Ana içeriğe atla

Politika Belirsizliği ve Piyasa Yönsüzlüğü

Son üç merkez bankası başkanı görevden alındıktan sonra ekonomide oluşan havanın tek kelime ile nitelemesi belirsizlik. Bu belirsizlik, para politikasının önümüzdeki günlerde nasıl şekilleneceğine dair oluşan soru işaretlerinden kaynaklanıyor. Piyasa, belirsizlik nedeniyle yönsüz. Üretici, tüketici, tasarruf sahibi, v.s. iktisadi faaliyetin hiçbir alanındaki hiçbir birey ya da kurum plan yapamıyor. Çünkü, ekonominin en temel kurallarına ilişkin tartışmaların Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) üzerinde yarattığı baskı ile para politikasının belli olması gereken temel yönü belli değil.

Mart 2020’ye ait tüketici enflasyonu %16.19 ve üretici enflasyonu %31.20 olarak açıklandı. Naci Ağbal döneminde politika faizinin geldiği nokta %19. Yeni başkanın göreve gelmeden önce Naci Ağbal’ın faiz artırımlarını eleştirdiğini Yeni Şafak’taki yazılarından bilmekteyiz. Buna karşın, göreve geldikten sonra Naci Ağbal’ın “sıkı duruş” olarak tanımladığı para politikası uygulamalarına bağlı kalacağına dair beyanatını da okuduk. Hatta, politika faizinin enflasyonun üzerinde belirleneceğini de ifade etti. Bu durumda, göreve geldikten sonraki beyanatı mı, Yeni Şafak’taki yazıları mı para politikasının bundan sonraki yönünü anlamak için kriter olarak alınmalı?

Yeni başkanın para politikasına dair görüşlerinin henüz anlaşılamamış olmasının yanında, enflasyon-faiz arasındaki ilişkinin hükümet cephesindeki tanımı iktisat teorisinin ortaya koyduğu kurallar ile yıllardır bağdaşmıyor. Dolayısıyla yeni başkan, üzerinde faiz politikasının belirlenmesinde baskı olacağı beklentisi geçmiş dönemlerden yapılan çıkarsamalarla mevcut. Böyle bir beklenti, TCMB’nin kurumsal duruşunun ağır yara aldığının açık göstergesi. Naci Ağbal, TCMB’nin yıllar içinde yok olma noktasına gelen kredibilitesini önemli ölçüde geri kazanmayı başarmak üzereydi.

TCMB’nin kurumsal olarak kredibilite kaybının iktisadi faaliyetin her noktasında bulunan karar alıcılar için anlamı, TCMB’nin politika uygulamaları ve/veya sözlü yönlendirmeleri karşısında bir sonraki adıma dair beklenti oluşturamamak. Zira, her uygulamanın devamlılığı ya da her açıklamanın tutarlılığı ve inandırıcılığı sorgulanıyor. Piyasadaki bu atmosferin para politikasına yansıması, beklenti yönetimini gerçekleştirememek ve politikaları etkin kılamamaktır.

Yukarıda anlatılan süreçler ve gelişmeler, ekonominin kendi dinamiklerinin bir sonucu değil, bir yönetim istikrarsızlığı durumunu ortaya koymaktadır. Konunun temelinde, iktisat biliminin kurallarına uygun olmayan uygulamaların zorlanması ve bilmediğimiz siyasi nitelikli başka unsurların neden olabileceği yönetsel nedenler bulunmaktadır.

Analizin odak noktasını para politikasından uzaklaştıracak ve Türkiye’nin diğer alanlarda ortaya koyduğu yönetim performansını da ele alacak olursak, ekonomide yansıma bulan başkaca risklerle de karşı karşıya kalmaktayız.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Mali Baskınlık (Fiscal Dominance)

Kamu borcunun yönetimi bir para politikası aracı gibi kullanılabilir mi? Kullanılabileceği yönünde iddiası olan makaleler var. C. Goodhart, R. Sayers, P. Turner ve W.A. Allen gibi iktisatçıların çalışmaları örnekler arasında yer alıyor. Bu sorunun sorulmasına neden olan konu, kamu borcunun yüksekliğinin para politikasını işlemez hale getirdiği bir durumdur. Bu durum, mali baskınlık (fiscal dominance) kavramı altında karşımıza çıkıyor. “Some Unpleasant Monetary Arithmetic” başlıklı Thomas J. Sargent ve Neil Wallace’a ait 1981 yılı makalesi ve Michael Dean Woodford, Eric M. Leeper, Christopher A. Sims gibi isimlerin “The Fiscal Theory of the Price Level” başlığı ile ilintili çalışmaları mali baskınlık kavramının temelinde yer almaktadır. A. Leijonhufvud, ekonominin “belirli limitler” çerçevesinde kendi kendine istikrara dönebildiğini söyler. Büyük Buhran (1929) döneminde belirli limitlerin dışına çıkılmıştır. Büyük Resesyon ile beraber de yine belirli sınırlar aşılmıştır. Bu nedenle, eko

Lascia ch'io Pianga

Alman ve daha sonra İngiliz'dir George Frideric Handel. 1706-1710 yılları arasında İtalya'da yaşar. Floransa, Roma, Napoli ve Venedik'te geçirdiği günlerde İtalyan barok müziğinin Arcangelo Corelli, Alessandro Scarlatti, Domenico Scarlatti, Agostino Steffani gibi önemli temsilcileriyle tanışır. Bu sanatçılarla, İtalyan müziğinin kendi eserlerinde yansımalar bulmasıyla sonuçlanacak etkileşimlerde bulunur. Handel, 1703-1706 yılları arasında Hamburg'ta yaşamıştır. Alman müzik geleneğinin etkisiyle 1705 yılında Almira adlı operasını ilk kez sahneler. 1705'ten sonraki üç yıl içinde üç opera daha besteler ama bu operaların hiçbirine ulaşılamamıştır. Handel'in eserleri, İtalya'ya gidene kadar Alman müzik geleneğinin etkisi altındadır. Dolayısıyla, Almira Alman'dır. 1707 yılında ilk kez sahnelenen Rodrigo, Handel'in ilk İtalyan operası olma özelliğini taşır. Ancak, Rodrigo'daki İtalyan etkisi, Handel'in İtalyan etkisindeki sonraki bestelerine göre

Berlin 1978

Çocukluk yaşlarındaydım ama herşeyi hatırlıyorum. Brandenburg’un önünde, bomboş bir Unter Den Linden Caddesi. Her yer bembeyaz. Berlin karla kaplı. Dondurucu bir soğuk var. Evdeki konuşmaları hatırlıyorum. İtalya’ya mı gitsek? Evet ama İtalya’ya her zaman gidilir. 1968’de, öğrenci iken BASF’te staj yaparken Mannheim’dan Berlin’e gittiğini ve çok enteresan şeyler gördüğünü anlatıyor babam. Ya duvar bir gün yıkılırsa? Bir daha görme şansı bulamayacağımız şeyleri görelim; tarihe tanıklık edelim. “Boşverin şimdi İtalya’yı, Demokratik Almanya adında bir ülke de, bugün orada olan duvar da kalmayacak bir gün” diyor babam bizi Berlin’e götürmek için ısrarlı olurken. İtalya yerinde duruyor nasılsa. Karar veriliyor ve bir kaplumbağa Volkswagen ile Regensburg’tan Berlin’e yola çıkıyoruz. Babam, gördüğümüz herşeyi anlatmaya meraklı ve istekli olduğu için, biz de dinliyoruz kendisini. Yaşıma göre konuların ağır gelip gelmeyeceğini düşünmeden anlatıyor. Gördüklerim ve dinlediklerimden etkileniyo