edemedi. Zira Japonya,
ithalatla ilgili gümrük tarifeleriyle iç piyasasına mal girişlerini zorlu bir
hale getirmişti. Dolayısıyla Dolar, Japon Yeni karşısında önemli ölçüde değer
kaybına uğramış olmasına rağmen Amerikan malları Japon piyasasına giremedi ve
ABD ekonomisinin uluslararası rekabet gücü kazanması konusunda yardımcı olmadı.
Japon
Yeni'nin uluslararası piyasalarda güçlenmesinin bu defa Japonya için olumsuz
etkileri söz konusu olmaya başladı. Güçlü Yen, Japonya ekonomisi üzerinde
resesyonist etkiler yapmaya başladı. Japonya, ihracata bağımlı bir ekonomik
yapıdaydı ama güçlenen para birimi nedeniyle yeteri kadar ihracat yapamayacak
durumda idi.
Dolar
ve Yen dengesinde yukarıda anlatılan gelişmeler hem ABD-Japonya arasında
sürekli olarak ödemeler dengesi üzerinden tartışmaların oluşmasına, hem de
Japonya'nın değerlenen Yen'i zayıflatmak amacıyla genişleyici para
politikalarına yönelmesine neden oldu. Japonya'nın genişleyici para
politikaları uygulamaları bu defa bir varlık balonunun oluşmasına neden oldu ve
tarihe "kayıp on yıl" olarak geçen Japon resesyonu başladı. Japonya
için bugün konuşulan çok sayıdaki ekonomi başlığının temelinde kayıp olarak
geçirilen 1990'lar yatıyor.
Plaza
Antlaşmasıyla, Dolar'daki değer kaybı belirli bir denge noktasının ötesine
geçince başka dengesizlikler ortaya çıkmaya başladı. Bu kez, Dolar'ın aşırı
değer kaybını durdurmak ve uluslararası döviz piyasasına istikrar kazandırmak
amacıyla Fransa, Batı Almanya, Japonya, Kanada, ABD ve İngiltere arasında
Louvre Antlaşması imzalandı.
Antlaşmaya
göre Fransa bütçe açığının milli gelirine oranını %1'e düşürdü ama özel
şirketlere ve hane halklarına vergi indirimleriyle sıkılaştırıcı maliye
politikasının ekonomiyi yavaşlatacak etkilerini bertaraf etmeye çalıştı.
Japonya, dış ticaret fazlasını azaltmak ve faiz oranlarını düşürmeyi taahhüt
etti. İngiltere, kamu harcamalarını düşürdü ve bazı vergileri düşürdü. Batı
Almanya da kamu harcamalarını düşürdü ve özel şirketlere ve hane halklarına
bazı vergi indirimleri getirdi. ABD ise, 1988 yılının bütçe açığının milli
gelire oranını 1987'deki %3.9 oranından %2.3 oranına çekmeyi taahhüt etti.
Ayrıca, kamu harcamalarını %1 oranında azaltmayı ve faiz oranlarını düşük
tutmayı öngördü.
Louvre
Antlaşması sonrasında Dolar'ın değer kaybı bir süre daha devam etti. Alman
Markı karşısında kur 1.57'ye, Japon Yeni karşısında ise 121'e kadar düştü.
Ancak, değer kaybının sonlanmasıyla başlayan 18 aylık bir değerlenme süreci
sonunda Dolar'ın Mark karşısındaki değeri 2.04'e, Yen karşısında ise 160'a
geldi. Ancak, Dolar'daki düşüşün son bulmasıyla beraber Fed faiz oranını
%6.50'den %9.75 seviyesine çıkardı.
Bugünün küresel ekonomisi yaklaşık 1980’lerinkinden çok farklı. 1980’ler,
uluslararası politikada yakınlaşmaların hızlandığı ve gerilimlerin düştüğü bir
dönemdi. Bugün, tam tersi bir süreci yaşanıyor. Bugün, o günlere göre çok daha
karmaşık ve değişken sayısının çok daha fazla olduğu bir piyasa ortamı söz
konusu. Bu nedenle, küresel ekonomide alınan kararların çok daha geniş bir
katılımla alınması gerekiyor. Aksi takdirde, kararların etkileri sınırlı
kalıyor. Kutuplaşmaların arttığı bir uluslararası politik ortamda ekonomi için
ortak karar almak da zorlaşmış durumda.
Ortak kararların alınmasının zor olduğu bugünün ortamında Plaza ve Louvre'un
yerini bugün bambaşka dinamikler almış durumda.
Yorumlar
Yorum Gönder