Ana içeriğe atla

Lübnan Hikayeleri

Dünya Bankası’nın yaptığı çalışmalara göre Lübnan’ın bugün içinde bulunduğu ekonomik kriz, 1800’lü yılların ortalarından bu yana yaşam standartları üzerindeki etkisi itibarıyla dünya tarihinde görülen üç derin krizden biri.

Salgın ve 2020 yılında 200 kişinin ölümüyle sonuçlanan büyük patlama öncesinde de krizde olan bir ülkeydi Lübnan. 2019 yılının son çeyreğinde protesto gösterileriyle karıştı ülke. Protestoların temel nedeni, ülkeyi soyan siyasetçilere karşı bir isyandı. Halk, yorgun ve bitkin haldeydi ve siyasetçilerden bıkmıştı.

Altı milyon insanın yaşadığı ülkenin bir milyonluk kısmı Suriye’den kaçan mültecilerden oluşuyor. 2018’de $55 milyar olan milli gelir 2020’de $33 milyara geriledi. Nüfusun yarısı fakirlik olarak tanımlanan ekonomik sınırlar dahilinde yaşıyor. 2020 yılının ortalarından bu yana geçici bir hükümet ile yönetilen Lübnan’da halka yönelik $556 milyonluk bir yardım paketi hazırlandı ama içeriği belirsiz. Lübnan Pound’u 2019’dan bu yana değerinin %90’ını yitirmiş durumda.

Ülkenin geldiği nokta öyle acı ki, Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un geçen yılki Lübnan ziyaretinde ortaya çıkan görüşler son derece hazin bir tabloyu ortaya koyuyordu. Halkın bir bölümü, yeniden Fransa’nın himayesine girilmesini istiyordu. Kendi ahlaksız siyasetçilerinden öylesine yaka silkmişler ki, ülkelerinin bağımsızlığını dahi içinde bulundukları şartların değişmesi için feda edebilecek noktaya gelmişlerdi.

Benim Lübnan ile ilgili hikayem 2000’li yılların başlarına kadar gidiyor. Eski not defterlerimdeki notlarıma baktım geçtiğimiz günlerde. Aşağıda, sağa yatık satırlarda yazdıklarımı buldum. Bugünü düşündüm ayrıca. Bir ülkenin acı tarihine tanıklık etmiş olduğumu gördüm.

Not defterimden çıkanlar:

Dün öğle saatlerinde geldim Beyrut'a. Önce, çalıştığım şirketin Aresco Center adlı binadaki ofisine uğrayıp Banque Audi adlı bankada bir toplantıya katıldım.

Lübnan uzun zamandır sakindi. Çok önemli bir çatışma ya da savaşı andıran bir gelişme yoktu. Ancak bugün İsrail ve Lübnan orduları Güney Lübnan'da çatışmaya başladı. 2007'nin Ocak ayındaki Beyrut ziyaretimde, uzunca bir zaman ülkede cumhurbaşkanı seçilememesinden kaynaklanan bir politik kriz vardı ve hükümet güçleriyle Hizbullah'a bağlı güçler arasında hem sert bir politik mücadele, hem de zaman zaman sıcak sokak çatışmalarına dönüşen bir çekişme vardı. 2007'de Beyrut'a geldiğimde sıcak çatışmalar nedeniyle sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş ama ben herşeye rağmen sokaklarda uzun yürüyüşler yapmıştım. Sokağa çıkmama beni cesaretlendiren de sahilde yürüyüş ve koşu yapan insanlar olmuştu.

2006 yazının meşhur İsrail bombardımanının ülkede hüküm süren korku havasıyla sahil şeridindeki tüm modern inşaatlar durdurulmuştu. Yürüyüş sırasında askerlerin kontrol ettiği bölgelerden geçmiş, becerebildiğim kadarıyla kimseye çaktırmadan bir sürü fotoğraf çekmiştim. Bu gelişimde ise, sahil şeridindeki inşaatların önemli bir bölümünün tamamlandığına tanık oldum. Çok lüks ve modern binalar ve mağazalar açılmış ve yeni oteller sunulmuş şehrin hizmetine. Four Seasons da bu otellerden biri ve odamdan güzel bir manzara izleme şansına sahibim.

Hava 37-38 derece civarında ve nem oranı çok yüksek. Arap Yarımadası tarafından gelen sıcak hava dalgaları nedeniyle Beyrut kavruluyor. Sokağa çıktığım anda avuçlarım ıslanıyor, gözlük camlarımın nemden buharlaşması nedeniyle hiçbir şey göremiyorum.

Ertesi gün, Beyrut'taki hukuki işlerimizi görüşmeye gittiğimiz bir avukatın ofisindeyiz. Odanın her tarafı kitap dolu. İslam tarihi, Ortadoğu siyaseti, hukuk felsefesi ve özellikle Ortadoğu tarihinde önemli rol oynamış siyasi liderlerin biyografilerinin yer aldığı kitaplar hemen dikkatimi ve ilgimi çekiyor.

Toplantı sırasında içeri bir bayan giriyor. Görüşme yaptığımız avukatın yüzünden endişe verici bir haber aldığını anlıyorum. Tahminim doğru çıkıyor. Güney Lübnan İsrail tarafından bombalanıyor. Sohbet sırasında, iç savaş yıllarında ve İsrail ile yapılan savaşlarda Beyrut'un tüm elektrik şebekesinin çökertildiğini ve her mahallede küçük girişimcilerin kurduğu jeneratorlerle aydınlatma sağlandığı ve her mahallenin sakinlerinin bu hizmet karşılığı belli bir para ödemiş olduklarını öğreniyorum.

Ortadoğu'nun ilginç bir ülkesi Lübnan. Bir yanıyla çok modern, diğer yanıyla Ortaçağ karanlığından çıkamamış bir Hizbullah ve alternatif ordusunun mevcudiyeti. İsrail işgalinden Lübnan'ı kurtaran güç de Hizbullah olduğu için ülkedeki Hıristiyan nüfus içinde bile belli bir ölçüde benimsenmiş durumda.

Birkaç ay önce, 2005'te bir suikastta kurban edilen Refik Hariri'nin oğlu, şimdiki başbakan Saad Hariri ile tanışmış, tanışmama vesile olan yemek sırasında kendisinin ulusal güvenlik danışmanı Mohamad Chatah ile yaklaşık 3 saatlik bir sohbet yapma fırsatı bulmuştum. Kendisi, aynı zamanda eski ekonomi bakanı. Uzun yıllar IMF’te çalışmış, Teksas'ta Houston Üniversite'sinde ders vermiş. Hizbullah'ın Lübnan siyasetindeki yerini soruyorum kendisine. Eliyle iki tane Hizbullah bakanını gösteriyor bana uzun açıklamalarına başlamadan önce. Bir yanda ülkenin resmi ordusu, diğer yanda koalisyon hükümetindeki Hizbullah ve bağımsız ordusu. İsrail ile zaman zaman Lübnan'ın resmi ordusu, zaman zaman da Hizbullah'ın ordusu çarpışıyor. Hizbullah'a ait bakanlar da İstanbul'da başbakan Hariri ile ülkeyi temsil ediyorlar.

Gazze'ye yardım götüren gemi nedeniyle Türkler Lübnan'da çok popüler. Güney Lübnan'da evlerin camlarından Türk bayrakları sarktığını öğreniyorum yine ziyaret ettiğimiz avukatın ofisinde. Bu popülerlik hiç hoşuma gitmiyor tabii ki. Gazze'ye giden geminin gerici bir vakfın hükümet ile işbirliği sonucu yola çıkmış olması ve olayın bir hükümet ve uluslararası politika kuralları ve ciddiyetine aykırı bir şekilde yapılması büyük bir fiyasko. Olayın detaylarının Temmuz ayında The Herald Tribune'da manşetten verildiğini okuduğumda utanç duyduğumu hatırlıyorum bir an. Dünyanın en azılı terör örgütleriyle adı beraber anılan Türk Hükümeti üyeleri. Olacak iş değil! İsrail'in varlığına bile karşı olmama rağmen dünyanın mevcut koşulları altında böyle bir uyanık uluslararası politika macerasına girişmek devlet ciddiyetiyle bağdaşmıyor. Uluslararası politikada senaryolar birileri tarafından yazılıyor ve birileri tarafından oynanıyor.

Ortadoğu sorununun bir gün biteceğini düşünmek saf bir hayal.

Yukarıdaki satırları yazalı 11 sene olmuş. 2013 yılının sonlarıydı. The New York Times gazetesini okurken, Lübnan’da bir suikast ile ilgili bir haber vardı. Yine kimi katlettiler acaba diye geçirdim içimden. Öldürülen kişinin Mohamad Chatah olduğunu okuyunca tüylerim diken diken oldu. İstanbul’daki yemekte yaptığımız sohbet sonrasında da yazışmış, konuşmuştuk. Son derece keyifli bir insandı ve geniş bir vizyona sahipti. Ülkesi için yaptığı ve yapabileceği çok şey vardı. Bugün yaşasa, oğul Hariri ile yolları ayrılırdı herhalde. Benim tanıdığım, böyle bir kişilikti zira. Karşılıklı olarak konuşmaktan keyif almıştık. Suikast haberi ile şaşkına dönmüştüm. Hayatımda, suikast gibi vahşi bir yöntemle öldürülmüş bir tanıdığım olmamıştı ve bu haber beni çok sarsmıştı.

Lübnan ile ilgili bugünkü gelişmeleri özellikle takip ediyorum. Ülkede yaşayan dostlarımla zaman zaman konuşuyorum. İç burkan hikayeler.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Berlin 1978

Çocukluk yaşlarındaydım ama herşeyi hatırlıyorum. Brandenburg’un önünde, bomboş bir Unter Den Linden Caddesi. Her yer bembeyaz. Berlin karla kaplı. Dondurucu bir soğuk var. Evdeki konuşmaları hatırlıyorum. İtalya’ya mı gitsek? Evet ama İtalya’ya her zaman gidilir. 1968’de, öğrenci iken BASF’te staj yaparken Mannheim’dan Berlin’e gittiğini ve çok enteresan şeyler gördüğünü anlatıyor babam. Ya duvar bir gün yıkılırsa? Bir daha görme şansı bulamayacağımız şeyleri görelim; tarihe tanıklık edelim. “Boşverin şimdi İtalya’yı, Demokratik Almanya adında bir ülke de, bugün orada olan duvar da kalmayacak bir gün” diyor babam bizi Berlin’e götürmek için ısrarlı olurken. İtalya yerinde duruyor nasılsa. Karar veriliyor ve bir kaplumbağa Volkswagen ile Regensburg’tan Berlin’e yola çıkıyoruz. Babam, gördüğümüz herşeyi anlatmaya meraklı ve istekli olduğu için, biz de dinliyoruz kendisini. Yaşıma göre konuların ağır gelip gelmeyeceğini düşünmeden anlatıyor. Gördüklerim ve dinlediklerimden etkileniyo