Ana içeriğe atla

Uygarlığın Çelişki Dolu Yolları

İktisat bilimiyle ilgilenen pek çok insan ister istemez 1750'lerde başlayan sanayi devrimiyle ve 1789'da patlak veren Fransız İhtilali ile ilgilenmek durumundadır. Çünkü, Adam Smith ile başlayan iktisat bilimi nasıl ki 14. ve 15. yüzyıllarda başlayan Rönesans hareketlerinin üretim biçimlerini ve sosyolojik yapıyı değiştirmesi sonucu ortaya çıkmışsa, daha sonraki yüzyılların iktisatçıları da bu iki kritik olayın etkilerini yaşayarak ürünlerini vermişlerdir.

Bu, iddiasız ve tarihin insanın tüylerini ürpertecek kadar heyecan verici derinliğine göre çok dar kapsamlı kalan derlemeye bazı örnek olaylarla başlamak daha ilginç olacaktır sanırım. 1492 kitabının yazarı Jacques Attali'den alıntı yapacak olursak, 1436 yılında Avrupa'nın 150,000 nüfusu aşan üç kenti olarak İstanbul, Napoli ve Roma bulunmakta, aileler çocuklarına eğitim vermenin önemini yeni yeni anlamaya başlamakta, Portekiz her yıl Afrika topraklarından 10.000 dolayında köleyi kendi topraklarına getirmektedir. Ayrıca Yahudiler, Katolik krallar tarafından İber Yarımadası topraklarından göçe zorlanmaktadır. Ortaçağın bu kapkaranlık ve leş kokan havası, 1435'te matbaanın bulunması, optikte ilerlemeler kaydedilmesi, ilk kan naklinin gerçekleştirilmesi, logaritmik fonksiyonların ve cebirin ticarete yardım etmesi amacıyla İtalya'da matematik biliminin ilerlemesiyle, mimarinin günümüze kadar gelen şaheserler yaratmasıyla biraz olsun temizlenmektedir.

Bu hava temizliği daha uzun yıllar Avrupa'yı etkisi altında tutan fırtınalı yıllarla zaman zaman tüm dünyaya rahatsızlık verecek boyutlara da ulaşacaktır. Çünkü Avrupa, batı kavramını yaratırken doğu kökenli Hıristiyanlığı bile Avrupa'lı yapmaya çalışmakta ve bunun bedelini de Müslümanlar, Yahudiler ve Afrikalı köleler ödemektedir. Matbaadan buhar makinesine, buhar makinesinden atoma ve atomdan günümüz iletişim teknolojilerine uzanan medeniyet yolu sancılı geçmektedir. Adına pek çok iktisadi teorilerin üretildiği, sömürgeciliğin üzerine kurulan ve adına katliamlar yapılan önemli bir kavram çıkardı ortaya batı dünyası: Gelişme.

Aynı dönemlerde doğu, Osmanlı'nın yayılmacı politikasıyla batı için büyük bir tehlikeydi. Ancak, bu tehlike sayesinde Bartolomeo Diaz Ümit Burnu'nu döndü. Yarı Yahudi ve Cenova'lı dokumacı ve denizci Cristobal Colombus Karaipler'e giderek yeni bir kıtayı keşfetti. Derken, Amerigo Vespucci bu yeni dünyaya adını verdi. Magalhaes (Macellan) ise dünyanın çevresini dolaştı. Bütün bunlar olurken çeşitli düşünürler de boş durmadılar Avrupa'da. Sir Josiah Child, sömürünün iktisadi analizini yaptı ve yeni dünyayı sömürmenin Hindistan'ı sömürmekten daha avantajlı olduğu sonucuna ulaştı.

Avrupa, İstanbul'un fethiyle başlayan Yeni Çağ'ı matematikçilerle, kaşiflerle, tüccarlarla, sanatçılarla ve diplomatlarla karşıladı. Yani, yeni yorum getirdiği ve kendi ürettiğini düşündüğü eski kavramlarla. Ama bunları yaratanları da unutmayarak ya kıtadan kovdu ya da işine yarayanları sömürdü. Sonradan kendi yarattığı düşünürlere kendini savundurdu. Max Weber, Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu'nu yazarak herşeyin doğuda başladığını kabul etti ama, yine herşeyin en yüksek medeniyet düzeyine ve ussal biçime Avrupa'da ulaştığını iddia etti. Belki çarpık taraflarıydı bunlar Avrupa'nın ama demokrasiyi Toplum Antlaşması ile teoriye oturttu J.J. Rousseau. İnsan Zekasının İlerlemeleri Üzerine Tarihi Bir Tablo Taslağı'nı ise Condorcet kaleme aldı. Fermat da sayılar teorisiyle uğraştı 1600'lerde. Retorik, tarihinin en şaşalı dönemini yaşarken, G.F. Handel ve J.S. Bach ile son bulan Barok müziği, Viyana'da J. Haydn, W.A. Mozart ve L.V. Beethoven'e teslim etti popülaritesini. Fakat, bunlara hiçbir katkısı olmadı doğunun. Oysa herşey oralarda başlamıştı. Belki ispat edememişti eski Anadolu atomistleri atomun çekirdek yapısını bugünkü anlamda bilimle ama, kendi çağına göre batının bilimine eşdeğer ürünleri daha 2.000 yıl önce koymuştu uygarlık dünyasının parlayan güneşi altına.

Eflatun (batının isimlendirmesiyle Platon) yazmasaydı Devlet'i, Homeros dolaşmasaydı Anadolu topraklarında ve İlyada ile Odysseia'yi bırakmasaydı miras, ve hiçbir şey düşünmeden geçirseydi vaktini Aristo, ne Newton'un kafasına düşen elmanın bir anlamı olurdu ne de Einstein'ın yüksek zekası eğlenecek bir E=m.c2 formülünü bulurdu binlerce fizikçiyi yıllarca meşgul edecek.

Bütün bunları düşününce soruyorum kendime. Acaba, nerede, ne zaman ve nasıl sonlanacak insanın kanla, sopayla, tüfekle ve beyniyle süren binlerce yıllık mücadelesi. Ve ne zaman düşünmeyecek geleceğin hangi karanlıklara gebe olduğunu? Ve ne zaman öğrenecek kendi yarattığı canavarlara esir olmadan sürdürmeyi daha kimbilir kaç bin yıl sürecek hikayesini.

Arda Tunca

(İstanbul, Haziran 1993)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Berlin 1978

Çocukluk yaşlarındaydım ama herşeyi hatırlıyorum. Brandenburg’un önünde, bomboş bir Unter Den Linden Caddesi. Her yer bembeyaz. Berlin karla kaplı. Dondurucu bir soğuk var. Evdeki konuşmaları hatırlıyorum. İtalya’ya mı gitsek? Evet ama İtalya’ya her zaman gidilir. 1968’de, öğrenci iken BASF’te staj yaparken Mannheim’dan Berlin’e gittiğini ve çok enteresan şeyler gördüğünü anlatıyor babam. Ya duvar bir gün yıkılırsa? Bir daha görme şansı bulamayacağımız şeyleri görelim; tarihe tanıklık edelim. “Boşverin şimdi İtalya’yı, Demokratik Almanya adında bir ülke de, bugün orada olan duvar da kalmayacak bir gün” diyor babam bizi Berlin’e götürmek için ısrarlı olurken. İtalya yerinde duruyor nasılsa. Karar veriliyor ve bir kaplumbağa Volkswagen ile Regensburg’tan Berlin’e yola çıkıyoruz. Babam, gördüğümüz herşeyi anlatmaya meraklı ve istekli olduğu için, biz de dinliyoruz kendisini. Yaşıma göre konuların ağır gelip gelmeyeceğini düşünmeden anlatıyor. Gördüklerim ve dinlediklerimden etkileniyo